Gölge Köle - Bölüm 107
Bölüm 107: Büyüyen Gölge
Sunny, rünlere şaşkınlıkla baktı.
Sonra gözlerinde bir anda aydınlanma parladı.
Nihayet, bir Yankı ile bir Gölge arasındaki temel farkın ne olduğunu anladı.
Aslında… oldukça basitti.
Yankılar, o varlıkların ölüm anındaki halleri baz alınarak oluşturulmuş kopyalardan ibaretti.
Hiç değişmezlerdi. Ne iseler, hep öyle kalırlardı.
Ama Gölge’ler öyle değildi.
Zaten doğaları gereği değişkendi Gölge’ler.
Ortama göre şekil alan, biçim değiştiren varlıklardı.
Bu yüzden, bir Gölge de değişebilir — ve hatta gelişebilirdi.
Sunny’nin gözleri fal taşı gibi açıldı.
Kabus Yaratıkları’nı öldürerek gölge parçacıkları topluyor, böylece güçleniyordu.
Bir noktada, Gölge Çekirdeği evrim geçirecek ve Uyuyan hâlinden Uyanmış hâle yükselecekti… belki daha da öteye.
Bu tür bir evrimin getirdiği güç sıçraması, kelimenin tam anlamıyla benzersizdi.
Gerçi, bu sürecin detaylarını tam olarak bilmiyordu.
Ayrıca bir insan olarak, Uyanmış’a dönüşmesi için önce Gerçek Dünya’ya dönmesi gerekiyordu — ki bu lanet topraklarda imkânsızdı.
Bin gölge parçacığı biriktirdiğinde ne olacağı hakkında bile bir fikri yoktu.
Ama ne olursa olsun, eğer bu yolda yürümeye devam ederse, gün gelecek, sahip olduğu Yankılar ve Anılar ona yetersiz kalacaktı.
Yeni düşmanlarla savaşmak için onları arkasında bırakmak zorunda kalacaktı.
Ancak yerine yenilerini bulmak hiç de kolay değildi.
Anılar neyse de — onları nispeten daha kolay bulabiliyordu.
Ama Yankılar?
Yankı bulmak, neredeyse mucizeye eş değerdi.
Yankı güçsüz kaldığında, yenisini bulmak çok zor oluyordu.
Ama Gölge’ler…
Gölge’ler, onunla birlikte gelişebiliyordu.
O güçlendikçe, onlar da güçleniyordu!
Eğer Sunny gereken çabayı gösterirse, Gölgesi asla geride kalmazdı.
Bu küçük özelliğin sunduğu olasılıklar sonsuzdu.
Hatta, Sunny’nin geleceğe dair tüm planlarını kökten değiştirmeye yeterdi.
Daha önce kendini hep savaş alanında ön safta dövüşen biri olarak hayal etmişti.
Anılar ve bir-iki Yankı, yalnızca destek unsuru olurdu.
Çünkü güçlü Yankı’lar aşırı nadirdi.
Çoğu, sadece Ustalar ve Azizler arasında el değiştiriyordu.
Ama Düşmüş ya da Bozulmuş yaratıklara karşı verilen savaşlar, asla kolay geçmezdi.
O yüzden, bu tür yaratıklardan ganimet alıp Yankı elde etmek de neredeyse imkânsızdı.
Herkes için.
Ama Sunny için değil.
Zayıf yaratıkları öldürür, onlardan basit Yankı’lar çıkarır…
Sonra da onları katliam makinelerine dönüştürene kadar geliştirirdi.
Şansın ve düşme oranlarının etkisi altında kalmadan,
adım adım, güçlü Gölge’lerden oluşan bir ordu kurabilirdi.
Ve sonra?
Gölge’leri düşmanlarını parçalarken o uzaktan izler, elinde bir kokteyl keyfine bakardı.
(Ee… zenginler böyle şeyler içiyordu değil mi?)
Üstelik canavarlar, insanlar gibi Rüya Kabusları geçirerek seviye atlamak zorunda değildi.
En azından Sunny’nin bildiği kadarıyla öyleydi.
Carapace Demon örneğin, sadece Ruh Ağacı’nın meyvelerini yiyerek büyümüştü.
Bu da demekti ki, Gölge Aziz, Sunny’nin bu lanet topraklarda ulaşabileceği seviyenin çok daha ötesine geçebilirdi.
Belki de onu bu yerde gerçekten yaşanabilir bir hayatla tanıştıracak kadar güçlü hâle bile gelirdi.
Sunny heyecanla ona baktı ve gülümsedi:
“Seninle birlikte çok büyük işler başaracağız dostum.“
Eğer kendi gölgesi hâlâ yerini tehdit altında hissetmiyorsa, artık hissetmeye başlamalıydı.
⋯⋯⋯
Ama şimdi Sunny’nin kafasını kurcalayan şey, daha farklıydı.
Taş Aziz’i nasıl besleyecekti?
Kendi parçacıklarını ona aktarabiliyor olsaydı, hiç düşünmeden yapardı.
Hatta bu, kendi gücünü azaltsa bile.
Ama rünlere bakmak, Taş Aziz’e dokunmak, Büyü’ye konuşmaya çalışmak…
Hiçbiri işe yaramamıştı.
Kendi gölgesine danıştı, ama o da konuşma modunda değildi.
Sunny, onun yüzünde “Hain!” kelimesini göremese bile, hissediyordu.
Gerçi unuttuğu şey şuydu:
Gölgesi zaten fiziksel olarak konuşamıyordu.
Sunny başını kaşıdı, Ruh Denizi’nde volta atmaya başladı.
“Hmm… En bariz yol, onu dışarı çıkarıp birkaç Kabus Yaratığı kestirmek.
Ama işe yarar mı ki?
Sonuçta, Scavenger birini öldürdüğünde parçacığı ben alıyordum, o değil.
Hım… O mu dedim? Cassie’nin her şeye insani nitelik atama huyu bana da mı bulaştı?
O değil, bu!
Neyse ne, ben ne diyordum en son?”
Dış dünyaya bir göz attı.
Şu anda gündüz vaktiydi.
Normalde bu saatte çoktan uyumuş olurdu.
Gündüz dışarı çıkmak tehlikeliydi.
Gölgenin dışına adım atmak, her türlü Düşmüş kâbusun onu görmesi demekti.
Sunny bugüne kadar bu cehennemde aşırı dikkatli, korkak ve sadece gece avlanan biri olduğu için hayatta kalmıştı.
Bu dersleri öğrenmek için çok ağır bedeller ödemişti.
Ama yine de… değer miydi?
Risk almaya… değer miydi?