Gölge Köle - Bölüm 111
Bölüm 111: Daha Alt Bir Yaratık
Sunny, tüm dünyayı boğan o ezici hisle uyandı.
Gün batımı yaklaşıyordu ve onunla birlikte, Kızıl Kule’nin uçurumsu gölgesi bir kez daha lanetli şehrin üzerine düşmüştü.
Uzakta yükselen bu kule, bu kasvetli harabelerin her yerinden görülebiliyordu.
Unutulmuş Sahil’in üzerinde, ebedi bir uğursuzluk gibi yükseliyordu.
Siklopik boyutlardaydı ve hayal bile edilemeyecek kadar yüksekti; kökleri, sonsuz kızıl mercan denizinden doğuyor, zirvesi ise gri bulut perdesinin ardında kayboluyordu.
Son birkaç ay içinde, Sunny onun varlığına alışmış ve ona dikkat etmemeyi öğrenmişti.
Kule’yi düşünmek deliliğin kesin yoluydu.
Sonuçta, o akıl almaz yapının içinde, eve dönme umutlarının tek anahtarı yatıyordu.
Ve umut bir zehirdi.
Esneyerek ayağa kalktı, kollarını gerdi.
Bir anlığına kaybettiği iyi ruh hali geri dönüyordu.
Artık bir önceki gecenin olaylarını kafasında tarttıktan sonra, şansının son zamanlarda ne kadar inanılmaz olduğunu daha da net görüyordu.
Taş Aziz’i elde etmesi ve ardından onun bir Gölge’ye dönüşmesi, tam anlamıyla mucizevi bir şeydi.
Hayatı artık daha iyiye gidecekti!
Ama Sunny, her şeyi dikkatlice düşünmeliydi.
Evcil canavarını nasıl geliştireceği konusunda tamamen bilinmez sulardaydı.
Başta, Gölge Aziz’in, Hatıraları yiyerek gölge parçaları toplayabildiğini fark ettiğinde hissettiği o büyük heyecan çoktan sönmüştü.
Onun yerini, rahatsız edici bir dizi soru almıştı.
Sunny, Unutulmuş Sahil’de yaklaşık altı ay geçirmişti.
Bu süre içinde, Gölge’ye yedirilmeye uygun yalnızca üç Hatıra bulabilmişti.
Bunlar ona yalnızca altı gölge parçası kazandırmıştı.
Şu anki hızla giderse, yazıların istediği iki yüz parçaya ulaşması on altı yıl sürecekti.
Ve bunun sonunda Taş Aziz’e ne olacağını ancak o zaman öğrenebilecekti.
Oysa Gunlaug’un ordusundaki en elit kişiler bile burada on yıldan fazla hayatta kalamamıştı.
Kale’nin Kralı olan Gunlaug bile burada sadece sekiz yıldır yaşıyordu — ve bunda büyük ölçüde şans etkiliydi.
Elbette, ölümcül taş şövalye savaş gücüne katıldığında Sunny’nin dövüş yeteneği büyük oranda artacaktı.
Ama yine de, bu çok uzun bir süreydi.
Bir çözüm bulmalıydı.
Hesap yaparken gözleri, büyük zahmetlerle biriktirdiği ruh parçalarının saklandığı demir sandığa takıldı.
Bir an duraksadı, sonra yavaşça sandığa yaklaşıp kapağına baktı.
Unutulmuş Sahil standartlarına göre, Sunny inanılmaz derecede zengindi.
Bu servetle kale içinde, basit şeylerden nadir ve zor bulunan eşyalara kadar pek çok şey satın alabilirdi.
…Bazılarını ise düşünmek bile istemiyordu.
Ama en çok ilgisini çeken şey, büyük miktarda Hatıra elde etme ihtimaliydi.
Güçlü Hatıralar, özellikle de yararlı büyülere sahip olanlar, ucuz değildi — hatta inanılmaz derecede pahalıydı.
Ama Sunny için kalite değil, miktar önemliydi.
Çünkü Taş Aziz, en işe yaramaz Hatıradan bile aynı miktarda parça alabiliyordu.
Eğer tüm parçalarını harcarsa, onun gücü bir anda ciddi şekilde artabilirdi.
Gelecekte de Gölge’yi iki kat hızlı geliştirebilirdi — parçaların yarısı avladığı yaratıklardan gelen Hatıralardan, diğer yarısı ise yarattıkların bıraktığı ruh parçalarıyla satın aldığı Hatıralardan olurdu.
Bu da toplam süreyi mantıklı bir seviyeye indirebilirdi.
Ama bu planın büyük bir sorunu vardı.
Sunny, çok sayıda ruh parçası harcamaya başlarsa, kaçınılmaz olarak dikkat çekecekti.
Onu soymaya kalkacak sıradan haydutlarla uğraşmak keyifli olmazdı ama büyük problem değildi.
Asıl tehlike, Gunlaug’un onun işlerine ilgi duymasıydı…
Bu, felaket olurdu.
Ve tabii Nephis vardı.
Onun varlığı, yalnızca ikisinin bildiği sebeplerden dolayı her türlü planı boşa çıkarıyordu.
Diğer herkes ise, gerçeğe karşı kör ve sağır görünüyordu.
İşte asıl problem de buydu.
Sunny kaşlarını çattı, sandıktan uzaklaştı.
“Bu fikre belki sonra dönerim. Ama önce, Gölge’nin güçlenmesinin tek yolunun Hatıra yemek olup olmadığını kontrol etmem gerek.”
Taş Aziz’in, tıpkı kendisi gibi, Kabus Yaratıklarını öldürerek gölge parçaları alıp alamadığını bilmek istiyordu.
Bir süre sonra, Sunny lanetli şehrin taş labirentinde dikkatle ilerliyordu.
Gölgelerle bir olabilme yeteneği, ona mutlak karanlıkta bu harabeleri keşfetme konusunda ciddi bir avantaj sağlıyordu.
Ama yine de, ölüm her zaman bir adım uzağındaydı.
Buraların gerçek efendileri olan Düşmüş yaratıkların dikkatini çekmek, onun için sonun başlangıcı olurdu.
Bu konuda hiçbir yanılsaması yoktu.
Burada insanlar, Düşmüş Olanlar’dan kaçmayı ve avlanabilecekleri daha zayıf yaratıkları bulmayı öğrenerek yaşıyordu.
Ama bu daha alt seviye yaratıklar bile çok azdı, dolayısıyla avlanmak her zaman tehlikeliydi.
Yine de, Sunny bu işi meslek haline getirmişti ve şu an da bunu yapıyordu.
Sonunda, geçmişte belirli bir yaratığı gördüğü bölgeye ulaştı.
Şaşırtıcı bir şekilde, Sunny bu tür yaratıklara fazlasıyla aşinaydı.
Sonuçta, onlardan biri geçmişte neredeyse canına mal olmuştu.
Bu bölgede, yalnız bir kabuklu lejyoner yuva yapmıştı.
Yüksek bir taş sütunun tepesine tırmanarak, Sunny hareketsizce avının ortaya çıkmasını bekledi.
Zaman acı verici derecede yavaş ilerliyordu, ama iyi bir avcı sabırlı olmak zorundaydı.
Karanlığı yaran gözleri, hayaletimsi harabeleri izliyordu.
Bir saat geçti… sonra bir saat daha.
Sunny bekledi.
Sonunda, sabrı karşılığını verdi.
Yıkılmış binalardan birinin derin karanlığından, tanıdık, heybetli bir siluet çıktı.
Kabuklu lejyoner, siyah kabuğunun üzerindeki kızıl desenlerle taşlara adım attı.
İki korkunç kemik tırpanı, taş zeminde sürtünerek ilerliyordu.
Sunny gülümsedi.
Lejyoner, daha tek bir adım atmıştı ki, harap olmuş sokağın derin gölgelerinde iki kızıl alev parladı.
Ve o anda…
Zarif bir taş şövalye, karanlıktan çıktı.
Kalkanını kaldırıp, kılıcının namlusunu onun kenarına yasladı.
Zırhının altından, hayaletimsi gri sisler sızıyordu.
Cildinden tuhaf, karanlık bir ışıltı yayılıyordu.
Etrafındaki gölgeler sanki onu karanlık bir pelerin gibi sarmak istermişçesine hareket ediyordu.
İki yaratık — biri iri ve vahşi, diğeri küçük ama sarsılmaz — karşı karşıya durdu.
…Ve sonra, kıyamet koptu.