Hai to Gensou no Grimgar - Bölüm 07
Çevirmen: Krepyn & Düzenleyen Friolero
Level 1: Bir Fısıltı, bir Arya, bir Duacı, Bir Uyanış
Bölüm 7: Yavaş Başlangıç
Altana’nın güneyinde uzun, sarp Tenryuu Sıra Dağları uzanıyordu. Tenryuu dağları Grimgar’ı ikiye ayırıyordu. Güney kısmı anakara olarak sayılırken, Altana’yı içine alan kuzey kısmı sınır olarak biliniyordu.
En azından insanlar “sınır” diyordu. Anakara, Altana ve Tenryuu Dağlarının kuzeyi, sınır bölgesi Aravakia Krallığı’nın yönetimi altındaydı. Ama yaklaşık yüz elli yıl önce, sınır tam olarak bir sınır değildi. Eskiden birçok insan krallığı vardı ve insan ırkı Grimgar’ın çoğunluğunu oluşturuyordu.
Ama her şey korkunç, şeytani büyü kullanıcısı Ölümsüz Kral’ın gelmesiyle değişti. Sadece askeri ve büyüsel gücüyle değil aynı zamanda politik olarak güçlüydü. Ölümsüz Kral, ölümsüz yeni bir ırk getirdi ve liderleri olarak fethetmekten daha çok şey yaptı. Diğer ırkların liderlerinin kendi otoritesini tanımalarını sağladı, bir krallar birliği oluşturdu ve birlikle insan krallıklarına savaş açtı. İnsanlar kolayca yenildiler ve Tenryuu Dağlarının güneyine itildiler.
Ondan sonra Ölümsüz Kral diğer krallar tarafından imparator ilan edildi ve Ölmeyen İmparatorluk doğdu. Ölümsüz Kral’ın yüz yıl önceki ölümüne kadar insanlar Tenryuu Dağlarının kuzeyine adım atamıyordu ama birleştirici liderlerinin ölümünden sonra Ölmeyen İmparatorluk ayrı düştü. Fırsat değerlendiren Aravakia Krallığı, Altana’yı kuzeyde karargah olarak kurdu ve o günden bugüne öyle kaldı.
Ve tabii ki de tüm bu bilgiyi Manato edinmişti.
Tenryuu Dağlarına kadar olan kısım, Altana’nın güneyinde köyler vardı, çiftçilik ve hayvan yetiştirmek için kullanılıyordu. Kuzeyinde ise açık arazi ve ormanlar vardı.
“Ve buralarda,” dedi Yume, anlatırken elini uzun çimlere sürttü, “geyikler, kurtlar ve diğer hayvanlar var. Ve şimdi bahar zamanı olduğu için arada bir ayılar da görünüyor. Ve Chimoslar var; boncuk gözlü, uzun, ince kuyruklu, küçük kulak ve elli, etrafta zıplayan küçük, yumuşacık ve topak hayvanlar. Küçük tattlı şeyler. Birde vahşi çukur sıçanları var, kedi kadar büyükler ve aşırı sert kürkleri var.”
“Ciddi misin?” Ranta elleriyle gözünü güneşten korurken etrafa baktı. “‘Çünkü etrafta tek bir şey bile göremiyorum.”
“Err..” Yume kaşlarını çattı. “Ama Yume, Yume’nin Lonca Ustasıyla eğitim yaparken, o ikimiz için yayıyla avlandı.”
“Belki de hepsi saklanıyordur,” dedi Manato herkesin sağında bulunan ormanı göstererek. “Ağaçlık alanda.”
Haruhiro başıyla onayladı. “Öyle olmalı. Eğer vahşi bir hayvan olsaydım, saklanacak çalı veya ağaç olmayan açık alanda kendimi rahat hissetmezdim.”
Ranta alaycı bir şekilde homurdandı. “Gördün mü? Benden korkmasını biliyorlar.”
“O zaman yiyecek hiç et bulamazsak, bu senin suçun.”
“Kes sesini Haruhiro! Ben SAĞ OLAYIM! Hepsini bana en içten bir şekilde borçlu hissediyor!”
“Asıl sen kes sesini. Etrafta avlayabileceğimiz hayvan olsa bile sen böyle bağırınca kaçmışlardır.”
“VE HEPSİ BENİM TANRISAL KİŞİLİĞİM, SAĞ OLSUN.”
“Yararı yok, bu çocuk cidden beyinsiz…”
“Um.” Bütün konuşma sırasında sessizlik içinde kalmış Shihoru konuşmuştu. “Şimdi hayvanları mı… öldüreceğiz?”
Herkes o an birden donakaldı.
Düşününce, gönüllü birlik askerinin görevi düşman ırklara karşı korunmak ve canavarlarla savaşmaktı. Hayvan avlamak ve et ya da post satmakla ilgili hiçbir şeyden bahsedilmemişti.
“Yume’nin Lonca Ustası hayatı alınmış hayvanlara teşekkür etmenin önemini anlattı.” Yume kaşlarını çattı. “Ama Yume hayvanları seviyor ve onları öldürmek istemiyor. Çok tatlılar ve onları öldürmek üzüyor…”
Ranta onunla dalga geçti. “Öyle dokunaklı duyguları başkasına sakla, Prenses. Yaşayan her şey sonunda ölür ve Skullheil tarafından kucaklanırlar. Yaşamamı sağlayacaksa öldürdüğüm hiçbir şeye sempati beslemem.”
“O zaman.” Yume aniden bir oku yayına yerleştirdi, çekti ve Ranta’ya doğrulttu. ” O zaman eğer Yume yaşamak için seni öldürseydi sorun olmazdı.”
Ranta geriye doğru çekildi. “A-a-aptal! Öyle saçma şeyler söyleme, tahta göğüslü kız! Ciddi misin?! Kes şunu! Beni öldürerek ne kazanacaksın ki?!”
“Yume iyi hissedecek. Ayrıca Yume’ye tahta göğüslü de dedin.”
“İ-ilk sen kendine dedin! ‘Yume’nin göğüsleri düz’.”
“Yume dediyse bile, bunun başkası tarafından denmesini istediğini belirtmez bu. Özellikle bir erkek tarafından; bu Yume’nin hislerini incitir.”
“Ü-üzgünüm! Üzgünüm!” Ranta ileri doğru zıpladı ve dizleri üzerine çöktü. “Bak, özür diliyorum! Benim hatam! Lütfen affet! Yume’ninkiler düz değil! Göğüslerin büyük! İri! Kocaman! DEVASA!”
“Ranta.” Haruhiro ona yukarıdan bakmaktansa daha çok yukardan bakıyordu. “Üzgün değilsin, değil mi?”
“Nasıl bilebilirsin ki?! Nasıl öyle diyebilirsin?! Nasıl üzgün değilim? Kanıtın nerde!”
Yume iç çekti, yayını indirdi ve oku geri sadağına koydu. “…Okumu harcamaya değmez.”
Ranta rahatlamayla soluk verdi ve alnındaki teri sildi. “Her neyse, oku atsaydın bile büyük ihtimal ıskalardın. Sadece yanlışlıkla tutturursan diye özü diliyordum, anlarsın ya… Hey! Yume kes şunu! Kukri’ni çıkarma! Sadece şakaydı! O şey tarafından kesilirsem acıtır! Beni öldürürsün! Cidden ölürüm!”
“Eminim, vahşi bir hayvanı öldürmekten farklı olmaz,” dedi Manato alaycı bir gülümsemeyle. “Emin olamasam da, çamur goblinleri, hortlaklar ve onlar gibi şeyleri bulmak için Altana’dan çok uzaklaşmamıza gerek olmadığını duydum. Acemilerin bile halledebileceği yaratıklar.”
“Goblinler ve hortlaklar.” Haruhiro başını bir yana yatırdı. Bunları daha önceden duyduğuna dair içinde bir his vardı. Sadece hayal gücü olabilirdi ama bu yaratıkları insansıl varlıklar olarak aklında şekillendirmişti.
“Yani demek ki…” Shihoru güçlü bir sesle başladı ama konuştukça sesi kısıldı. “Bu çamur bobinleri ve ortları arayacağız.”
“Çamur goblinleri ve hortlakları,” diye kibarca düzeltti Haruhiro, bilgili adamı tekrar oynayarak.
Shihoru’nun yüzü kızardı ve titredi.
“Her neyse, benim için sorun yok,” diye anlamsızca belirtti Ranta.
“Hayvan öldürmekten iyidir,” Yume neşeyle belirtti.
Mogzo bir homurtuyla onayladı.
“O zaman hadi ormana doğru yola koyulalım,” dedi Manato.
Manato’nun, Rahibin, önden yolu göstermesiyle Haruhiro ve diğerleri yakındaki ormana doğru ilerlediler.
Orman gerçek bir ormandı, yabani ve acımasız. Alışmadıkları geniş yapraklı ağaçlar ve ayakları altındaki kalın otlardan dolayı iz sürmek imkansızdı. Zemin bazı yerlerde taş gibi sert, bazı yerlerde ise çamur gibiydi. Basacakları yerleri seçmek zor olduğundan yavaş yürüyorlardı.
Rüzgar çarptığındaki yaprakların hışırtısı ve kuşların şarkıları her yerde yankılanıyorlardı.
“Çamur pudingleri ve hortpekleri,” Yume mırıldandı. “Belki de su delikleri etrafında duruyorlardır.”
Haruhiro bilgili adam olarak rolünü yerine getirdi. “Çamur goblinleri ve hortlaklar,” diye düzeltti. “Bir pınar ya da dereden mi bahsediyorsun? Ya da bataklık gibi bir yer?
“Öyle bir şey bulmaya çalışalım o zaman,” dedi Manato.
Manato doğal olarak öne geçmişti ama buranın bir orman olduğunu düşünürsek daha çok Yume’nin önderliğinde gitmeleri lazımdı. Her neyse.
Sorun hiçbir yerde sulak bir alan bulamamalarıydı. Karşılaştıkları canlı tek şey böceklerdi. Kuş sesleri etraflarını sarmıştı ama bir tanesi bile ortalarda gözükmüyordu.
Ranta abartılı bir şekilde yutkundu. “Bu biraz… Ölüm Ormanı gibi duruyor.”
“Ve bunun Ranta’nın hatası olduğundan kimsenin şüphesi yok,” Yume yanaklarını şişirdi ve gözlerini Ranta’ya dikti. Kendine tahta göğüslü dediği için Ranta’dan nefret ediyor gibi görünüyordu. “Çünkü Ranta’nın sesi kulaklara acı veriyor, o yüzden hayvanlar kaçtı.”
“Ben sessizdim! Tüm bu zaman boyunca tek bir kelime etmedim!” Ranta karşı çıktı.
“Burada olman gerçeği bile, senin varlığın bile her şeyin canını sıkıyor.”
“İltifatın için teşekkürler! Ayrıca senin orada olman bile orayı düz yapıyor.”
Yume öfkeli bir şekilde kaşlarını çattı.
“Er—üzgünüm. Benim hatamdı. Dilim sürçtü, doğruyu söylerken. Ben—” Ranta birden havaya sıçradı. “Lan! Noluyor be—!”
Haruhiro birçok kez göz kırptı. Ranta dans ediyormuş gibi ayağını indirip, kaldırıyordu. Bacağına yapışmış bir şey vardı, bacağını kesip, tırnaklarını sokuyordu. Bir kedi kadar büyüktü ve sert gibi görünen bir derisi vardı.
“Bir çukur sıçanı,” dedi Yume. Etrafa bakındı. “Toplu halde saldırmaları gerekiyordu. Büyük ihtimalle birkaç tane daha vardır.”
Shihoru ciyakladı ve arkasını dönüp kaçmaya çalıştı ama Mogzo’ya tosladı.
“Çabuk!” Manato kısa asasını çıkardı. “Dahası da var!”
“Ne?!” Ranta geriye doğru hareketlendi. “Yardım edin çocuklar! İlk önceliğiniz beni kurtarmak! Yardım! Biri yardım etsin!”
“Dövüş, Dehşet Şövalyesi!” Haruhiro hançerini çekti.
Çukur sıçanları etraflarında acayip hızlarda koşturuyordu. Haruhiro’nun kaç tane oldukları hakkında bir fikri yoktu. Hırsızlar Loncası’nda öğrendiği dövüş teknikleri insan veya benzeri düşmanlar karşısında kullanılacak şekilde geliştirilmişti. Böyle bir durumda ne yapabileceği hakkında bir fikri bile yoktu, o yüzden hedef aldı ve rastgele bir şekilde hançerini salladı.
Birini çizecek kadar bile yakından sallayamamıştı. Tahmin edilen gibi. “Çok hızlılar!”
Mogzo devasa kılıcını iki eliyle birden tuttu, bir homurdanmayla başının üzerine kaldırdı ve bir haykırışla öne doğru salladı… Tam Ranta’nın üstüne. Ranta bir ciyaklamayla geriye doğru kaçtı ve Mogzo’nun kılıcı Ranta’nın bir salise önce durduğu yere çarptı. Toprak devasa kılıcın çarptığı yerden etrafa savruldu, kılıcın savruluşunun arakasındaki güçten yer yarılmıştı.
“Mogzo, seni pislik! Beni öldürmeye mi çalışıyorsun?!” Ranta sonunda uzun kılıcını kınından çekmişti. Ama onunla yaptığı tek şey buydu, tahmin edilebildiği gibi, kaçmaya başlamıştı. “Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin! Neredeyse kendi takım arkadaşım tarafından öldürülüyordum! Ve şimdi de peşimden gelecek! Böyle işin içine!”
“Mogzo kıçını kurtarmaya çalışıyordu! Ona teşekkür etmelisin!” Haruhiro hançeriyle hiçbir şey yapamıyordu o yüzden sıçanları tekmelemeye çalıştı. Hareketlerini kolaylıkla savuşturdular.
“Beni kurtarmadı!” Ranta uzun kılıcını bir haykırışla savurdu. “[Nefretin Kesişi]! Dehşet Şövalyesi yeteneğim! Onlara vuramıyorum!”
“Boşu boşuna yeteneklerini harcama!” Haruhiro çukur sıçanlardan birini seçti ve onun peşinde koşturmaya odaklandı. Sıçan bir ağacın arkasına kaçıp gözden kayboldu. “Argh!” Hayal kırıklığı içinde homurdandı.
“Malik em paluk.” Shihoru büyülü kelimeler söylerken asasının ucuyla elemental bir kabartma çiziyordu.
Bu [Büyü Oku] büyüsüydü. Bir yumruk büyüklüğündeki ışık topu asasının ucundan fırladı… Ve Ranta’yı tam kafasının arkasından vurdu.
“GAH!”
“Huh?” Shihoru gözlerini açtı. Görünüşe göre büyüyü gözü kapalıyken ateşlemişti ve yanlış hedefi vurmuştu. “Ü-üzgünüm! Ben—”
“KALTAK! Seni öldüreceğim! Hatta seni, benim GÖĞÜSLERİNE dokunmama izin vermeni sağlayacağım!” Kafasının arkasını ovuşturarak, Shihoru’nun peşinden koşturmaya başladı.
Manato tereddüt etmeden asasını Ranta’nın ayaklarına taktı. Ranta’nın ayakları takıldı ve bir hırıltıyla Ranta yere düştü.
“Ne yapıyorsun!?” dedi Manato, aynı anda hem Ranta’yı azarlarken, bir yandan da bir çukur sıçanlarından birine saldırıyordu.
Haruhiro’nun gördüğüne göre, Manato kısa asasını yetenekli bir şekilde kullanıyordu ama öyle olsa bile iyi bir darbe indirmek için yeterli değildi.
“Biraz daha!” Yume kukrisini etrafta vahşice sallıyordu. Belki de o yüzden hiçbir çukur sıçanına vurabilecek kadar yaklaşamıyordu. “Yume’nin Lonca Ustası ona dedi ki, onlar sadece hayvan olduğundan onlara biraz vursak bile kaçarlar! Herkes elinden geleni yapsın!”
Mogzo devasa kılıcını savurdu ve bir ağaç gövdesine denk geldi. Çarpmanın ortaya çıkardığı etki yüzünden ağaçtaki böcekler ve yapraklar kafasına döküldü. Mogzo, şimdi böcekler ve yapraklarla kaplanmış bir şekilde uludu.
“Bu noktada…” Haruhiro bir fikir buldu ve dizlerinin üzerine eğildi.
Koşmadan, hareket etmeden sıçanlarından birinin kendine gelmesini bekledi. İşte. Tam önünde. Bir sıçan. Ona doğru geliyordu. Haruhiro sol kolunu ona doğru uzattı. Gel. Bir ısırık al. Sana meydan okuyorum. Hayvan bir kediden büyük değildi ama Haruhiro ondan fazlasıyla korkmuştu. Hızlıydı. Bu kötüydü. Ama bekledi, hareketsizce bekledi.
Bacağından onu haykırtan, dayanılmaz bir acı hissetti.
Başka bir sıçan ona arkadan yaklaşmış ve onu sağ baldırından ısırmıştı. Tam ona saldıracakken önündeki diğer sıçan dişlerini onun sol koluna geçirdi. “Ahh!”
“Haruhiro! Hareket etme!” Manato ona doğru koştu. Asasını hızlı bir şekilde salladı.
Bir pat sesiyle Haruhiro birden sağ bacağındaki ve sol kolundaki baskının azaldığını hissetti. Sıçanlar son hız kaçıyorlardı. Haruhiro diğer sıçanlara aval aval bakarken, Manato’nun vurduğu sıçanda gözden kaybolmuştu.
“İyi misin, Haruhiro?” Manato Haruhiro’nun yanında bir dizi üzerine çökmüştü, yaralarını inceliyordu.
“Evet. İyiyim…” Bacağındaki pantolonu ve tişörtünün kollarını açınca etindeki küçük delikler açığa çıktı; sıçanların diş izlerinin olduğu yerlerden, kan akıyordu. Yaralar ağır değildi ama gene de acıtıyorlardı.
“Seni iyileştireyim.” Manato sağ elini orta parmağı kaşlarının arasına gelecek şekilde Haruhiro’nun alnına koydu. Parmakları pentagram oluşturdu. “Ey ışık, Lord Lumious’un ilahı lütfu adına… [İyileştir].”
Canlı bir ışık Manato’nun avcundan çıktı ve dolaştıkça, Haruhiro’nun yaraları kapanmaya başladı. Sağ kolu için üç saniye ve sol kolu için bir üç saniye daha, tamamen kapanmışlardı.
“Vay.” Haruhiro çukur sıçanlarının onu ısırdığı yerlere dokundu. Kan hala vardı ama ne acıtıyorlardı ne de kaşınıyorlardı. Ve orada bir yara bulunduğuna dair hiçbir iz yoktu. “Teşekkürler, Manato. Ayrıca onları kovalayan da sendin…”
“Sırf sen kendini yem olarak kullandığın için yapabildim,” Manato cevap verdi.
“Sadece kolumu kullanmayı planlıyordum. Kendi başıma halledebilirim diye düşünmüştüm…”
“Sonuçta her şey iyiye gitti. Kimin ne yaptığı önemli değil.”
“Her şey tamam DEĞİL!” Ranta yerde oturuyordu, iki dizini de germiş ve sımarık bir çocuk gibi tepiniyordu. “Nasıl her şey iyi olabilir? Birden garip şeyler tarafından saldırıya uğradık! Onları kovalamış olsak da tek bir kuruş bile çıkaramadık. Ve şuna bak! Bende yaralandım! Hemen iyileştir!”
“Ah, üzgünüm,” dedi Manato, Ranta’nın yanına doğru acele ederek gitti.
“Neden Ranta’dan özür diledi ki?” Haruhiro etrafa bakarken içinden mırıldandı.
Mogzo da yerde oturuyordu, herhalde devasa kılıcını etrafta savuşturmaktan yorulmuştu. Shihoru, galiba büyüsünü kaçırdığı için, büyük bir ağacın arkasında saklanmak için elinden geleni yapıyordu. Keyifli görünen bir Yume vardı, bir o yana bir bu yana bakınıyordu. Haruhiro’yla göz göze geldiler ve Yume bir gülümsemeyle ona göz kırptı.
Birbirlerine gülümsemek için iyi bir zaman olmasa da, Haruhiro düşünmeden gülüşüne karşılık verdi. Belki de iyi bir zamandı. Bilmiyordu.
“…Onları geri sürmüş olsak da, tek kuruş kazanmadığımız konusunda Ranta haklı,” Haruhiro iç çekti. “Belki de hala bu ormanda dolaşmak için yeterince yetenekli değiliz.”
“Tamamdır! Gitmeye hazırım!” İyileşmiş olan Ranta ayağa zıplayıp kollarını gevşetti. “Tamam! Herkes beni takip etsin!”
Mogzo gözlerini kırptı. “Gi-Gitmek mi? N-Nereye?”
“Aptal! Çamur goblinlerini arayacağımızı söylemiştik değil mi? Bu sıçan şeylerinde kalmak istediğini söyleme bana! Sırf şu şeylerden dolayı geriye dönmüyoruz!”
“Haklı,” Manato düşüncelere dalmış bir şekilde başıyla onayladı. “Aynen Ranta’nın dediği gibi. Riskli olduğu kesin ama çukur sıçanları etoburlardı değil mi?”
“Hepçiller,” diye cevap verdi Yume. “Ama öyle sürü halinde olduklarında insanlara saldırdıkları da bilinir.”
“Evet, bize saldırdıkları doğru olsa da,” dedi Haruhiro.
“Neredeyse hiçbir şey yemediler.” Manato’nun kaşlarını çatıldı ve çenesini ovuşturdu. “Eğer burada yemek için avlanıyorlarsa bu diğer hayvanlarında buralarda olduğunu gösterir.”
“Tabii ki öyleler,” Ranta alay etti. “Daha şimdi mi fark ettin? Başından beri biliyordum. Buralarda yemek için avlanan hayvanlar varsa bu diğer avlanacak hayvanların da buralarda olduğunu gösterir.”
Haruhiro Ranta’ya dik dik baktı. “Sadece Manato’nun dediklerini tekrar ediyorsun.”
“Kes sesini, Uykulu-Göz! Eğer o kadar uykuluysan, git de uyu, küçük çocuk!”
“Sana daha önce de söyledim! Doğduğumdan beri böyle görünüyorum! Bu uykuluyum demek değil!”
“Haruhiro,” Manato gülümsemeyle araya girdi. “Çoğu zaman Ranta’nın dediklerini kulak ardı etmek en iyisi olur.”
“Hey!” Ranta bir parmağını Manato’ya doğrulttu. “Öyle bencilce şeyler söyleme! Bütün zamanlar sadece Bay İyi Adamı oynuyorsun değil mi seni lanet olası hain!?”
“Kim bilir?” Manato yemi yutmadan bir iç çekişle cevap verdi. “Aynı zamanda, kimse karşı değilse, niye etrafa biraz daha göz atmıyoruz?”
Kimse buna karşı değildi o yüzden daha fazla sıçana karşı gözlerini dört açıp ormanın biraz daha derinlerine indiler. Orada, güneş batana kadar kaldılar ama karşılaştıkları tek hayvan bir geyikti. Yume okla vurmaya çalışıp kaçırdı ve hayvan da kaçtı.
Ayrıca birkaç yerde kuşlar gördüler, bir başka sıçan sürüsü tarafından saldırıya uğradılar ama kendilerini korumayı başardılar. Aşırı yukarı zamanları böyle geçti.
Karanlık çöktükten sonra etrafta dolaşmanın şakası bile komik değildi o yüzden Haruhiro ve diğerleri ormandan seri adımlarla ayrıldılar.
“Ne yapacağız?” Ranta inledi. İlk defa kendi kadar enerjik görünmüyordu.
“Bir şey yapmayacağız,” Haruhiro karşılık olarak iç çekti. Ama içinde bir yerde umutsuzluk kendini göstermeye başlıyordu. Sanki içinde bir şey patlamak üzereydi. “Altana’ya geri dönüyoruz.”
“Bu ‘Çalışan Oğlanın Sıkıcı Masalları’ndan fırlamış bir şey gibi,” Yume fısıldadı.
Haruhiro tekrar direkt adam rolünü oynayarak geri fısıldadı, “O kim?” Burada dört ‘çalışan oğlan’ın olduğunu hissediyordu ve başka bir iç çekişi bastıramadı.
“A-ama,” Shihoru kafasını eğerek konuşmaya başladı ki sanki içinde kafasını kaldıracak enerji kalmamıştı. “Neyse boş verin. Yok bir şey.”
Birinin karnı guruldadı. Mogzu. “Acıktım…”
“Geri döndüğümüzde,” dedi Manato herkese bakarak. “Çarşıda durup akşam yemeği yiyelim. Sonra da gece için kalabileceğimiz ucuz bir yer biliyorum. Nishimachi yakınlarında, gönüllü birlik askerleri için bir pansiyon var. Tam askerler Kızıl Ay kontratlarını gösterip bedava kalabilirler ama acemiler ödemek zorunda. Gene de ucuz. Erkekler için bir oda ve kızlar için bir oda toplamda yirmi bakır ediyor.”
Ranta alay etti. “Bugün tek bir bakır bile kazanamadık. Dışarıda kalmalıyız.”
“Hayır, öyle bir şeyi en son çare olarak yapmalıyız,” dedi Manato açıkca. “Ortak olsalar da, pansiyonların aynı zamanda banyoları ve hamamları var. Onların olması ve olmaması fark ediyor… Özellikle bayanlar için.”
Shihoru asasıyla uğraştı ve yavaşça birkaç kez başıyla onayladı.
“Haklısın,” Yume de hak vermişti.
“Küvetler ve tuvaletler ölüm kalım meseleleri değil,” diye mırıldandı Ranta.
Ama Haruhiro’nun içine dışarıda bir yerde kalmaya karar kılsalar en çok sızlanacağın Ranta olacağına dair bir his doğdu.
“Manato’ya katılıyorum,” dedi Haruhiro elini kaldırarak.
Shihoru, Yume ve sonra Mogzo da ellerini kaldırdı.
Ranta hepsine dilini şaklattı, tut-tut, ama daha fazla itiraz etmedi. Ve bununla birlikte hiç av eti yakalayamadan, gönüllü birlik asker acemileri olarak ilk günlerinin sonuna geldiler.
Çevirmen Krepyne 1.Cilt ilk 7 bölüm İçin teşekkür ederiz.