Glutton Berserker - Bölüm 133
Çevirmen: Zosterop Düzenleyen: ggurcan
Bilmiyorum, sadece bilmiyorum. İnsanlar bir araya geldiklerinde, görünüşe göre ne yapmaları gerektiği konusunda kafa karışıklığı yaşıyorlar.
Tetra’ya döndükten sonra bile, kalbim hâlâ belirsizlik içinde gürlüyordu.
Handa Roxy ile ayrıldım. O zaman yüzünde endişeli bir bakış olduğunu hatırladım.
Yine de bir süre yalnız kalmak istedim, bu yüzden hiçbir şey söylemeden dışarı çıktım.
Ana cadde boyunca yürürken yukarıdaki yıldızlara baktım. Kara Kılıç Greed seslendi
『Sorun nedir? Babanla savaşacağına karar verdin diye düşündüm. Ama bu endişeli surat da neyin nesi? 』
[Evet, babamla yüzleşeceğime karar verdim. Bundan rahatsızlık duymuyorum.]
『Peki şimdi seni rahatsız eden nedir? 』
[Sadece babam hakkında çok az şey bildiğimi fark ettim… Tek bildiğim, onun her zaman beni koruyacak nazik bir baba olmasıydı. Bu kadar.]
『Çünkü o zamanlar sadece çocuktun. Küçük bir çocukken, ebeveynlerinizin ne yaptığını anlamazsınız. 』
[… Ama yine de, o zaman neden çok fazla yara ile döndüğünü sormalıydım. Roxy, tapınak şövalyelerinin güçlü olduğunu söyledi. O zaman babam o sırada ne ile kavga etti? Ona yakındım ama onu asla anlamaya çalışmadım. Beni korumanın doğal olduğunu düşündüm ve nedenini düşünmeye bile uğraşmadım.]
『Sence yeteneğinle ilgisi var mı? 』
[Böyle bir olasılık var.]
Laplace, kadim zamanlardan beri tapınılan bir tanrı. İman edenler tarafından kurulan ibadethanenin krallıktan bile daha eski olduğu söylenir.
Roxy, bazı literatüre göre dinin Gallia’nın yıkılmasından önce olduğunu söyledi. Binlerce yıldır ibadet edilme öyküsü olmasına rağmen, din şimdi neredeyse terkedilmiştir.
Laplace İbadethanesi adı verilen denetleyici kuruluş da 1000 yıl önce ortadan kayboldu. Kaybolmanın ardındaki sebep bilinmiyor.
Liderlik etmeden ve onları bir arada tutmaksızın, ibadethaneler çoğunlukla bağımsız olarak çalışırlar. Belki de müritlerin azalmasının bir nedeni buydu.
Örneğin, gecekondu bölgesinde kilise vardı. Oradaki rahibeler ihtiyacı olanlara yardım etmek için çok çaba harcadı.
Rahibeler iyi kalpliydi. Sadece kendilerine bakmak zorunda olmadıkları gibi, yetimleri de yetiştirdiler ve evsizlere yiyecek verdiler.
Kesinlikle yarım-yürekle yapılabilecek bir şey değil. (yarım-yürek: bir tür yabancı deyim. Ne anlama geldiğini anlarsınız zaten Türkçeleştirmedim.)
Onlar saygıyı hak eden insanlardı.
Babam, erdemli bir Tapınak Şövalyesi olarak, daha yüksek bir mertebeye erişmişti. Şimdi şöyle bir düşününce… babam gerçekten çok nazikti, tıpkı o rahibeler gibi.
Ancak elinde “Kara Mızrak”la önümde duran “baba” farklıydı. (Yani dirildikten sonraki babası)
Yüzünde kırmızı parlayan dövme. Yanı sıra çarpık yüz ve zorla gülümseme.
Babam böyle bir surat yapmazdı. O benim bildiğim babamın yüzü değildi. {Ç.N: Aklıma “Nanatsu no Taizai” deki şeytanlar geldi.}
Ama şimdi biliyorum. Artık babamın Tapınak Şövalyesi olduğunu biliyorum. Bu beni şaşırtmadı, babam her zaman nazikti ve hep en önce atılırdı. Bana göre o zaten başından beri bir kahramandı.
『Tamam, hayal kırıklığına uğradın, anlıyorum. Ama yarın sabah gideceğiz. O zamana kadar kendini toparlamalısın. Bir yada iki bardak?』
Sanki Greed bana ipucu verir gibiydi, o sırada kafamı çevirince yakınımdaki tavernayı gördüm.
[Pekâlâ, bu sefer ağzından güzel bi laf çıktı.]
『Bana gereksiz muamelesi yapma. Ben her zaman sana yardımcı olacak kelamlar ediyorum. 』
[Hahaha. O zaman söylediğin gibi yapacağım.]
Taverna hâlâ açıktı ve oldukça kalabalık görünüyordu. İçerideki gürültü daha ben kapıya bile yanaşmadan duyulabiliyordu
Roxy’nin bana öğrettiği şeylerden biri. Eğer kasvetli hissediyorsanız, sadece parlak bir yere gidin.
En azından seni kasvetten uzaklaştırır.
Boş bir koltuk aradım, ama hiç bulamadım. Gecenin kötüye gittiğini düşündüğümde, yuvarlak bir masada oturan genç bir adam beni görünce gülümsedi.
O kadar sevimli bir gülümseme ki, beni bir başkasıyla karıştırdığını düşündüm.
Ama kesinlikle bana el sallıyor.
O adam, dini bir duygu veren iyi yapılmış bir kıyafet giyiyordu.
[Lütfen oturun. Gelmesi gereken herkes önceden belirlenmiş gibi geldi. Bu yüzden çekinmenize gerek yok.] (Anladığım kadarıyla “gelecek olan herkes geldi” diyor, yani masaya oturmak için başka gelecek kimse yok.)
Şimdilik, yakında başka bir meyhane bulabileceğimi sanmıyorum. Dahası, bu gümüş saçlı adamı da merak ediyordum.
Gözlerim göğsünün etrafında asılı olan “rosary”ye takıldı.
[Niye böyle korkutucu bir yüz ifadesi yaptın? Sana zaten oturacak bir yer vermedim mi? Fate Graphite… Hayır, şimdilerde Fate Barbatos, değil mi?]
[Benim ismimi nasıl bilebiliyorsun. SEN…]
[Peki, önce bir otur.]
Genç adam garsondan şarap alırken dedi. Daha sonra, önceden masaya yerleştirilmiş on üç bardaktan ikisine şarap döktü.
Biri kendisi, diğeri benim için.
[Lütfen bir içki al. İyi bir likör. Bu kasaba güneydeki tek lojistik üssü, bu yüzden burada birçok şey elde edilebilir. Sanırım bazılarını başkalarına hatıra olarak alacağım. Lütfen burada bekle.]
Oturdum ve genç adama sordum.
[Ondan önce kimsin?]
[Zaman kaybetmiyorsun, değil mi? Sanırım kanından geliyor. Oh iyi. Tahmin edebileceğiniz gibi, ben bir Tapınak Şövalyesiyim. Kod adım Terazi (Libra).]
[Babamla ilişkiniz nedir?]
[Savaşta uyumluluk. Varlığını hissettim, bu yüzden buraya geldim. Fakat biraz gecikme nedeniyle onunla karşılaşmayı başaramadım. Ne yazık ki, keşke burada bizimle biraz içki içebilseydi. Sanırım dünyadaki tüm iyi şeylere sahip olamıyorum.]
Bu “Terazi (Libra)” babamla tanışmış gibi görünüyordu.
Tekrar sormak için ağzımı açtım, ama önce elini kaldırdı.
[Şimdilik yeter. Bu mükemmel şarabı israf etmeyelim. Etrafta şüpheli gözler var. Bazen başkalarını memnun etmek için cahil davranmalısınız.]
[Ama beni davet eden sensin.]
[Ah, haklısın. Dean’in ölümü arzulayacak kadar koruduğu çocuğunu, daha yakından görmek istedim. O zaman size bir şey daha söyleyeyim.]
Parmağını yüzüne doğrulttuğunda, yüzünde kırmızı bir dövme ortaya çıktı. Bu!… Babamınkinden farklı bir desen ama aynı auraya sahip.
[Bu “Kutsal Oyma”, Tanrı ile yaptığımız antlaşmadır. Bize “Mortal Sin” yeteneğine bile rakip olabilecek muazzam bir güç veriyor. Sonuçta, bu güç tam olarak ona karşı koymak içindir.]{Ç.N: Ben bu “Mortal Sin”i çevirmekten çok sıkıldım. “Ölümcül Günah” desem öyle çevrilmiyor, “Ölümlü Günah” desem değil, “Ölümlü Günahı” desem siz beğenmezsiniz. Çevirmiyorum artık bunu.}
Özünde, Terazi (Libra) gibi insanlar Mortal Sin becerilerinin sahibini avlamak için varlar. Bunun farkına varınca, elimi Kara Kılıcımın kabzasına yerleştirmekten başka bir şey yapamadım.
[Şimdi seninle savaşmaya hiç niyetim yok. Ancak gelecekte olabilir. Kutsal Oyma olan bir Tapınak Şövalyesinin Mortal Sin becerisine sahip bir oğlu olması ironik bir hikâye. Bu yüzden… kiliseden kaçtı.]
[Kaçtı mı?]
[Aynen. O zaman Dean’ın eşi sana hamileydi. Neler olup bittiğini, nerede başlayıp sona erdiğini biliyorsun. Sonra Dean’ın karısı seni doğururken öldü. Muhtemelen uzun süredir çok yorgun olduğu içindi.]
Bana annemin neden öldüğünü söylediğinde, Greed’in kabzasındaki tutuşumu gevşettim.
Terazi (Libra) şarabını yudumlarken devam etti.
[Ailelerin çocuklarını korumak istemesi doğaldır. Bence daha ileri gitmemelisin. Belki de, Dean’ın istediği budur.]
[Sen… beni uyarmaya mı çalışıyorsun?] (Tehditvari bir uyarı değil. İkaz, tembih şeklinde.)
[Sadece bir tavsiyeydi. Sen benim savaş yoldaşımın oğlusun. Oburluk becerisinin yükü altında acı çektiğini görmek istemiyorum. Ne de kendi babanla çılgın bir canavarmışçasına savaştığını görmek. Görmüştüm, fazla zamanın kalmadı.]
[Oh iyi. O zaman geldiğinde tekrar buluşacağız.]
Terazi (Libra) koltuğundan kalktı ve tavernadan ayrıldı. Önümde şarapla dolu tek bardak vardı. Hâlâ ellenmemişti.
Greed 《 Zihin Okuma》 ile bana seslendi.
『Sorun ne? Buraya içmeye gelmedin mi? 』
[Adamda iştah mı bıraktı. Bu konu hakkında sen bir şeyler biliyor musun? Tapınak Şövalyeleri hakkında.]
『Sanırım öyle. Boş bardaklara bak. Kaç tane var? 』
[On üç.]
『Kutsal Oyma taşıyan 13 Tapınak Şövalyesi var. Terazi’nin dediği gibi, bu şövalyeler Tanrı’ya kesinlikle itaat etmeleri gerektiği konusunda bir anlaşma imzalamıştı. 』
[Babamın bahsettiği sözleşme ile aynı mı?]
『Öyle sanıyorum. 』
[O zaman neden benimle temas kurdu?]
『Zarar vermek istemedi, sadece yüzünü görmek istiyor. “O”nun Diyarı’nın Kapısı açılacak, bu yüzden elbette hareket etmeye de başlıyorlar.』 (O ile bahsedilen kişi bir erkek “The Door to His Land”)
[Durdurmak için mi? Yoksa tam tersi mi?]
『Anlaşmalarını yerine getirmek. Tanrı’nın iradesini söyleyemeyeceğimiz için, eylemlerinin ardındaki mantığı söyleyecek bir şey yok.』
Babam da o zamanlar bir şeylere öncelik veriyor gibiydi. O askerlerin hayatını almadı ve dondurduğu Kutsal Şövalyenin de.
Greed’in söylediği doğruysa, o zaman bu antlaşma yüzünden.
Ancak sözleşmenin söylediği her şeyi yapmak zorunda…
[Onlarla savaşmam gerekiyor mu?]
『Nasıl olacağına bağlı. Onlardan on üç tane var. Gerçekten hepsiyle tek başına başa çıkabilir misin?』
[Sadece Shinn değil… Tapınak Şövalyeleri de karşımda olacak…]
『Tenryu’ya karşı olduğumuz günler gibi. 』
[Sanırım durum da o zamanki gibi aynı derecede harikadır, ha?]
Tapınak Şövalyeleri, tıpkı benim ve Eris gibi, muhtemelen E-Alanına aitlerdir. Eğer durum böyleyse, o zaman elbette sayıca üstünlük sağlarlar. Bu noktada, sanırım Terazi (Libra) ile tekrar Hauzen’de görüşmem gerek.
Önümdeki kadehteki şaraba bakarken, Greed iğneledi.
『Değiştirme talebinde bulunmak ister misiniz? 』
[Olur]
Önümdeki şarabı içmek istemiyorum, ama biraz içki içmem gerektiğini hissettim.
Bu yüzden garsondan bana yeni bir tane getirmesini istedim.
[Bu hoşunuza gitmiyorsa, başka bir şarap getireyim mi?]
[Tabii, bu az önce konuştuğum kişi tarafından sipariş edildi.]
[Anladım. Siparişi hemen getireceğim.]
En azından babamın gerçekten bir Tapınak Şövalyesi olduğunu ve Tanrı’ya bir tür antlaşma ile bağlı olduğunu öğrendim.
Kendini Terazi (Libra) olarak tanıtan o adam böyle söyledi.
Belki de babam gibi “O Diyarın Kapısı” ile, o da tekrar dirildi.
Acaba geri kalan on bir şövalye için de geçerli mi bu durum?
Onlar gibi güçlü bireyler bu dünyada yeniden ortaya çıkabilir. Çok fazla şaşırmamalıydım.
O Diyarın Kapısı ne pahasına olursa olsun kapatılmalı. Bu asıl ve en önemli hedef.
Garson önümdeki bardağı almak için uzandı.
Ama birisi hemen aldı. Kim olduğunu merak ettiğimde, bu Eris idi.
[Ey, bu şey oldukça lezzetli görünüyor. Bırak ben içeyim!]
Eris şarabı içti ve boş bardağı masanın üstüne koydu. İyi bir ruh halinde görünüyordu.
[Bir şeyin garip olduğunu hissettim, bu yüzden acele ettim. Sanırım yine geç kaldım.] {Ç.N: Bu kadının kaderinde hep geç kalmak yazılı sanırım.}
[Eh işte…]
[Burası çok gürültülü. Şöyle akşam esintisini hissetmek istiyorum. Hadi gidelim burdan.]
[Biliyorum biliyorum.]
Sonunda bir damla şarap bile içmeden tavernadan ayrıldım.
Küçük bir tepeye çıkan yamaçtan geçtik. Eris, hafifçe şaka yaparken bugünün sarhoşluğundan ayıldığı görünüyordu.
[O şarap iyiydi. Canlandırıcı.]
[Dedi alkolik.]
[Şarap, hoş olmayan anıları unutmaya yardımcı olmak için iyidir.]
[Sorun nedir? Böyle davranmak Senlik değil.]
Tuhaf bir şekilde daha olgun görünüyordu. Ama bunun nedeninin aniden çok saçma bir şey yüzünden olduğunu hissettim.
Eris bana yaklaştı ve sarıldı.
[Oooi]
[Eeee. Şimdi iyi olması gerekir. Gündüz oldukça düşünceli davrandım.]
[Haa~]
[İç çekmek yasaktır! Ben bu krallığın Kraliçesiyim. Saygılı ol!]
[Gerçekten, sorun ne?]
Güzel manzarası olan bir yere kadar yürüdük. Tetra Şehrinin güzelliğini buradan rahatça izleyebiliriz.
Gökyüzüne baktığınızda parlayan yıldızlar. Ve aşağı bakarken yıldızlara benzeyen şehrin parlak ışıkları.
[Görüyorsun ya, çok güzel, değil mi?]
[Katılıyorum, öyle. Böyle bir yer olduğunu bilmiyordum.]
[Eeh,bu kaçırılmış bir fırsat! “Ama Eris daha da güzel” demeliydin.]
[Öyle öyle]
[Ne kadar düşüncesiz! Neyse… Fate’den bahsediyoruz nede olsa…]
Burada sadece ikimiz vardık. Böyle zaman geçirmek de o kadar kötü değil.
Kendimi likörde boğmaktan daha iyi.
Eris yavaşça ağzını açtı.
[Bir Tapınak Şövalyesiyle karşılaştın değil mi? Kendine Terazi (Libra) diyen.]
[Görünüşe göre babamı arıyor. Dediğine göre burada buluşmaları gerekiyordu. Gerçeği söyleyip söylemediğini bilmiyorum]
[Anladım… Babanın hikayesi, yüzlerindeki dövmeler… bu kadar çok anlatacağını biliyordum.]
Vücudu hafifçe titriyordu.
Alt dudağını nasıl ısırdığına bakarsak, kendisini güçlü tutmaya çalışıyordu.
[Bu sefer, o adamı kendi gücümle öbür dünyaya göndereceğim. Fate, bana yardım eder misin?]
[Eris…]
Bana o adamın bana ne söylediğini söylememi istedi. Bazı şeyleri anlamaya başladım.
O Terazi (Libra) denilen herif mutlaka geçmişte Eris’le bir bağlantısı olmuş olmalı.
Bu yüzden çok uzun bir hayat sürmek bazen zahmetli olabilir. Çünkü yol boyunca birçok çeşit bağ oluşabilir. İstediğimiz bir şey olsun ya da olmasın.