No Game No Life - C2Bölüm 00-2
8 tane 23 inç bilgisayar ekranı. Bu onların tüm dünyası oldu.
13000 kilometrelik ekvatoral bir çapa sahip, küçük bir dünya.
Fiber-optik bir kablo ağıyla kaplanmış bir yer… Dünya. Uzaklık konsepti bu dünyada kayboldu.
Birisi internete bağlandığında isteklerini ve arzularını 7 dünya arasında dolaştırabilir ve sadece yarım saniye geçer.
Hatta dünyaların sonuna kadar bağlanabilirsin.
–İnsanlar Dünyanın sonsuz olduğunu söylüyor.
–Ama aslında dedikleri şey Dünya’nın sonuna kadar küçüldüğü
Küçük bir tıklama ile birisi hayatında ihtiyacı olan her şeye sahip olabilir.
Boş kutulardan oluşan bir yığın geniş bir odayı sıkışık gösterirdi. Ekran yapay bir ışık yaydı ya da en azından monitörlerin içi yaydı.
On altı köşelik dünya ‘onların’ her şeyi–onların bütün dünyası oldu.
Odayı kalabalıklaştıran şeyler sayısız oyun konsolları ve bilgisayarlardı.
Her şeyi bağlayan tellerden kutular ve kontrollerden oluşan bolluk büyük bir tehlike yarattı.
Işıkla aydınlatılmış iki ifadesiz, duygusuz yüz vardı.
Dünyanın her bir tarafından olan yabancılara karşı gelişen bir şiddet ile savaşıyorlardı.
Biri siyah saçlı, siyah gözlü genç bir adamdı.
Diğeri beyaz saçlı, kırmızı gözlü genç bir kızdı.
Tamamen ekranlarına odaklanmışlardı, oda sessizdi.
Kendi dünyalarının seslerini duymalarını sağlayan iki kulaklık takıyorlardı.
Duyabildikleri; makinelerin yapay sesleri ve sonsuz bir ‘tıklama’ sesiydi.
–Dünyanın daraldığını düşündüler.
Elektronik dünya onların bir adımına bile ihtiyaç duymadan tüm dünyayı onların ayaklarına getirmişti.
Ama bu kişilerin bilgilerinin bir tsunami gibi büyümesine yol açtı.
Bu muazzam okyanus bilgilerin sonsuz olmasına yol açmadı, hatta aksine tersine yol açtı.
Sonuç, insanları kendi istekleriyle döşedikleri küçük dünyalarına geri dönmeleri zorunda bırakan aşırı yükleme oldu.
Sonsuz sayıda küçük, kapalı dünyalar.
İzole edilmiş, her zamankinden daha küçük seyrek nüfuslu gerçeklikler. Buraya değil ama tamamen sonsuz bir dünyaya yönlendiriyor.
İki öğrencinin yansıttığı sadece monitörlerde var olan tamamen farklı bir dünyaydı.
Dünyaların yeterli konsantrasyonla sunduğu ilizyon ile beraber tamamen farklı bir dünyaya girdiler.
16 tatami odasına bağlanmış, sosyal serseri değillerdi.
Bazı zamanlar bütün ulusun kahraman kurtarıcılarıydılar.
Bazen de dünyanın en büyük loncasının liderleri. Bazen sihirbazlar, özel güçler ya da suikastçiler. Tipik olarak dünya onların etrafında dönerdi.
Kesin olarak temiz şartların olduğu bir dünya.
Genç adam iç geçirdi. 8 23 inç bilgisayar ekranı. Uzun bir zaman boyunca bunlar onların dünyası olmuştu.
Oynadıkları her oyunda yenilmez olan ‘bu kardeşler’. Bu küçük monitörlerin içinde neredeyse kentsel bir efsaneydiler.
Ait oldukları bu küçük dünya içerisinde, oyunlarda oynadıkları kahramanlar olmuşlardı.
Ama gözlerini çevirdikleri bir anda her şey aynı kalıyordu.
Sahte, sıkışık, sessiz Sosyal serseriler için. İzole edilmiş küçük bir dünya.
Ve genç adam genelde her zaman iyi olan huzursuzluğun farkına vardı.
”Bu gerçekten bizim odamız mı?” düşüncesi. Bu düşünceden sonra daha da ilerisini düşünürdü.
Kanıtsız, sadece belli belirsiz, merak ederek: ‘Burası cidden ait olduğumuz yer mi?’
”Gerçekten de haklısın.” Nasılsa zihninde bir ses hep bu sorulara cevap verdi.
Kendi tanıdık dünyalarını kurmadan önce…
Hatırladığı tek şey gülümseyen, masum, tanımadığı bir çocuktu.
Hayır. ”Cidden tanımıyor muyum?”
Hatıraları geri gelmeye başlarken çocuk, zihnindeki kişi ses çıkarmadan devam etti.
”Burası ait olduğun yer değil..bu yüzden–” ve sonra..
”Bu yüzden senin tekrardan doğmana izin vereceğim. Geçmiş ve gelecek, kurgu ve gerçeklik.”
Hatıraları hala pusluydu.
Bilinci bulanık hale gelmeye başladı ve dünyayı kavramaya başladı.
Onu aniden geri getiren her zamanki söz oldu…. ” Ah, anlıyorum rüya görüyorum..”
Ve sonra diğer şeyler her rüyanın bittiği gibi biterdi.
Rüyasının ne zaman bittiğinden emin olamazken, bilincinin geri geldiğini hissetti…