Glutton Berserker - Bölüm 042
Bölüm 042 Öğretmen ve Öğrencini Gücü
Çevirmen: Uchuujin & Redaktör: Faen_the_1134
Fuu~ Duvardaki tüm İskelet Okçuları taş heykellere dönüştürdüm. Her biri bize doğru bakan büyük bir İskelet Okçusu kalabalığı. Biraz tuhaf bir manzaraydı.
”İyi yaptın, Fate. Hadi içeri girelim.”
Yıkık kale kapısından geçerek, Aaron’ı takip ettim. Kasabanın içi çok sessizdi. İskelet Şövalyelerinin bir yerlerden çıkacağını düşünmüştüm, fakat hiçbir şey olmadı.
Aaron çok geçmeden, benim aşırı ihtiyatlılığımı fark etti ve seslendi.
”Kapıdaki tüm muhafızları yok ettiğimiz için bir süre bizim varlığımızı hissedemezler. Ama çok miktarda İskelet Şövalyesi üstümüze çökmeden önce acele edelim. Fate sayesinde, İskelet Okçular hakkında endişelenmeden ana caddeden kaleye doğru gidebiliriz. Bir kez daha bu görevi sana emanet edebilir miyim?”
”Evet, tabii ki yapabilirsin.”
”Öyleyse, yapalım mı?”
”Anlaşıldı.”
Hausen kasabasının büyüklüğü Kraliyet Başkentinin yaklaşık yarısı kadardı. Böylesine büyük bir yerde kaç tane İskelet Şövalyesi ve okçusu olabilir? Sadece düşünmek bile, tüylerimi diken diken ediyor. Adamakıllı bir parti ile bile hepsini temizlemek en az bir hafta sürerdi.
Aaron’un dediği gibi, eğer iskeletler üstümüze şekere hücum eden karıncalar gibi üşüşürlerse kaleye gitmemiz zor olurdu. 100’den fazla iskelet öldürmüştük, bu süreçte onları çok fazla kızdırmıştık.
(Ç.N. Oyulardaki Aggro var ya kızdırmaktan kastı o.)
Sadece görüş alanlarına bile girsek, bu onları ailelerini öldürmüş olan bize saldırmaya teşvik eder.
”Tam hız devam edeceğiz. Hazır mısın?”
”Çevredeki binaları gözleyeceğim.”
”Yolumuzu engelleyen her şeyi kes. O zaman, hadi gidelim.”
Aaron ve ben, ana caddenin aşağısına kadar, statülerimiz el verdiğince koştuk.
Yaklaşık 40 adet İskelet Şövalyesi belirdi ve bizi engellemeye çalıştılar.
Bu arada, arkamızdan kemiklerden gelen şıkırtıları duyabiliyordum, buradan bizi kovalayan birkaç İskelet Şövalyesi olduğunu anlayabiliyordum.
Düşman bizi kuşatmaya çalışıyordu. Bunun dışında, ana caddedeki pazar boyunca İskelet Okçuları sıralanmıştı. Şimdi anladım. Eğer hareketlerimizi durdurursak, bizi ok yağmuruna tutacaklardı. Beyinleri olmamasına ve sadece kemikten oluşmalarına rağmen yine de oldukça kurnazlar. Ya da en azından Goblinler ve Koboldlardan daha taktikseller.
Bu normal savaşçılara karşı etkili olabilecek bir taktik idi. Aaron [Kılıç Aziz] unvanına sahipti ve Kutsal Şövalyeler arasında en yüksek mevkideydi. Ben de onun öğrencisiydim. Bu seviyedeki bir şeyin bize engel olmasının hiçbir yolu yoktu.
”Fate, geride kalma. Ben düzenlerini kırarken, kendi görevine odaklan. Düşünmek için bile durma.”
Tam olarak düşündüğüm gibi. Tamam, o zaman yapmam gerekeni yapacağım. Kara yayı çekerek, taşlaştıran oku serbest bıraktım. Çoktan nişan almışlardı ve her an oklarını serbest bırakabilirlerdi. Hepsini teker teker hedefleyerek yenebileceğimi sanmıyorum. Bu yüzden sadece bir İskelet Okçuyu hedefledim ve dağılan atışı serbest bıraktım.
[Oburluk yeteneği etkinleştirildi.]
[Dayanıklılık +12900, Fiziksel Güç +14400, Büyü +11100, Ruh +12300, Çeviklik +7700 Eklendi.]
İnorganik ses kafamda yankılanırken, Aaron’a seslendim.
”Aaron, çok geç olmadan.”
”Evet, bana bırak.”
Aaron koşarken, [Kutsal Kılıç Ustalığının] bir tekniği olan [Büyük Haç]’ı aktive etti. Ve sonra, Kutsal kılıç soluk bir ışık yaymaya başladığında, tekniği bozdu.
”Fate, dinle. Daha öncesinde, sana oka büyü doldurmanın gerçekten çok zor olduğunu söylemiştim. Ama silah saldırılarına büyü doldurmanın başka bir yolu daha var. Örneğin, eğer [Büyük Haç] gibi kutsal niteliği olan bir yeteneği iptal edersem, kutsal nitelik kılıcımın eğik çizgilerine dolacaktır. Bunu yapmak oldukça kolaydır, bu yüzden bunu unutma.”
Kılıç Azizi’nden de bekleneceği gibi. Bana bir şeyler öğretmek için zaman ayırırken bile, hiçbir gereksiz hareket yapmadan gelen İskelet Şövalyelerini kesmeye devam etti.
Anladım. Tekniğin aktivasyonun iptal ederek, nitelik silaha dolacak ve bu da niteliği normal saldırılara uygulamayı mı mümkün kılacak? Bu çok kullanışlı bir numara. Özelliklede nitelik tabanlı saldırılar çok fazla büyü gücü gerektirdiği için.
Özellikle [Büyük Haç] gibi bir teknik için. Tek vuruşluk güçlü bir saldırı. Bununla beraber, her kullanım arasındaki bekleme süresi çok uzun. Aaron’ın numarası aslında bu dezavantajı telafi ediyor.
Geriye kalan tek şey benimde yapıp yapamayacağım. Aaron bir Aziz, yani bu benim için kolay olacağı anlamına gelmiyor. Onunla 3 gün eğitim yaptıktan sonra, söyleyebileceğim tek şey bu. Kısacası, Aaron bir dahi. Bu yüzden, onunla benim aramdaki fark açık ve net.
Özelliklede şaşırtıcı olan şey, gözleri kapalıyken düzgün şekilde saldırabilmesiydi. Ve Aaron bunu yaparken çok doğal görünüyordu. Ciddi bakarak bunu yapabileceğimi söyledi, bu yüzden ciddileştim… Ve ”Aklımda canlandıramıyorum dedim.” dedim. Belki de açlık durumuna girersem, fiziksel destek bunu yapmama yardım eder ama risk çok fazla.
Kırılan İskelet Askerlerinin oluşturduğu boşluktan ilerledik, sonunda kale görüşümüze girdi, bu yüzden devam ettik.
O yükselen kalenin içerisinde, Taçlı Ölümün Habercisi Lich Lordu’nun yaşadığı söyleniyordu. Her neyse, dışarıda savaşmaya devam edersek, biz fark etmesinin hiçbir yolu yoktu.
İskeletler kararlı bir biçimde üstümüze gelmeye devam ediyorlardı. Küçük bir oyalanma olsun diye, bir İskelet Şövalyesi öldürdüm, böylece Çeviklik Arttırma(Küçük) elde ettim. Bunula beraber, buradaki düşmanlardan elde edebileceğim başka bir yetenek kalmamıştı.
Kasabaya baktığımda, her şey sanki zamanda donmuş gibi görünüyordu. Çünkü binalarda fazla bir hasar yoktu. Böylesine büyük bir kasabada en azından birkaç savaşçı bulunmalıydı. Ama şehre bakıldığında, çok fazla direniş olmamış gibi görünüyordu.
Ya da başka bir şey tarafından yutuldular ve vatandaşlar ölümsüzlere dönüştü, bundan kurtulma için yeterli yetenekleri yoktu.
Lich Lordu’nun konakladığı kaleye doğru baktım.
”Aaron, sana bir şey sorabilir miyim?”
”Ne hakkında?”
”Lich Lordu bir insan gibi akıllı mı?”
”Bu mümkün. Yokluğumda şehri ele geçirdi… Fate, sana öğrettiği her şey, burada işe yarayacak sanırım.”
Aaron’un söylediği gibi, bu diğer Taçlı canavarlar gibi değildi, bir insan gibi kurnazdı. Beni toz haline getirecek muazzam bir gücü yoktu, ancak Lich Lordu bunun yerine rakibini karşı tuzaklar ve psikolojik taktikler kullanan Taçlı bir canavardı. Gallia’a gitmeden önce savaş tecrübesi arayan benim için mükemmel bir rakipti.
[Oburluk] yeteneğim henüz tatmin olmamıştı. Çünkü berbat becerim, kalenin içinde dolaşan enfes ruh hakkında heyecanlıydı. Hemen onu ye, hemen onu ye, diye bana baskı yapıyordu. Bu ölçüdeki bir heyecanlanma ilk defa oluyordu. Eğer biraz bile kendimi salarsam, büyük olasılıkla açlık durumuna girecektim.
Aaron ve ben nihayet kale kapısından içeri girdiğimizde, arkamızdaki iskeletler peşimizi bıraktılar. Sinirli görünüyorlardı, ama sadece bizi izlemekle yetindiler.
Aaron bunu fark etti ve bana,
”Bu kapının ilerisi Lich Lordu’nun toprakları. Diğer canavarlar içeri girmekten korkuyorlar.” dedi.
”Anladım. Bu yüzden içeride iskelet yokmuş gibi görünüyor.”
”Durum burada olduğum geçen seferkinden daha farklı. Gardını düşürme.”
Avludan geçerek, kale girişinin çevresini taradık.
Her şeyden öte, çok sessiz olması korkutucuydu.