Glutton Berserker - Cilt 8 - Bölüm 211
Bölüm 211: Ruhlarımızın Gitti Yer
İlerledikçe, havada yüzen kocaman moloz parçaları vardı. Görünüşe göre Gallia’ya ait bir binadan kalmaydılar.
Dünyanın istikrarsızlığından mıdır bilinmez, bir anda önümde dipsiz bir yarık açıldı. Yüzen enkazlara basarak bunun etrafından dolanmak işime yaradı.
En büyük moloz parçasının üzerine sıçrayıp ileri baktım. Ufuk boyunca ruhlar akıyordu. Bu manzara, kıpkırmızı dünyayı capcanlı renklere boyuyordu.
Ruhlar birbirine temas ettiğinde mavi, sarı, yeşil gibi türlü ışıklar saçıyorlardı. Toplanıp yoğunlaştıkça birbirleriyle temas fırsatları artıyor, renkler güçlenip daha da albenili hâle geliyordu.
Ufkun öte tarafından birbirine karışarak bir gökkuşağı oluşturuyorlardı.
Kızıl dünyanın üzerindeki o devasa gökkuşağı, benim dünyamda görülmesi imkânsız bir sahneydi. Belki de bu yüzden, gözlerimi alamayacak kadar büyüleyiciydi.
[Bu molozlar önceki bir savaştan mı kaldı?]
『Aynen öyle. Açılmak üzereyken durdurulmuştu, ama bir sürü şeyi yuttu.』
[Peki bu sefer?]
『Tam açılırsa, bunlardan başka şeyleri de içine çeker. Zaten hasat edilmesi gerekenleri.』
Tohum (yetenek) ektikten sonra, büyüyen mahsul (statü) hasat edilmeliydi. Normalde ağırdan alınır, yeteneklerin serpilip büyümesi beklenir, can verildiğinde kabul edilirdi. Greed, doğaya bırakılması gereken bir işin zorla yaptırılmasından söz ediyor gibiydi.
Ölmemiş olsan bile, ruhun zorla buraya getirilecekti.
『Şu anda burada, aslında bu dünyada toplanmış olması gereken ruhlar var. Bu akış bitince, dışarıdan içeri çekiş başlayacak.』
[Gerçekten mi?]
『Şimdiye kadar anlattıklarım Mikuriya’nın hipoteziydi. Mevcut durumla örtüşmesine bakılırsa doğruymuş gibi duruyor.』
“Mikuriya mı?” Yanılmıyorsam… Kairos’la yakın çalışan kadın bir araştırmacıydı.
Myne geçmişteki hapishanesine sıkışıp kaldığında onu kurtarmak için, onun ruh dünyasına daldığım zamandı.
O sırada Kairos’tan yardım almıştım. Süreç içinde onun parçalı anılarından bir kesit yakalamıştım. Mikuriya, O’nun Diyarına giden Kapı’yı araştırıyor gibiydi.
Kairos’un anılarında, Mikuriya sanki onun eliyle ölmüştü. Ama Mikuriya’nın ruhu Gluttony yeteneğinin içinde değildi.
Duyularımı yeniden keskinleştirip Gluttony’nin içine baktım ama orada da yoktu.
[Şimdi nerede peki?]
『Mikuriya’yı Gluttony yutmadı. Kendi canına kıyarak o diyara gitti.』
[Kendi canına mı?]
『Evet. Görünürde iki sebep var. Kairos, onun Gluttony tarafından alınmasını kesinlikle istemedi. Bu yüzden kendi hayatına son vermeyi düşündü. Ama belki de biliyordu… Bu vaktin bir gün geleceğini.』
[Bu ışık…?]
Diğer ruhlardan farklı bir renk bana doğru geldi. Akışın tersine gitmekle kalmıyor, etrafımda daireler çizerek dönüyordu.
İçimdeki Kairos’un sesini duydum.
(Mikuriya ha… böyle bir hâlde, böyle bir yerde yeniden karşılaşmak.)
Kairos’un sözlerine karşılık verir gibi, altın renkli ruh, ışık saçarak insan şekline bürünmeye başladı.
[Gluttony-san. Merhaba, ben Mikuriya.]
[Merhaba…..]
Konuştuğum kişinin birden karşımda belireceğini hiç düşünmezdim… İçimdeki Kairos da şaşırmış gibiydi.
Ben afallamışken, Mikuriya mahcup bir yüzle anlatmaya koyuldu.
[Özür dilerim, Kairos. Bunu yapmaktan başka çare yoktu. Sonuçta buraya bedenlerimizle gelemeyiz. Onun yerine yalnızca ruhlarımızla geldik. Sayesinde çeşitli araştırmaları ilerletebildim.]
[Araştırma için mü!?]
Sırf bunun için mi öldün!?
Araştırmacılar sık sık eksantrik olur. Tanıdığım Raine de, araştırma uğruna her şeyi göze alabilen biriydi. Yanındayken sinirlerimi hoplatan çok şey olurdu. Babası Mugan da her defasında endişeden kahrolurdu.
Mikuriya, Raine’den bile daha “has” bir araştırmacı gibi görünüyordu.
[Öyle… elimden gelmedi. Ama bu kadar ileri gideceğimi ben de bilmiyordum.]
[Bunca yol gelmişken şaşırmana gerek var mı…]
[Her neyse, seni bekliyordum.]
[Beni mi?]
[Evet, bunun için bir sigorta bıraktım. Bir gün geleceksin… Kairos’un halefi. Bana adını söyler misin?]
[Fate Barbatos.]
[Anlıyorum. Dean oğluna böyle bir isim koymuş. Fate… kusursuz bir isim.]
[Babamı tanıyor musun?]
Babam, yani bir Kutsal Canavar İnsanı, ve Ölümcül Günah yeteneğine sahip Kairos… İkisiyle de adlarıyla hitap edecek kadar yakın olduğu çıkarılabilirdi.
Mikuriya bana, gözlerimin içine bakarak konuştu.
[Çünkü ben de bir Kutsal Canavar İnsanıyım. Aa… şaşırmadın. Hayal kırıklığı.]
[Zaten en mantıklı ihtimalin bu olduğunu düşünmüştüm.]
[Anlatması daha kolay olacak o zaman. Ben, ölüp ruha dönüştüğüm için Kutsal Stigmata’nın bağlarından azadeyim. Bedene kazınanın, ruha sirayet etmediği kanıtlandı. İnsanın ölünce özgürleşmesi tuhaf.]
Her ne kadar ölmüş olsa da, Mikuriya’nın yüzünde ferah bir ifade vardı. Babamın Kutsal Stigmata’dan kurtulunca gösterdiği yüze çok benziyordu.
Demek ki Kutsal Canavar İnsanları için o vahiy ne kadar mutlak bir şeymiş.
O vahiy bende tecelli etmiyor. Muhtemelen bir başkası onunla yükümlü. Ben Kutsal Canavar İnsanı gücünü miras aldım. Ve bir insan olarak, Gluttony ile harmanlandım.
Şu anda bile, Gluttony’nin “diğer ben”i yerimi almak için fırsat kolluyordu, eminim.
Mikuriya biraz önceki hâlinden tamamen farklı, hüzünlü bir yüzle bana döndü.
[Fate, bütün bunlar ezelden belirlenmiş bir uyumun parçasıysa, ne yaparsın?]
[Kairos’un savaşından beri, bugüne kadar olan her şey öyle mi yani?]
[Evet, öyle gelişiyor.]
[Burada seninle konuşmamız bile mi?]
[Ben, olsa olsa küçük bir direnişim. Bu düzeyde asla tersyüz edemem. Tıkanan yerde akışı durdurmazsam, bir gün yine taşacak. Sadece zaman kazanmak bu.]
Mikuriya, ruhların aktığı yöne bakarak böyle dedi.
[Öyle olsa bile, sonuna kadar savaşacağım. Kairos gibi zamanı satın alabiliyorsam, sıradakine bağlayabilirim. Başaramasam bile bir sonrakine emanet ederim.]
Tıpkı Kairos’un Kara Kılıç Greed’i bana emanet etmesi gibi; o an er geç yine gelecekti, eminim.
[Ben de birine söz verdim. Mutlaka döneceğim dedim. Libra’yı durduracağım, Roxy’yi alıp asıl dünyaya döneceğim. Ne kadar imkânsız görünse de.]
Kraliyet Başkenti’nde bekleyen Aaron’un yüzü geldi aklıma. Başkenti korumak için savaşmayı sürdürüyor olmalı.
Ruhların hasadı Başkent’e ulaşırsa, geri dönüş imkânsız olurdu. Ne olursa olsun, buraya kadar gelmişken artık geri dönüş yoktu.
[Kairos’a çok benziyorsun. İçim rahatladı.]
[Kairos’a benziyor muyum?]
Tip olarak bambaşka duruyoruz ama Greed’e sorunca aynı cevabı verdi.
『Benziyorsun tabii. “Vazgeçmek” diye bir kelime yok sözlüğünde.』
[Tam isabet! Hele ki her koşulda direnmeye gelince.]
[Şey… bu övgü mü?]
[Ben de aynı yolu izleyip burada bekledim. Uzun, çok uzun süre; bıkana kadar.]
Mikuriya yavaşça elini kaldırıp alnıma koydu.
[Burada edindiğin ruh bilgisini kullanarak ruhunu yeniden düzenle. Zincirlerini çöz.]
[Zincirler mi?]
[İnsan olup Gluttony ile harmanlanmış sen ve Kutsal Canavar İnsanı olan diğer sen. Bir insan olarak doğup hem Ölümcül Günah yeteneğini hem de Kutsal Canavar kanını taşıyan bir düzensizliksin. Sistemin dışında olduğun için gerçek gücünü sergileyemiyorsun. Kendi ruhumu kullanıp bunu tamamlayacağım.]
Bu noktadan sonra Mikuriya’yı durduramazdım.
Diğer benliğimle bütünleşebilecek miyim?
Onunla düzgün bir sohbet edebileceğimi pek sanmıyordum.