Hai to Gensou no Grimgar - Bölüm 01
Çevirmen: Krepyn & Düzenleyen Friolero
Level 1: Bir Fısıltı, Bir Arya, Bir Duacı, Bir Uyanış
Bölüm 1: Hiçbir Şey Bilmeden
Taştan yapıların sıralandığı sokakları olan alanlar ve sadece tahtadan yapılmış olanların olduğu alanlar vardı. Çakıl taşından sokaklar sürekli kıvrımlar ve dönüşlerle devam ediyor, nereye gittiği belli olmuyordu. Geniş yolun iki kenarından, içinden fazla miktarda su akmayan, iki suyolu geçiyordu. Ara ara, insan atığı olabilecek pis bir koku geliyordu ama bir süre sonra daha fazla kimse kokuya aldırıyor gibi durmuyordu.
Hiyomu on iki kişilik grubu tepenin üstünden gördükleri şehir merkezine doğru ilerletti. Dediğine göre, şehrin ismi Altana’ydı. Grup sabahın erken saatlerinde, bir şehirden beklendiği gibi, yerleşim yeri olduğunu düşündükleri yapıları geçti. Kasaba halkı yeni gelenleri sanki egzotik hayvanlarmış gibi süzdü. Aslında kasaba halkı çok garip giyindiği için, tam tersi geçerliydi. Kıyafetleri çok sadeydi, hiç bir özellikleri yoktu ve kendilerinkine göre biraz eski püsküydü.
“Bu yer…” diye başladı Tasasız Oğlan. “Bir çeşit yabancı ülkede falan mıyız?”
“Ahh…” diye başını bir tarafa yatırdı Dağınık Saçlı, sanki her şeyi yanıtlamış gibi. “Yabancı bir ülke. Ülke mi? Bekle bir dakika, ben hangi ülkedenim? Garip, hatırlamıyorum. Adresimi de hatırlamıyorum… Neden?”
“Yeni mi düştü jetonun?” dedi Gümüş Saçlı kısık bir sesle. “Ben de kendi ismim dışında bir şey hatırlamıyorum.”
Herkesin bundan bahsediş tavrı çocuğu rahatsız etti. Hatırlamamak. Asıl olan şey bundan farklıydı, bildiklerini basitçe unutmamışlardı. Belki kendisi gibi, Gümüş Saçlı da bir şeyleri hatırlamaya çalıştığında, o hatırlayamadan kayboluyordu.
“Ad mı?” diye göğsüne vurdu Dağınık Saçlı. “Benim adım Ranta… Ama errr, başka hiçbir şey hatırlamıyorum. Hatıralarımı mı silmişler? Cidden mi?” Sesi sanki iki kişilik bir komedi şovundaki bilge adamın sesi gibi çıkmıştı.
“Öyle düşünürsek…” çocuk kendini sanki doğrudan adamı oynuyormuş gibi hissetti. Biraz gereksizdi, hem biraz da pişmanlık duydu ama artık duramazdı. “Amnezi olmuşsun gibi görünüyor… ya da bir şey… belki…”
“Hey.” diye iç çekti Ranta. “Doğrudan adamı oynayacaksan, bunu biraz daha şey yap–bilirsin ya. Söylediklerini daha kendine güvenerek söyle. Rolünü yarım yamalak yaptığında gerizekalı gibi görünüyorsun, hem burada sana gülen de yok. Her neyse, seni bu seferlik affedeceğim. Ve adın?”
“Beni ‘af’ mı edeceksin?” Ve Ranta ona gerizekalı mı diyordu? Asıl öyle şeyler söyleyip gerizekalı görünen oydu. Bunu böylece bırakmak istemedi ama… ad. Adı neydi? “Adım… Haruhiro, sanırım.”
Dağınık Saçlı, Ranta, kendini abartılı bir şekilde yere atarak. “Sanar mısın? Kendi adını da bilmediğini söyleme bana! Bundan bahsediyorduk değil mi? Tüm bu konuşma, adımız dışında hiçbir şeyi hatırlayamamamızla ilgiliydi, hatırlıyor musun?”
Şu çocuk. Cidden sinir edici, diye düşündü Haruhiro, Gümüş Saçlıyı izleyerek Hiyomu’nun arkasına geçti. Gümüş saçlı çocuğun ismi neydi? Öğrenmek istedi ama sormaya korkuyordu. Haruhiro, Gümüş Saçlıya sormaktan özellikle kaçınıyor gibi görünmüyordu, gene de yanındaki ipek saçlıya sordu. “Ya sen?”
İpek Saçlı, Haruhiro’ya gülümsedi. Kendi halinde, serinkanlı birine benziyordu. “Ben Manato. Sana Haruhiro diyebilir miyim? Çok resmi olmaya gerek yok değil mi?”
“Ah. Olur, önemli değil. Bende sana ilk isminle seslenebilir miyim o zaman?”
“Tabii, çok önemsemiyorum zaten.”
Manato sırıttı ve Haruhiro da beklemeden karşılık verdi. Dışarıdan Manato iyi ve güvenilir biri gibi görünüyordu. Bir çocuğun adı da Ranta’ydı. Gümüş Saçlı’ya sormaya korkuyordu ve Kısa Saçlı çocuk da arkadaş canlısı görünmüyordu. Haruhiro, Süslü Kızın tamamen başka bir dünyadan olduğunu düşündü ve Gözlüklü Çocukla konuşabileceğini düşünse de, bir nedenle konuşması zor birine benziyordu.
Ya İkiz Örgülü Kız, Utangaç Ufak Kız ve İnanılmaz Küçük Kız? Utangaç Kız ona en yakın olanlarıydı ve bir süredir onunla bir konuşma açmak istiyordu. Başlamak için belki de adını sormalıydı. Haruhiro konuşmaya başlayacağı sırada biraz gerginleşti.
Hafifçe öksürerek. “Affedersin.”
“…E–evet…?”
“Uhm, çok bir şey değil ama, um, önemli bir şey olmasa da burnumu falan da sokmak istemiyorum ama–”
“Adım Kikkawa!!” diye bağırarak araya girdi Tasasız. “Oğlanları boş verin, hadi biraz kızları tanıyalım! Birbirimizi tanımaya başlasak nasıl olur, hemen şimdi, herkes bir arada?”
İkiz Örgülü Kız başını yana yatırarak. “Hayır desem nasıl olur.”
“Awww…” Tasasız, Kikkawa, acınacak bir şekilde tek vuruşta konuşma dışı olmuştu.
Haruhiro iyi oldu diye düşündü ama sağ olsun onun sayesinde kendine güvenini biraz geri kazanmıştı. “Erm, adın neydi?” diye sordu Utangaç Kıza, sorusunu olabildiğince direkt ve kısa yaparak. “Yani, adını bilseydim konuşması daha kolay olurdu.”
“Umm…” Utangaç Kız başını yere eğdi ve kahküllerini çekiştirdi, sanki yüzünü saçının arkasına saklamak ister gibi.
Aslında baya sade görünüyordu ama yüzünde tatlı bir şey vardı. Saklayacağı hiçbir şey yoktu.
“Adım… Adım Shihoru. İlk adım. Sanırım. Özür dilerim…”
“Özür dilemene gerek yok.”
“Üzgünüm, kötü bir alışkanlık. Üzgünüm, daha dikkatli olurum.”
Shihoru yeni doğmuş bir geyik yavrusu gibi titriyordu. Cidden iyi miydi? Haruhiro endişelendi, kendinde koruma isteği uyandırıyordu.
“Baya uzunmuşsun,” dedi Haruhiro iyi huylu ama dev gibi görünen bir adama. “Boyun kaç?”
Dev göz kıptı, bön bön bakarak. “Boy mu? 1.75.”
“Bir yetmiş beş mi!?” diye araya girdi Ranta. “Yani bu benim 1.67’lik boyumu kısa mı yapıyor?!”
“Hayır, doğru değil…” dedi dev. “1.85 gibi bir şeydi, sanırım. Ah. Bu arada adım Mogzo. Büyük ihtimalle.”
“10 santimetreni bana ver hemen, Mogzo!” diye talep etti Ranta, onu dürterek. “10 santimetreni bana verirsen sen 1.75 olursun bende 1.77 olurum, yerlerimizi değişmiş oluruz yani. Çok iyi, değil mi?”
“Yapabilsem yapardım…”
Haruhiro, kendi konuşmasını çaldığı için Ranta’ya kızarak. “1.67 yoksundur sen, 1.65 falansın.”
“Kes sesini! Kötü bir şey değil mi bu? İnsanları görünüşleriyle yargılamak, sen de benimle aynı boydasındır!”
“Ben 1.67’yim.”
“Ne göt herifsin! 2 santimetre için mi kırıyorsun beni!”
“Velet gibi davranıyorsun.”
“Bir şey mi dedin? Seni duyamadım. Ne demiştin?”
“Yok bir şey.”
“Yalancı! Daha demin bana yalan söyleyen, sapık, şeytani bir piç dedin! Benim şeytanıl kulaklarımı aldatamazsın! Ne dediğini duydum! ‘Cehenneme git, kıvırcık saçlı piç’ dedin!”
“Cidden öyle bir şey demedim.”
“Ve bana kıvırcık dedin! Kimse bana kıvırcık diyemez! Yasaklı söz!”
“Sana diyorum değil mi, öyle bir şey demedim. Başkalarının ağzından bir şey deme.”
“Seni duydum! Bu şeytan kulaklarım çok güçlüdür, her şeyi duyarlar! Her neyse. Şimdilik bunu unutma! Bana kıvırcık diyecek kadar ileri giden birini affetmem! Diyenler için ölüm cezası vardır. Ölüm!”
“Kıvırcık,” dedi Gümüş Saçlı, ona dönerek. “Çok gürültü yapıyorsun. Kes şunu.”
“Evet efendim.” Kıvırcık Ranta büzülerek. “Üzgünüm. Konuşmayı hemen kesiyorum.”
“Sana onu diyen kimseyi affetmeyeceğini sanıyordum.” dedi Haruhiro omuz silkerek.
“Aptal,” diye fısıldadı Ranta. “Ben zamanı ve mekanı iyi seçen biriyim. Bana Seçim Ustası derler. Kararların Kralı olacağım!”
“Evet, kesin öyledir. Ne olursan ol, Alayların Kralı.”
“Alayların Kralı değil, Kararların Kralı! Kral olunca, sana göstereceğim…”
“Kıvırcık.” Gümüş Saçlı durdu ve Ranta’ya bakmak için döndü. “Kes sesini.”
Ranta hemen dizlerinin üstüne çöküp eğildi. “Affınız için yalvarıyorum!”
“Kararların Kralı olmak yerine,” dedi Haruhiro, Ranta’ya bakarak, “neden Yerlere Kapanma Kralı olmayı hedeflemiyorsun?”
“Yerlere Kapanma Kralı mı?! İmkanı yok! Yerlere kapanmakta ne kadar iyi olsam da, hiç havalı değil!”
“Kıvırcık.” dedi Gümüş Saçlı içinde karanlık bir ifade olan tonla. “Bu üç etti.”
Ranta tekrar dizlerinin üstüne çökerek, alnını taş yola dek eğerek. “Süper aşırı özür dileyerek! Lütfen affedin. Lüüüütffeeeeen…”
Bu çocuk çoktan Yerlere Kapanma Kralı olmuş, diye düşündü Haruhiro ama sözünü kendine saklandı. Bir şey deseydi, Ranta bitmeyecek bir konuşmaya girmek için hazırdı. Hiyomu onları iki katlı bir binanın girişine getirene kadar sessizce yürüdüler.
Yapının üstünde, beyaz arka plan üstüne kızıl hilal ay bulunan bir bayrak dalgalanıyordu, aynı sembolü bir tabelada da gördüler. “Alt Snı rdu ede çe, ıl Ay rahı” yazıyordu, bunda bir tuhaflık vardı. Daha yakından bakınca, kelimelerin bazı kısımlarının solduğunu ve bazı harflerinde düştüğünü gördü.
“Tada!” Hiyomu tabelayı gösterdi. “Sonunda geldik! Burası ünlü bir yer! Altana Sınır Ordusu Gönüllü Birlikler, Kızıl Ay Karargahı.”
“Kızıl Ay,” Haruhiro tabelaya bir daha bakarak nefesini verdi. Kesinlikle eksik harfler yerine geri konup okunursa: Altana Sınır Ordusu Gönüllü Birlikler Kızıl Ay olurdu.
“Hadi içeri girelim!” diye Hiyomu herkesi bir anlık dalgınlıktan çıkardı, yapıya girdiklerinde içerinin daha çok bir salona benzediğini gördüler. Oda geniş ve ferahtı, sandalyeler ve masalarla donatılmıştı ve arka tarafta da bir bar vardı. Barın arkasındaki ellerini göğsünde birleştirmiş adam dışında salonda kimse yoktu.
“Burası Hiyomu’nun sizi bırakacağı yer!” Hiyomu barın arkasındaki adama selam verdi. “Bri-chan, onlara her zamanki gibi detayları anlatacak kadar nazik olur musun?”
“Olur,” Bri adlı adam Hiyomu’ya el sallayarak basitçe cevap verdi, göbeği el sallamasından dolayı hopluyordu.
“O zaman müsaadenizi istiyorum, bye bye!”
Hiyomu’nun arkasından kapının çarpmasıyla gerginlik iyice arttı. Muhtemelen Bri’nin onlara, bakışları içlerinden geçiyor gibi bakmasından dolayıydı. Hayır, ‘muhtemelen’ değil. Kesinlikle Bri’den dolayıydı. Tuhaf biriydi. Çok tuhaf.
Bri öne doğru eğildi, ellerini bara koydu ve çenesini de ellerinin üstüne dayadı. Haruhiro çukurlu bir çenesi olduğunu fark etti. Bu bir yana, asıl olay saçıydı. Yeşil. Ve belki ruj sürmüştü ama dudakları da siyahtı. Uzun ve gür kirpikleri mavi gözünü çevreliyordu… muhteşem bir gök mavisi, bu da onları biraz daha korkutucu yapıyordu. Yüzüne çok fazla makyaj yapılmıştı ve elmacık kemiklerinin üstü de allanmıştı.
Ama Haruhiro ona nasıl bakarsa baksın, kesinlikle bir erkekti.
“Hmm… çok iyi,” dedi Bri, başını sallayarak. Dikeldi ve devam etti, “Hoş geldiniz, küçük kedicikler. Ben Britanny. Altana Sınır Ordusu Gönüllü Birlikleri, Kızıl Ay’ın komutasındaki subayım, ‘patron’ olarak da düşünebilirsiniz. Bana ‘komutan’ veya Bri-chan diyebilirsiniz. Hangisini kullanırsanız kullanın içten söylemeye özen gösterin, bir çocuğun annesine seslendiği gibi. Anlaşıldı mı?”
“Komutanım.” Gümüş saçlı ayağa kalktı ve başını bir yana yatırarak cevapladı, “Söyleyin. Burasının Altana adlı bir yer olduğunu anladım. Ama Sınır Ordusu ne? Gönüllü Birlikler ne? Neden buradayım? Biliyorsun, değil mi?”
“Sende bir kıvılcım gördüm!” dedi Bri gülerek, tatmin olmuş şekilde. “Senin gibi çocukları severim. Adın ne?”
“Renji. Ben senin gibi homoları sevmem.”
“Öyle mi?”
Sonra ne olduğunu, Haruhiro anlayamadı. Bri’nin hareketleri sadece hızlı değildi, aynı zamanda inanılmaz derecede zarif ve neredeyse normaldi.
“Renji, sana bir öğüt vermeme izin ver,” dedi Bri, gözlerini kısmış bir şekilde. Haruhiro ne olduğunu anladığında, Bri elindeki bıçağın ucunu Renji’nin çenesinin altına dayamıştı. “Bana homo diyen kişilerin hiçbiri uzun yaşamadı. Akıllı bir çocuğa benziyorsun, ne dediğimi anlıyor olman lazım. Şansını zorlamaya devam etmek istiyor musun?”
“Ciddi misin?” diye cevap verdi Renji. Renji çıplak elleriyle bıçağı tutunca Haruhiro nefesini tuttu. Bıçağı hareketsiz bırakacak kadar sıkı tutuyordu; bıçağın keskin ucunun başparmağına girdiği yerden kan akıyordu. “Uzun bir hayat yaşamakla ilgili bir isteğim hiç olmadı ve tehditlere karşı altta kalmak da benim tarzım değildir. Eğer beni öldüreceksen, durma öldür, Komutan Homo.”
“Sonuçta…” Bri siyaha boyanmış dudaklarını yaladı ve Renji’nin çenesini okşadı. “Seni muhteşem bir şekilde yapacağım. Yeniden ve yeniden. Bir daha hiç unutamayacağın şekilde.”
“Biliyorsun,” Ranta Haruhiro’ya fısıldadı, “‘Yapmak’ dediğinde galiba bizim normalde ‘yapmak’ı kullandığımız anlamdan farklı bir anlamda kullandı. Büyük ihtimalle.”
“Tam olarak nasıl ‘yapacak’ acaba?” İkiz Örgülü Kız Ranta’ya sordu, kafası karışmış bir halde.
“Err, bu, demek istediğim… ‘O’nu normalde onu koymadığımız yerlere koyacak. Bilirsin, genelde dışarı çıkan yere. Ne dediğimi anladın mı? De’ mi, Haruhiro?”
“Bu işe beni bulaştırma. Konuyu sen açtın, sorumluluk senin.”
“Çok soğuksun. Asosyal falan mısın? İletişim yeteneklerin mutlak sıfırdan daha az.”
“Hey, hey.” diye Tasasız Kikkawa, Renji ve Bri’nin arasına girdi. “İkiniz daha yeni tanışmadınız mı? Bir yanlış anlaşılmadan dolayı kavga etmeye gerek yok. Barışın ve bu tartışmayı unutun! Mutlu mesut geçinelim, tamam mı? Tamam mı? Benim için!”
“Senin için mi?” diye Renji ona bakarak dalga geçti. Ama gene de bıçağı bıraktı.
Bri de bıçağını, üstündeki kanı bir beze silerek geri çekti. “Her grupta birkaç tane pervasız oluyor. Sekiz erkek, dört kız. Kızlardan biraz eksiğiz ama bana göre hava hoş. Erkekler dövüşte daha iyi oluyor, o yüzden sorun yok.”
Manato’nun kaşları çatıldı. “Dövüş mü?”
“Dediğimi duydun,” diye Bri güldü. Aslında söylediği Haruhiro’ya göre çok açıktı. “Dövüşmek.”
“Burası gönüllü birlikler karargahı yani…” Manato kafasını eğdi. “Gönüllü askerler miyiz?”
“Çok iyi!” Bri yavaşça alkışladı. “Sende de bir ışık gördüm. Kesinlikle dediğin doğru. Hepiniz gönüllü askerler olabilirsiniz. Ama reddetme gibi bir şansınız da var.”
“Seçim-Ustası,” dedi Haruhiro, Ranta’nın sırtına vurarak. “Sanırım senin sıran.”
“Oh? Ah, evet! Aynen! Benim… sıram?”
“Hepiniz kendiniz için seçebilirsiniz,” dedi Bri, işaret parmağını onlara doğru kaldırarak. “Teklifimi kabul edin ya da gidin. Benim teklifim: Altana Sınır Ordusu Gönüllü Birlikleri, Kızıl Ay’a katılmanız. Başlangıç olarak acemiler olacaksınız yani kendine yeten askerler olmayı öğreneceksiniz.”
“Yani,”Süslü Kız ürkerek sordu, “gönüllü birlik üyeleri ne yapıyor?”
“Dövüşüyor, tabii ki de.” Bri sıkıntıyla bir elini sallayarak, isteksizce anlatarak. “Burada, sınırda, biz insanlar diğer ırklarla çarpışırız, onlardan bir sürü var, bizim canavar olarak adlandırdıklarımızdan bir sürü var. Sınır ordusunun görevi o canavarları öldürüp, sınırlarımızı korumak. Ama dürüst olmak gerekirse, bu kolay bir iş değil. Sınır ordusunun elleri Altana’yı ileri bir merkez olarak korumakla dolu. Burada biz, gönüllü birlikler, olaya dahil oluyor.”
“Bir başka deyişle,” dedi Gözlüklü çocuk, gözlüklerini yukarı iterek, “sınır ordusu geride durup şehri korurken, gönüllü birlikler de canavarların sayılarını azaltmak için saldırıyor. Doğru muyum?”
“Basitçe böyle…” dedi Bri, ellerini birleştirerek ve sonra da açan bir çiçek gibi, açarak. Şirin görünmek için yapıyordu, ama şirinden çok rahatsız edici bir görüntü oluşturuyordu. “Aslında, sınır ordusunun bir parçasıyız. Sınırı korumak sadece savunarak olmaz. Canavarları dolaştıkları yerlerde vurmak için seferler düzenlenir. Ama bu küçük çaplı görevler normal bir ordunun büyüklüğüyle olamaz. O kadar büyük bir kuvveti harekete geçirmek planlama ve taktik hazırlığı ister, tedarik yolları ve benzeri. Bu yüzden biz farklıyız.”
Kikkawa, Bri’nin her sözüne heyecanla kafasını salladı belki biraz aşırı derecede. “Ve biz nasıl farklıyız?”
“Gönüllü birlikler,” Bri ellerini birbirine kavuşturdu ve parmaklarını döndürdü. “Biz hareketliyiz ve uyum sağlayabiliriz. Gözleriz, sızarız, vururuz ve kaçarız. Düşmanın savaş gücünü zayıflatırız. Normal orduyla birlikte bile çalışsak bu taktikleri aynı verimlilikle uygulayamazdık. Üçle altı arası kişilik gruplar oluştururuz ve her grup düşmana karşı kendi zekasını, kendi bilgi alma becerisini ve kendi saldırı taktiklerini kullanır. Biz, yedek güçler Kızıl Ay, bunu böyle yaparız.”
“Ve…” Renji sağ elinin parmaklarını büktü. Yarası kanamayı durdurmuştu. “Senin teklifini geri çevirirsek ne olur?”
Bri kafasını bir yana yatırdı ve kalçasını bir geri bir ileri oynattı. Komik olmaya mı çalışıyordu yoksa kendi düzeyinde tehdit mi etmeye çalışıyordu? Yaptığı her neyse, birazcık korkutucuydu. “Hiçbir şey. Daha öncede söyledim, siz seçeceksiniz. Eğer gönüllü birliklerin bir parçası olmak istemiyorsanız, burayı şimdi terk edebilirsiniz ve bir daha hiç gelmezsiniz.”
“Öyleyse ben pas geçiyorum galiba,” dedi Ranta. Ellerini darmadağınık saçlarının arasından geçirdi. “Burada ne döndüğünü hala anlamadım ama ben doğuştan barışseverim.”
“Anlıyorum, o zaman görüşürüz. Kendine iyi bak.”
“Bu kadar mı!?” Ranta, kapıya doğru yürüyordu, durdu ve topukları üstünde döndü. “Haruhiro kadar soğuksın! Ama bekle bir dakika, şimdi gidersem, ne yapacağım?”
“O konuda hiçbir sorumluluk kabul etmiyorum,” Bri güldü. “Kızıl Ay’ın bir üyesi olmak istemiyorsan, gitmekte özgürsün. Eğer acemi olarak kaydolmak istiyorsanız, benden on gümüş alırsınız. Bir süre yaşamanıza yetecektir diye düşünüyorum.”
“Gümüş mü?” Manato’nun gözleri açıldı ve bir şey için ceplerini aradı. “Unutmuşum… para.”
Haruhiro da arka ve ön ceplerini aradı ama hiçbir şey çıkmadı. Hiç parası yoktu.
“Yarı zamanlı iş,” Ranta yüzünü buruşturarak inledi. “Yarı zamanlı bir iş bulmalıyım. Belki, bir süreliğine…”
“İyi şanslar,” dedi Bri abartılı bir omuz silkmeyle. “Diğer işler normal gönüllü askerlerinkine göre daha zordur. Biri sizi tutacak bile olsa, ücretleriniz o kadar az olur ki belki zorla bir iki ay çıkarırsınız. Hem de yeni efendinize karşı işe köle bir çocuk olarak başlarsınız.”
“Guh,” Kikkawa kafasına vurdu. “Köle çocuk olmakta iyi değilimdir. Acemi asker olmaktan başka şansım yok galiba?”
“Çoktan söyledim, kayıt olup olmamanız size kalmış.” dedi Bri, hepsini parmağıyla tek tek işaret ederek.
Renji uzun bir iç çekti. “O zaman söyle, pratik olarak, ne yapmalıyım?”
“Oh, Renji, beni hayal kırıklığına uğrattın. Dinlemiyor muydun? Kendi zekanızı, kendi bilgi alma becerinizi ve kendi saldırı taktiklerinizi kullanacaksınız. Biz böyle yaparız.”
“Yani bana diyorsun ki, acemi olarak ne yapmanız gerektiğini kendiniz bulmalısınız?”
“Kısaca öyle.” Bri başını salladı, 12 tane kırmızı sikke benzeri objeyi ve 12 küçük deri keseyi düzgün bir sırayla bara dizdi. Bri hilal ay kabartmalı, kırmızı sikke benzeri objelerden birini eline aldı.
“Bu kimliğiniz olarak görev yapacak ve sizin bir Hilal Ay acemisi olduğunuzu gösterecek. Acemi olduğunuzu tek gösteren kanıt bu, yani kaybetmeyin. Sürekli üzerinizde taşımak da akıllıca bir fikir olmayabilir ama her neyse, servis antlaşmanızı yirmi gümüşe alabildiğiniz zaman bütün ayrıcalıklara ve üstünlüğe sahip tam teşekküllü bir Hilal Ay üyesi olacaksınız.”
“Bekle bir dakika,” dedi kısa saçlı, asice. “Gönüllü olmamız için bizden para mı alıyorsun?”
“Evet. Bununla ilgili bir sorun mu vardı?”
“Bu kabul edilemez.”
“Paran olmadan yemek, kıyafet veya herhangi bir şey alabilir misin? Paran olmadığı için bir şeyden şikayet etme. Sevmediysen gidip dışarıda bir yerde ölebilirsin.”
Renji sırıttı. “Hayat cehenneme dönse de gene de bir ücreti var, eh?”
“Cehennem mi?” Bri başını bir yana yasladı, kelimeye alışık olmadığından. “Öyle bir şey sanırım. Bununla birlikte hepiniz nereye gideceğinize ve ne yapacağınıza karar vermelisiniz ama Hilal Ay kontratını almayı öncelik haline getirmek bilgece olur.”
“Tamam o zaman,” dedi Renji, Hilal Ay rozetini ve deri keseyi alarak. “Gönüllü birlikler acemisi veya her neyse, yapacağım ve bunda ilerleyeceğim.”
Kısa saçlı Renji’nin arkasından gitti, kırmızı rozetle deri keseyi aldı. Süslü Kız, Manato ve Gözlüklü Çocuk da onların ardından rozetlerini ve keseyi aldılar.
“Ben de bir tane alacağım, çok teşekkürler!” diye belirtti Kikkawa, bir rozet ve kese alarak. Bir tane daha kese almaya kalkıştı.
“Oy!” Bri eline vurarak onu azarladı.
Haruhiro kaydolmaktan başka bir seçenek göremedi. Ama ne için? Bilmiyordu. Belki para ve burada hayatta kalmak için? Kızıl Ay’a katılmak para kazanmak için tek seçenekse başka bir yolu yoktu ama bir yanı bu fikirden hiç hoşlanmadı.
Shihoru, İkiz Örgülü Kız ve İnanılmaz Küçük Kız kararsız görünüyorlardı. Ranta ve Migzo da aynı şekilde. Bri’nin gökyüzü mavisi gözleri onlara döndü. “Ya siz ne yapacaksınız?”
“İçimde bir çeşit tuzağa doğru gittiğimi söyleyen bir ses var,” Ranta bara doğru giderken kendi kendine söylendi.
“Azmin, azmin oldu mu; bir yolunu, bir yolunu da bulursun ve azmin, azmin olmazsa; bir yolunu, bir yolunu da bulamazsın…” dedi İkiz Örgülü Kız Ranta’yı takip ederek.
“Um,” Haruhiro kafasını ona doğru çevirdi. “Ona azmin, azmin ya da yolunu, yolunu dediğimizi sanmıyorum…”
“Ah, öyle mi?” İkiz Örgülü Kız kırmızı rozete ve keseye ulaşmaya çalışırken geriye döndü ve ona baktı. “Yume’nin hatırladığı böyle en azından.”
“O zaman orada bir problem var. Doğru söylenişi ‘azmin oldu mu bir yolunu bulursun’ olacak.”
“Ah, anlıyorum. Ama azmin, azmin oldu mu; bir yolunu, yolunu da bulursun demek daha tatlı değil mi? Yume tatlı olmasının daha önemli olduğunu düşünüyo.”
“…Sanırım tatlılığını birkaç derece arttırıyor.”
“Aynen öyle!” İkiz Örgülü Kız ya da Yume, içten bir mutlulukla sırıttı.
Haruhiro kızla konuşurken, inanılmaz küçük kız da kendi rozetiyle deri kesesini aldı. Geriye kalan üç kişi Mogzo, Shihoru ve kendiydi. Bir nedenden dolayı, Haruhiro sona kalmak istemedi, o yüzden kendine bir rozetle bir kese aldı. Haruhiro kesenin içinde ne olduğuna bakarken, Mogzo da bardan kendi payını almaya gitti. Shihoru kendi payını alan son kişiydi.
“Tebrikler.” Bri yüzüne bir gülücük koyarak alkışladı. “Şimdi hepiniz Kızıl Ay acemilerisiniz. Sıkı çalışın ve hızlıca bağımsız bir üye olun, tamam mı? Tam üye olunca tartışmak istediğiniz bir şey olursa bana bile gelip konuşabilirsiniz.”
Bir anda, gürültülü bir yere düşme sesi geldi. Haruhiro baktığında kısa saçlının götünün üstüne yerde oturduğunu gördü. Çok hızlı olmuştu, ne olduğunu görecek kadar hızlı dönememişti ama görünüşe göre Renji kısa saçlıya çelme takmıştı. Özellikle mi düşürmüştü? Neden?
“Ayağa kalk,” dedi Renji, ifadesiz bir yüzle.
“Ne yapıyorsun?!” Kısa saçlı bağırdı ve kalkmaya çabaladı. Renji onu geri yere itti tamamen yere oturtarak.
“Neyin var?” dedi Renji. “Kalksana.”
“Ne halt ettiğini sanıyorsun piç?”
“Beni ilk gördüğün anda kendi kendine düşündün, ‘Benden daha mı güçlü yoksa daha mı zayıf?’ Sana göstereceğim. Ayağa kalk.”
“Kahretsin!”
Renji saldırmak için kısa saçlının ayağa kalktığı anı bekliyordu. Çok belliydi, böyle bir şeyle alakası olmayan Haruhiro’ya bile çok barizdi. Kısa saçlının yapması gereken tek şey onun darbesini karşılamaktı ama Kısa saçlı saldırıdan kaçmaya çalıştı. Daha ne olduğunu anlamadan Renji onu yumrukladı ve üstüne de bir tekme attı. Renji çocuğu kulaklarından tutup ayağa kaldırdı ve bir haykırışla karnına dizini geçirdi. Tek sefer değil art arda birkaç kere. Sonra Kısa saçlının kafasını iki elinin arasına alıp tüm gücüyle kafa attı.
Kısa Saçlı dizinin üzerine yere yapışırken şiddetli bir kırılma sesi geldi.
“Cidden kalın kafalıymışsın,” diye Renji belirtti, alnını avuç içiyle ovalayarak. Kan Kısa Saçlının alnından akarken. “Adın?”
Kısa Saçlı hala yerdeydi, bir eli yerde diğer eli de dizinde. Büyük ihtimalle, biri tarafından yere serilmek her zaman karşılaştığı bir durum değildi.
“Ron. Güçlüymüşsün, seni piç.”
“Sende baya zorlusun. Bana katıl, Ron.”
“Ahh. Şimdilik öyle olsun.”
“Güzel. Başka kim…” Renji odadakilere göz gezdirdi, gözleri Manato’ya takıldı.
Manato yüzünü başka bir yere çevirdi, gözlerini birazcık kıstı.
Renji önce başka yere baktı sonra da Gözlüklü Çocuğa takıldı. “Dövüşebilirmiş gibi görünüyorsun. Benimle gel.”
Gözlüklü Çocuk birkaç kere göz kırptı ve ellerini göğsünde birleştirdi. Gözlüklerini iyice yukarı iterek başını onaylar şekilde salladı. “Tamamdır. Ben Adachi. Seninle olmak güzel, Renji.”
Renji dengesizce gülümsedi sonra Haruhiro’ya döndü.
Haruhiro Ne? Ben mi? Acaba olabilir mi… diye düşündü. Şaşırmıştı, içi içine sığmıyordu. Demin… Renji sadece dış görünüşüyle güçlü olmadığını, aynı zamanda Ron’u o kadar hızlı yenebilmesinden anlaşıldığı gibi hızlı düşünüp harekete geçebildiğini göstermişti. Sürekli endişe içinde olmadan onunla çalışmak zordu ama o aşamayı geçebilirse Renji cidden işini görebilecek biriydi. Haruhiro Renji’nin grubuna katılırsa, bundan sonrası kendi için daha kolay olurdu.
Haruhiro kabul etti: Evet, Renji’nin grubuna katılmak istiyordu. Hem de çok.
Ama kısa zamanda hayal kırıklığına uğradı. Renji, tüm grubun ortasındaki kişi, başka bir yere döndü. Haruhiro es geçilmişti.
“Sen, bücür.”
“Evet?” diye cıyakladı İnanılmaz Küçük Kız. On iki kişilik grubun içindeki en küçük olmasının yanında sesi de en ince olandı.
“Gel” diye işaret etti Renji tek eliyle. ‘Chibi’-chan başta kafası karışmış göründü ama ayaklarını sürüyerek Renji’nin yanına gitti ve ona baktı. Renji kafasını okşadı.
“Kullanışlı olacaksın gibi görünüyor. Gel.”
Chibi-chan kafasını salladı, “…olur.” Yüzü kırmızıydı, kızartılmış bir ahtapota benziyordu. Çekici değildi ama hareketleri ve ifadeleri inanılmaz derecede tatlıydı, bir maskot gibi.
Ama kullanışlı mı? Gerçekten mi? Renji onu Haruhiro’dan daha mı kullanışlı bulmuştu. Bu düşünce hem kendisini rahatsız etti hem de umutsuzluğa düşmesine neden oldu.
“Ayrılıyoruz.” dedi Renji, çenesiyle kapıyı göstererek.
Renji, Ron, Adachi ve Chibi ayrılırken Süslü Kız arkalarından bağırdı, “Bekleyin! Beni de alın!”
Renji kısa bir iç çekti. “İşime yaramayacak kimseye ihtiyacım yok.”
“Her şeyi yaparım.” dedi kız, ona yapışarak. “Ben Sassa. Lütfen, istediğin her şeyi yaparım. Her şeyi.”
“Her şeyi, ha?” dedi Renji onu kendinden uzaklaştırarak. “Bunu unutma.”
“Unutmam.”
“Ve ben izin vermeden bana dokunma.”
“A… Anladım.”
“Güzel. Gel o zaman.”
“Teşekkürler, Renji!”
Sassa kapıyı açtı ve Renji’nin grubu Sassa sonda olmak üzere dışarı çıktı. Kapı arkalarından kapandığında, geriye yedi reddedilen, yedi adet başarısızlık kaldı.
“Gah” Kikkawa kafasını kaşıyarak kaşlarını çattı. “Ben de Renji Takımında olmak istiyordum. Renji ve Ron’u dövüşte kimse yenemez. Adachi akıllı birine benziyor, Chibi-chan tapılası biri ve Sassa da güzel ve tatlı. Ne güzel parti. Ama şimdi sızlanmanın sırası değil. Ben biraz etrafa göz atacağım. Bye bye!”
Ve böylece, Kikkawa da gitti. Haruhiro’nun gözleri kısa bir anlığına Shihoru’nunkilerle buluştu ama sonra diğer tarafa baktı.
“Sanırım ben de gidiyorum,” dedi Manato çıkışa doğru yönelerek. “Burada böyle dikilerek bir şey öğreneceğimiz yok. Etrafa bir göz atıp ne bulabileceğime bakacağım. Sonra görüşürüz.”
“Tamamdır, görüşürüz,” dedi Haruhiro ona el sallayarak ve aynı zamanda takip etse mi etmese mi düşünerek. Renji’nin aksine Manato’yla konuşmak daha kolaydı ve iyi biri gibi görünüyordu; güvenebileceği birine.
Haruhiro Ranta hakkında çok düşünmedi ama Shihoru ve Yume ne yapacaktı? Ne yapmayı planlıyorlardı? Mogzo da hala buradaydı. Oh, aynen. Belki hep birlikte Manato’yu takip etmelilerdi… ama geç kalmışlardı. Manato çoktan gitmişti. Şimdi çıksalar belki yetişebilirlerdi.
“Hey çocuklar, Manato’nun peşinden gidelim. Burada dikilmek boşuna…” diye söze başlarken kapı birden açıldı.
Manato onlar için dönmüş müydü? diye düşündü Haruhiro ama hayır. Binaya giren başka biriydi. Haruhiro ve diğerlerinden daha büyük görünüyordu. Üst ve alt vücudu deriyle kapatılmıştı, kafasında bir çeşit tüylü şapka vardı ve sırtına asılı bir yayı ve bir sadağı vardı. Gözleri bir tilkininkine benziyordu ve ağzı çarpıktı.
“İyi günler, Komutan.”
“Bak bak,” diye adama döndü Bri. “Raghill değil mi bu? Ne oldu? Bir şey mi lazım?”
“Yok, senden istediğim bir şey yok,” dedi Raghill, Haruhiro ve diğerlerine bakarak. “Yeni bir grubun geldiğini duydum.”
“Haberler hızlı yayılıyor. Bu sefer sadece on iki tane geldi ve bu beşi kaldı.”
“Artıklar, ha?”
Ranta’nın yüz ifadesi ciddileşti. “Ve bu kötü bir şey mi?”
“Kötü dışında ne olabilir ki?” dedi Raghill Haruhiro ve diğer üçüne dönmeden önce Ranta’ya bakarak, hepsini hızlıca süzüyordu. “Hmph. Grubumuzda bir tank eksik, yani sen, iri çocuk. Sen uygunsun.”
“Mogzo kendini işaret etti. “…Ben mi?”
“Evet, sen. Burada başka iri ve genç birini görüyor musun? Partimize katılmana izin vereceğiz aynı zamanda birkaç numara da öğreteceğiz.”
“Ah, olur…”
“Cidden mi, Mogzo? Onunla mı gideceksin?” diyerek Ranta Mogzo’nun sol kolunu kavradı. “Yapma. Ona güvenemeyeceğin gün gibi ortada…”
“Ah, doğru…”
“Ben güvenilmez değilim! Unut şunu ve benimle gel!” Raghill Mogzo’yu diğer kolundan çekti. “Bir aceminin bir partiye davet edildiği duyulmamıştır. Müteşekkir olmalısın!”
“Uh, tamam…”
“Seni kandırmasına izin verme, Mogzo! Güvenilmez piçler asla güvenilmez olduklarını itiraf etmezler!”
“Uh, um… ow… canım yanıyor…”
Ranta kolunu bıraktı. “Üzgünüm, üzgünüm.”
“Hadi!” Raghill Mogzo’nun koluna tüm kuvvetiyle asıldı ve onu dışarı sürükledi.
Shihoru’nun omuzları çöktü. “…Gitti.”
“Şimdi geriye…” Yume saydı, hepsini tek tek parmağıyla göstererek. Bir, iki, üç; Haruhiro, Ranta, Shihoru. Bir de kendisi. “Dördümüz kaldık.”
“Daha ne kadar,” dedi Bri, esneyerek, “burada dikilmeyi planlıyorsunuz? Ben meşgul biriyim, yapacak işlerim var. Burada böyle dikilecekseniz, sizi dışarı atmak zorunda kalacağım.”
Ranta kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırmış bir köpek gibi görünerek Haruhiro ve diğerlerine döndü. “Hadi, gidelim mi?”
“Aynen,” Haruhiro cevap verdi, ümitsiz ve ezilmiş bir şekilde.