Hai to Gensou no Grimgar - Bölüm 02
Çevirmen: Krepyn & Düzenleyen Friolero
Level 1: Bir Fısıltı, bir Arya, bir Duacı, Bir Uyanış
Bölüm 2: Kayıp ve Seçeneksiz
Kızıl Ay karargahını terk etmek iyi hissettirse de buradan sonra nereye gitmeliydi? Altana hakkında yeni bir şeyler öğrenmelilerdi ama Haruhiro ve diğerleri nereden başlayacaklarını bilmiyorlardı. Yardım isteyebilecekleri biri de yoktu. Renji’nin grubu, Kikkawa ve Manato hatta Raghill ve Mogzo görüş alanlarından çoktan çıkmışlardı. Herkes kendi yoluna gitmişti.
Haruhiro, Ranta, Shihoru ve Yume Kızıl Ay karargahının önünde bir süre sessizce durdular.
Shihoru sessizliği bozan ilk kişi oldu. “…Ne yapmalıyız?”
Niye bana soruyorsun? Sorması gereken asıl kişi benim, Haruhiro çıkışmak istedi ama onun yerine centilmen bir erkek olarak cevap verdi, “İyi soru. Ne yapsak acaba…”
“Ne… yapmalıyız?” diye tekrarladı Shihoru.
Cidden bu rezalet, diye düşünmeden edemedi Haruhiro. Belki de Raghill haklıydı, onlar sadece geriye kalmış artıklardı. Bir karar bile veremeyen, kendi başlarına hiçbir şey yapamayan dört artıklardı. Başta takım olmayı kendileri bile seçmemişlerdi ama sonunda kendilerini karargahın önünde dururken bulmuşlardı. Tüm olasılıkların içinde bu en kötüsüydü.
“Mogzo çok şanslı,” dedi Ranta kendi kendine, Haruhiro karşı çıkmadı, “Raghill biraz güvenilmez görünse de sonuçta tecrübeli biri. Mogzo’nun iş derdi yok, işini bilen tecrübeli bir partide iyi zaman bile geçiriyor olabilir. Neden onu seçtiler ki? seçmeleri gereken bendim. Ben ondan daha yararlı olurdum. CİDDEN.”
“O konuda bir fikrim yok,” dedi Yume kibarca, Haruhiro da ekledi, “Şüpheliyim.”
Ranta ikisini de suçlarcasına işaret etti. “Böyle diyorsunuz çünkü ne yapabileceğim hakkında bir fikriniz yok! Unutmayın: Ben yetenek dolu bir adamım! Doğduğumdan beri gizli potansiyelimle ün salmış biriyim ben!”
“Ünlü olsaydın potansiyelin pek de gizli olmazdı,” dedi Haruhiro.
“Gereksiz detaylar! Detaylarla bu kadar ilgilenerek sadece kendini yoruyorsun.”
“Sırf seninle konuşarak kendimi yoruyorum zaten.”
“Hiç enerjin yok senin de Haruhiro. İşe yarar değilsin. Kesinlikle değilsin. Değilsin, değil.”
“Geriye kalan tek özelliği kıvırcık saçlılık olan biri diyor bunu.”
“Bana kıvırcık deme!”
“Geriye kalan özelliği dedim. Kıvırcık saçlılık iyi bir şey değil mi?”
“Cidden öyle mi? Kıvırcık saç iyi mi? Emin olamadım…”
“Yume’nin saçları düz. Yume her zaman doğal kıvırcık saçı kıskanmıştır. Kıvırcık Ranta harika.”
“Cidden mi? Saçım o kadar iyi mi? Ciddi misin?”
“Evet! Kıvırcık saç kıvrak bir zeka demek ve bu tapılası!”
“Tapılası mı? Emin olamadım, bir oğlanın bir kız tarafından tapılası ilan edilmesi… ama sanırım kötü bir şey değil. Yine de kıvrak zekalı beni sanki aptalmışım gibi gösteriyor…”
Küçük titrek bir ses duyuldu. Haruhiro arkasını döndüğünde Shihoru’nun yüzünü iki eliyle kapattığını ve omuzlarının hafifçe titrediğini gördü.
“Ne.” Ranta şaşırarak.
Yume de Shihoru’ya baktı ve gözlerini kırptı. Tabi ki Haruhiro da şaşırmıştı. Shihoru ağlıyordu.
“N-Ne oldu?” Haruhiro sordu, elini kızın omzuna doğru götürdü ama yarı yolda kendini durdurdu. Fiziksel bir temas iyi bir fikir olmayabilirdi. Sonuçta bir kızdı.
“…H-hiçbir şey.” Shihoru hıçkırdı. “Ben sadece… yok bir şey… biraz endişelendim sadece…”
“Ah…” dedi Haruhiro.
Düşününce bunun hakkında söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Bu koşullar altında bile, üçü burada durmuş geyik yapıyorlardı. En azından Shihoru içinde bulundukları durumu düşünüyordu.
“İşte böyle,” Yume nazikçe Shihoru’nun sırtını pışpışladı. “İyi kız, iyi kız, sorun yok. Her şey iyi olacak. Nasıl olacak, Yume bilmiyo ama…”
Ranta suratını astı. “Pek avutmak denmez buna ama…”
Haruhiro ensesini ovuşturdu. “Burada durup hiçbir şey yapmamak iyi değil. Konuşmasak bile bir şey olacağı yok. Belki de, anlarsınız ya… Raghill gibi başka tecrübeli Kızıl Ay üyeleri de olmalı. Öyle birini bulup ne yapmamız gerektiğini sorabiliriz.”
“O zaman git bul birini!” Ranta Haruhiro’nun sırtına şaplak attı. “Çabucak birini bul ve ondan bir şeyler öğren! Bunu sana bırakıyorum, Haruhiro!”
“Nasıl da yaratıcısın, başkalarına tüm işi yaptırtmak.”
“Sanki ferahlatıcı bir esinti gibi!”
“Beni cidden sinir ediyorsun.”
“Açık sözlü ve dürüst olmak gerekirse, senin hislerini çok da önemsemiyorum.”
“Pislik.”
“Kes sesini. Senin önerindi, gidip kendin yap. İşler normalde böyle yürür,” diye belirtti Ranta. “Ama önemli değil, işleri bölüşebiliriz. Haruhiro, sen bize bir Kızıl Ay üyesi bulup bilgi ediniyorsun, Shihoru depresyona giriyor, Yume onu avutuyor ve ben de burada bekleyip senin geri gelmeni bekliyorum!”
“Ranta cidden uyuşuk uyuşuk burada oturacak mısın?” diye cevap verdi Haruhiro.
“Bir şey yapmaya gönülden razıyım ama eğlenceli olmayan bir şey yapmak istemiyorum.”
“Eğlenmek… buradaki asıl amacımız değil.”
“Ama eğlence her şeyin asıl amacıdır! Ben hayattaki tek amacı hayattan keyif almak olan biriyim. Eğer hayatım eğlenceli olmazsa o benim hayatım olmaktan çıkar. Senden ne haber, Haruhiro? Büyük ihtimal o hayattan-keyif-alma tipindekilerdensindir, o uykulu gözler felan.”
“Doğuştan beri böyle görünüyorum ben!” Ranta Haruhiro’ya laf atmak için cevabı hazırda bekletiyordu, o yüzden durmadan devam etti, “Her neyse. Ben gidiyorum. Kızıl Ay üyesi bulabilir miyim diye bakacağım.”
“Sonunda. Baştan bunu söyleyip niye hepimizi sorundan kurtarmadın ki?”
Haruhiro dönüp çıkışacaktı ama vazgeçti. Ranta gibi heriflerin seni elini kirletmeye itmek gibi bir huyu vardı. Buna değmezdi.
“Kısa sürede dönerim, burada bekleyin,” dedi Haruhiro Yume’ye ve Shihoru’ya ve Kızıl Ay karargahını arkasında bıraktı. Hala nereye gitmesi gerektiği hakkında bir fikri yoktu. Güneş’in olduğu taraf büyük ihtimalle doğuydu yani şurası kuzey, burası güneydi ve batı da diğer yöne doğruydu.
Kuzeyde, kocaman kale benzeri bir kule gökyüzüne uzanıyordu. Başlamak için iyi bir yere benziyordu, o yüzden Haruhiro şimdilik kuleye doğru gitmeye karar verdi. Burada turist değildi, kendine bunu hatırlattı. Oraya gitmek acaba iyi bir karar mıydı?
Haruhiro Renji’nin grubu için her şeyin iyi gittiğinden emindi. Manato bir şekilde kendini idare ederdi ve tasasız Kikkawa da büyük ihtimal çekinmeden kasabadaki herkese sorular soruyordu. Haruhiro Mogzo’nun Raghill tarafından kandırılmadığını umdu. Eğer kandırılmıyorsa, aralarındaki en iyi başlangıcı Mogzo yapmıştı.
“…Sanırım soru soracak birini bulmaktan başka şansım yok,” dedi Haruhiro kendi kendine. Ama kim? Belki şuradaki sokaktan aşağı inen insanlar… ama dur. İlk olarak ne sormalıydı? Gönüllü birlikleri. Evet, Kızıl Ay hakkında bir şeyler öğrenmeliydi. Acaba bir Kızıl Ay üyesini nerede bulunur?
Yoldan geçenlere bakarak soru sorabileceği birini aradı. Yaşı fark etmezdi ama biraz arkadaş canlısı biri olsa iyi olurdu. Sokaktan geçenlerin neredeyse yarısıyla göz göze geldi. Daha doğrusu hepsi ona dik dik baktı. Haruhiro o kadar garip mi görünüyordu? Büyük ihtimalle. Kıyafetleri tamamen farklıydı.
Nereye bakarsa baksın konuşabileceği birini bulamadı. Herkesin ona uzaylıymış gözüyle mi baktığını düşünmeye başladı. Yoksa gereksiz yere paranoya mı olmuştu?
“Cidden baya sıkıntılı iş. Ya da ben sadece fazla ödleğim…”
Haruhiro tanımadığı sokaklarda gezindi, kuleye giden yolda ilerleyerek cesaret kazanmaya çalıştı. Bilinçaltında bir şeyler ona yakında veya bir süre sonra cesaret şalterinin açılacağını söylüyordu. Sonradansa şimdi olması daha iyiydi ama…”
Ve ulaştı. Kimseciklerin bulunmadığı meydanda yüksek taş kule dikiliyordu. Etrafında birkaç üç katlı ve genelde iki katlı olmak üzere yapılar bulunuyordu. Kısa binalar kuleyi daha da uzun gösteriyordu ama öyle olmasa bile kule yine de uzundu.
Görkemli bir yapıydı. Son derece sağlam görünüyordu; pencereleri ve kapısı incelikle yapılmış süslemelerle bezenmişti. Kapısında ve meydanın bazı yerlerinde zırhlı askerler bir ellerinde kalkan bir ellerinde mızrakla nöbet tutuyordu. Bu kadar güvenlikli bir binada büyük ihtimal yüksek rütbeli biri yaşıyordur; vali belki de, diye düşündü.
Haruhiro meydanın ortasında etrafa şaşkın şaşkın bakarken bir bekçi yaklaştı, zırhı metallerin birbirine çarpmasıyla ses çıkarıyordu.
“Ne yapıyorsun burada? Tenbourou Kulesi’nde bir işin mi var?”
“Tenbourou mu? Err, hayır. Bir işim yok…”
“O zaman git. Yoksa Ekselanslar’ı, Altana Kont’unun huzurunu bozmaktan tutuklanmak mı istiyorsun?”
“Ah, hayır, tutuklanmak istemiyorum… Üzgünüm, gidiyorum.”
Haruhiro aceleyle meydandan ayrıldı. Her ne kadar emin olmasa da görünüşe göre Tenbourou denen bu kule sınır kasabasının kontunundu. Bu yer hakkındaki ilk bilgiyi edinmişti. Ama böyle göze çarpan bir yerde yaşayan biri büyük ihtimalle herkes tarafından biliniyordu.
“Altana. Altana Kontu. Ekselansları. Tenbourou Kulesi. Sınır… Sınır Ordusu. Kızıl Ay. Gönüllü Birlikler…” Haruhiro kendine yabancı gelen tüm kelimeleri sıralayarak kuzeye doğru yoluna devam etti.
Yürüdükçe sokaklarda gördüğü insan sayısı yavaş yavaş arttı. Mağazalar. Mağazaların ve sokak tezgahlarının yol boyunca iki taraflı sıralandığı bir yere vardı. Hala tezgahlardan birkaçı hazırlanıyor olsa da yarısından çoğu çoktan çalışıyordu. Yemek standları, giysi mağazaları, öteberiler, her çeşit mal fazlaca bulunabilirdi. Mallarını tanıtan tüccarların canlı sesleri sokak boyu yankılanıyordu.
“Bir çarşı mı?” dedi Haruhiro kendi kendine.
Sanki biri kendisini ayartmaya çalışıyormuş gibi Haruhiro kendini çarşıya giderken buldu. Canlılık şaşırtıcıydı. Malların fiyatlar 1C, 3C, 12C gibi yazılmıştı. Fiyatları okuyabiliyordu okumasına ama ne anlama geldikleri hakkında bir fikri yoktu. Tüccarlar ona seslendi, “Bayım, gelin bir şeyler alın…” ya da “Evet siz bayım şuna bir bakın…” Ama Haruhiro bir şekilde onları atlatıp bir yandan kendi çekingenliğine kızarken yoluna devam etti.
Birden havayı harika bir koku sardı.
“Et…”
Ağzının suları aktı. Yemek… Karşıda bir yerde bir stantta ızgarada kebap yapıyorlardı, yanındaki stantta da büyük bir kapta bir şeyler fokurduyordu, bir başka stantta ekmekler dağ gibi yığılmıştı. Şurada çeşit çeşit sandviçler, şurada da etli çörekler… Bu buhar, bu duman, bu koku. Haruhiro daha fazla dayanamıyordu. Ellerini karnına götürdü ve midesinin kazındığını fark etti. Daha önce niye fark etmemişti? Ölümüne acıkmıştı.
“Ama… ama Shihoru ve Yume bekliyor,” Haruhiro kendi kendini engellemeye çalıştı. “Ranta umurumda değil ama… ben karnımı doyururken onları orada bırakmak doğru değil. Ama… eskilerin dediği gibi, ‘aç ayı oynamaz.’ Boş mideyle de yürünmez… boş mideyle yürümek istemiyorum… Pardon!”
Daha fazla dayanamayan Haruhiro stanttaki kebaba doğru yöneldi. Çılgınca kesenin içini karıştırdı ve bir gümüş sikke çıkardı. Bununla ödeyebilecek miydi? Almaya yetecek miydi? Ya yetmezse? O zaman düşünürdü.
“Bir kebap lütfen!” dedi Haruhiro.
“Ne!?” Standın arkasındaki koca göbekli adamın gözleri açıldı. “Bir gümüş mü?! O kadara ihtiyacın yok! Bir kebap dört bakır, bak, burada yazıyor, görüyor musun? İndirim yapmam ama bundan fazla da almam! Dory Kebapları böyle çalışır!”
“Dört bakır mı?” Haruhiro sikkeye baktı. “Yani bununla bir kebap alamaz mıyım?”
“Bir gümüş yüz bakır eder. Yani onunla 25 kebap alabilirsin. O kadar yemenin imkanı yok değil mi? Hem daha öğle yemeği saati de gelmedi yani şu anlık sadece 50 bakırlık kebabım var.”
“Yani bir bakır…”
“Bronz renkli sikkeler.” Koca göbekli adam Kızıl Ay çaylak rozetine benzeyen ama belki biraz daha küçük olan bir sikke çıkardı ve Haruhiro’ya gösterdi. “Bu bir bakır. Bilmediğini söyleme? Garip de giyinmişsin zaten… Kızıl Ay üyesi misin?”
“Um, sayılmaz. Sadece bir çaylak. Daha yeni oldum.”
“Anlıyorum. Siz Kızıl Ay üyeleri biraz ‘değişik’siniz. Elinde gümüş var ama hiç bakır yok mu?”
“Hayır, hiç yok. Ve bir gümüş yüz bakırsa…” Yani Haruhiro’nun elindeki on gümüş bin bakıra eşit oluyordu. Yani 250 kebap alabilirdi. Ama kebaplardan biri bile bir öğünü geçirmeye yeter yani 250 kebap 250 öğün demek. Günde üç öğün yese 80 günlük yemeği ediyordu. Baya iyiydi. “Üzgünüm hala bir çaylağım.”
“Yani bakırları bilmiyordun.” Koca göbekli adam kaşlarını çattı ve derin bir nefes aldı. “Bu demek ki Yorozu Bankası’nı da bilmiyorsun. Orayı gidip niye bir bakmıyorsun? Orada paranı değiştirebilirsin, belli bir ücret karşılığı paranı da depolayabilirsin.”
“Yorozu Bankası…”
“Çarşının güneyinde. Tenbourou Kulesi tarafından çık, üç sokak aşağı in ve sola dön. Oralarda görürsün. Dışarıda bir tabelası var yani bulmakta zorlanmazsın.”