Glutton Berserker - Bölüm 110
Çevirmen: RüyaGezer Düzenleyen: ggurcan
Shara’yı evlatlık edindikten sonra, kalabalıkla taşan ticaret mahallesine doğru yöneldik. Miria ve Roxy ile buluşmamız gereken yer orasıydı. Ancak, Roxy ile yolda karşılaştığım için, orada bekleyen sadece Miria’ydı.
Muhtemelen, bundan dolayı deliriyordur.
Her zamanki gibi, şiddetini benim üzerimden dışa vurdu.
Beraber yürürken, tezgahlarda satılan mallar hakkında onlardan fikir aldım.
[Bayadır merak ediyorum. Neden Miria, Roxy’i bu kadar çok seviyor?]
Kız, bu soruya karşı gülümsedi.
[Bu doğru. Miria’yla ilk tanıştığımızdan beridir hep böyle.]
[… Bu kulağa büyük bir sorun gibi geliyor]
Her ne olursa olsun, Roxy Miria’ya güveniyordu. Sonuçta son 5 yıldır aralarında samimi bir dostluk vardı.
Roxy’nin bu kadar iyi kalpli olması karşısında bir an suçlu hissettim. Eğer böyle bir şey olsa, kuytu köşedeki başka birisinden endişeleneceğim. Yüzümde kötü bir ifade göründüğünden midir, Roxy burnuma fiske attı.
[Acaba, kıskandın mı yoksa?]
[Eerrm, hayır… sanırım…]
Yüzüm aniden kıpkırmızı oldu. Bunun hakkında düşününce, Miria’nın Roxy’nin yanında durmasına hep imrenmiştim.
Roxy, benim ruhumun içinde yatanları görmesine rağmen, beni yine de sevebilen birisiydi.
Dürüst olduğum sürece sorun yok. Onun önünde bir daha yalan söylememeye karar verdim.
[Kıskanıyorum]
[Ama neden? Acaba bilebilir miyim?]
[Çünkü, Roxy ile daha çok beraber olmak istiyorum!!]
[Ee… Fai! Kalabalığın ortasındayız, bağırarak söylemesene…]
Yanımızdan geçenler dönüp bize baktılar. İnsanları idare etme konusunda usta olan Roxy’nin bile yüzü kıpkırmızı oldu. Ben de aynı durumdaydım. Her neyse, kendimi ifade etmeye çalıştım. Ancak hem kendimi hem de onu utandırdım.
[Roxy, kızarmışsın]
[Fai’nin suçu]
Aynı yerde durmaya cesaretimiz kalmadığından, oradan çabucak kaçtık. Gelen geçenler, iki şövalyenin ne yaptığını düşünseler de. Diğer taraftan bakılınca oldukça komikti, ondan dolayı baya güldük.
[Fai, benimle daha çok beraber olmak istemende bir sorun yok. Bugünden itibaren, eğer istersen, Barbatos Malikanesinde sana özel ders vereceğim.]
[Yine derslerle alakalı olacak ha]
[Tabii ki! Bundan kaçış yok]
Böylesine ciddi bir karar. Sanırım… bugün… uyku bana haram. Statülerinin eskiye nazaran yükseldiğine söyleyebilirim. Kutsal Şövalyelerin inanılmaz derece fiziksel dayanıklılıkları vardır. Birkaç gün uyumasak bile yorulmayız.
Uyumamayı çok takmıyorum da dert olan kısım, çalışma. Sadece düşünmesi bile beni hasta ediyor.
Roxy, düşündüklerimi fark etti galiba.
[Rahat ol. Beklediğin gibi bugün uyuyamayacaksın.]
Roxy bunu derken göz kırptı. Ancak söyledikleri ile şirinliği arasındaki uçurum, beni daha da korkutuyordu.
Eğer bu böyle devam ederse, beni daha da ders çalışmaya zorlayacak. Kaçmayı düşündüm, herhalde batı kapısı işe yarar. Ama Roxy elimi yakaladı ve kucağında tuttu.
[Fufufu, öyle kolayca kaçmana izin vermeyeceğim. Hep böylesin… durumlar seni sıkıştırdığında hep kaçıyorsun.]
Roxy ‘Hep’leri bastırarak söyledi. Acaba Gallia’da olandan mı bahsediyor? Yoksa çok uzun zaman önce olandan mı? Sormak istedim, ama… Sanırım şu anki halimle kaldırabileceğim bir şey değil.
Bütün bunlar hakkında düşünürken, neşelenmiş Roxy tarafından, daldığım dünyadan çıkarıldım.
[Hmm hmm. Her neyse, Fai gittikçe uzuyor. Eskiden benden birazcık kısaydın ama şimdi yüzüne bakmak için kafamı kaldırmam gerekiyor.] Çn: Bunlar hep ergenlik.
Rozy elini önce kendi kafasına koydu, sonra benimkine. Aslında, Gallia’da karşılaştığımız zaman azcık uzundum, ama şu anda o zamandan daha uzunum. Eğer bunu fark etmemişse, hatırlatmayayım.
[Burix’ler için çalışırken, doğru düzgün bir yemek bile yiyemiyordum. Ancak, senin için çalışmaya başladıktan sonra, daha iyi yemekler yemeye başladım.]
[Hmm hmmm… Anlıyorum]
[Bekle, Roxy!]
Kollarımı tutarken, kışkırtıcı bir şekilde kontrol ediyordu.
[Aslında… Biraz zayıflamışsın sen. Belki de Aaron-sama ile yaşamaya başladığındandır. Şu anda tam bir savaşçı görünümündesin.]
[Roxy, çok fazla dokunuyorsun!]
[Ah, özür. Heheh, biraz dalmışım.]
Dilini biraz dışarı çıkarıp özür diledi. Böyle bir masumiyet ve çocukça bir ifade…. Anlaşıldı, tekrar motivasyonumu kazandım.
Daha önceden bildiğimiz gibi, Batı Kapısı önümüzde duruyordu. Goblin çayırları önümüzde uzanıyordu. Alan, tüccarların kervanları ile dolup taşıyordu.
Burası, krallık için en çok kullanılan lojistik dağıtım rotasıydı. Askeri bölgeye yakın olması ve aynı anda çok kervanı taşıyabilmesinden dolayı böyleydi.
Normalde, bir savaşçı Goblinleri kesmek istese, Batı kapısında toplanıp geçici birtakım oluştururlardı. Ancak şu anda hiç savaşçı yoktu. Birkaç seyyar satıcı, mallarını satıyordu.
[Etkisi baya büyük olmuş]
[Aynen öyle. Ah, işte Miria]
Miria, kızıl saçlarını sağa sola sallayarak, tezgahtarlardan birisiyle konuşuyordu. Sabahın köründe neşeli, normal bir genç kıza benziyordu.
Görünüşe göre tezgâhta yiyecekler satılıyor, Miria ise büyük bir ekmek satın alıyordu. Tezgahtar oldukça ciddi görünürken, Miria ise neşeliydi. Muhtemelen pazarlık yaparak mutlu olabileceği bir miktarı kurtarmıştı.
Aynı Miria, şu anda o ekmekle ağzını tamamen doldurmuştu. Bizi fark edince, enerjik bir biçimde lokmalarını yutmaya çalışırken el salladı. Çn: Hayal ediyorum, cümleye dökemiyorum. Nasıl rahat bir kız la bu.
[Roxy-sama!! Roxy-sama!! Hamghum…. Günaydın!! Hamhımghamhumpurt]
[Günaydın Miria]
[Yiyor musun, yoksa selam mı veriyorsun?]
[Kuh, sende mi buradaydın. Roxy-sama’nın kutsal şeklinden dolayı seni önceden fark edemedim]
[Oi, buraya olayı araştırmaya geldik. Duymadın mı?]
[Duydum. Sadece şahit olmak istemiyorum.]
[Bu küçük…]
Canına tak eden Roxy, Miria’nın yanaklarını mıncırdamaya başladı.
[Roxy-sama. Lütfen dur, acıyor]
[Dinle Miria. Bugün Fai ile beraber takılmanı istiyorum. Burada bir görevdeyiz.]
[Tamam… Anlaşıldı]
Sevgili Roxy’sinden direk bir emir olunca, Miria’nın yüzerek geçemeyeceği kadar geniş bir nehir daha olmamıştı. Bu gerçekten dolayı, inisiyatifi aldı ve bir ateşkes işareti olarak elini tokalaşmak için uzattı.
Bu da ne? Gerçekten de dürüst bir kişi. Beklenildiği gibi, tokalaştım.
[Seni ne güçlü bir el bu böyle. Eğer normal bir savaşçı olsaydı, elini sıkmamdan parçalanırdı.]
[Beklenildiği gibi E Bölgesi işte. Ancak seninle bir bağ oluşturdum. Aaron-sama’nın başardığı gibi yakında ben de başaracağım.]
[O kadar da basit değil]
[Eh, öyle mi?]
Başını sallayan Miria, soruyla birlikte bana baktı. Bu kız, gerçekten de anlık olarak hareket ediyor.
Tehlikeli bir tokalaşmadan ortaya çıkan bir bağ, acaba ne tür bir bağ? Eğer bir bağ bu şekilde de oluşturulabiliyorsa, müthiş.
[Çok kötü. Sana tokalaşmayı önermemeliydim.]
[Ne şeytanice… Beni sadece acıtmak istiyordun yani]
Söylediğim gibi, Roxy’nin yanına geçti. Gözlerinde Roxy en üstün varlıktı.
Ne olursa olsun, grupta Miria’ya ihtiyacımız vardı. Mugan, en yaşlımız olarak, görevini ona devretmişti. Onunla geçinmek zorundayım.
Biraz goygoy yaptıktan sonra, Roxy Goblin Çayırlarına doğru hareket etmemizi önerdi.
[İkiniz birbirinize alıştığınıza göre, hadi gidelim!}
[Evet Roxy-sama]
Sanki bir şeyi anladım sanırım. Şu anda olanlar, Gallia’daki yeşil alanda yürüyormuşuz gibi hissettiriyor.
Kısacası, Roxy Miria’yı zaman zaman fırçalıyor ancak sonunda gönlünü alıyordu. Miria bunu bildiği için bir şeyi düzeltmeye gerek duymuyordu.
Ne kadar acımasız bir döngü. Şu anda Mugan’ın ne kadar çalışkan olduğunu anlayabiliyorum. Ancak Miria kısık sesle de olsa, cevap verdi.
[Bugünlük için, seninle iyi geçineceğim. Bizi Gallia’da kurtardın sonuçta…]
[Pekâlâ, elimizden gelenin iyisini yapalım.]
[Ama baştan söyleyeyim, benimle çok samimi olmaya kalkışma, tamam mı?]
[Ne demek istiyorsun?]
Ama sorumu cevaplamadan, Roxy’nin yanına döndü. [Samimi olma] derken ne demek istedi ki?
Bunu düşünürken, Greed <Zihin Okuma> ile bana konuştu.
[O kız, biraz sana benziyor]
[Bunu zor da olsa görebiliyorum]
[Sadece göstermek istemiyor. Sanki birisi aradan çıksın der gibi]
[Kuh, eski yaraları deşmek zorunda mısın!]
[Ahahaha, Fate’i başından beri takip eden benim sonuçta.]
Bu ilişki, Başkentte bir sokak satıcısından Greed’i satın aldığımda başladı. Hala daha bir yıldan az oldu, ancak sanki uzun bir zaman geçmiş gibiydi.
Greed’in kastettiği şey de biraz buna benziyordu.
Miria, Kraliyet ordusuna nasıl başvurulduğunu bilmiyordu. Bir yetimhanede büyüdüğünü öğrenmiştim. Galiba, oldukça çalışkan bir tip.
Batı kapısından ayrıldıktan sonra, Ne zaman Roxy’e yaklaşmaya çalışsam, Miria beni bir bekçi köpeği gibi kovaladı.
Şu anda birlikte durmamızın sebebi bile, Roxy’nin ona dediklerinden dolayıydı. Boş ver gitsin. Eğitmenim olduğundan dolayı, bu gece Roxy ile beraber yalnız kalacağım. Miria, çok umursamış olduğum, nefretini içeren kanlı gözyaşlarını dökebilirdi.
Korkusuz bir gülüşle yola devam ederlerken, Goblin Çayırları sonunda görüşlerine girmişti. Ne kadar nostaljik. Çok eskiden burada Oburluk yeteneğimin kapasitesini test ediyordum.
Etrafa baktıkça, Goblinlerin üreme yeteneğinin ne kadar güçlü olduğunu düşünürdüm.
Yani öyle sanıyordum. Goblin çayırları oldukça değişmişti. Baktığımız yerlerde hiç goblin yoktu.
[İmkânı yok!? Bir tanecik bile goblin yok. Roxy-sama, sayılarının azaldığını duymuştum ama…]
[Garip, değil mi? Bir goblinin üreme hızını düşünürsek, krallığın kurulduğu zamandan bu yana böyle bir şey hiç mümkün değil]
Ben de aynı görüşteydim. Aynı zamanda, Greed <Zihin Okuma> ile bana söyledi
[Fate, yere dikkatli bak. Bunlar bir goblinin ayak izleri ve Hobgoblin ormanına doğru gidiyor.]
[Haklısın…]
Roxy ve Miria’yı bu konuda bilgilendirdim. Birbirlerine baktılar. Sonra sık ağaçlarla kaplı Hobgoblin Ormanını süzdüler.
[Sanki… ormanda bir şey yanlışmış gibi hissediyorum.]
[Aslında oradan iğrenç bir büyünün geldiğini hissediyorum. Fai, ne düşünüyorsun?]
[Her halükârda gideceğiz. Yoksa, burada ne döndüğüne dair hiç fikrimiz olmayacak.]
Kılıçlarımızı çektik ve büyülerimizi hazırladık.