No Game No Life - C7Bölüm 00-7
『』 『』 『』
Çevirmen: Uchuujin
【 Oyunun sonunda bekliyorum. Önceden belirlenmiş hayatınızı yerde sürünerek geçirin- sonra belki yukarı tırmanabilirsiniz. 】
Bu ilandan sonra, Old Deus Miko’nun cesediyle birlikte ortadan kayboldu.
Sanki bir tür rüyaymış gibi, en başından beri yokmuş gibiydi…… o kadar kolaydı. Geriye Sora dahil yedi kişi kaldı, yedi kapı ve-
——Sessizlik ortama yayıldı.
Ortamda biriken karışıklık, şüphe, sabırsızlık, hatta belki de öfke burayı durgunlaştırmıştı.
Birbirini ölçen bakışlar değiş tokuş edilirken Sora tırnaklarını ısırdı ve bir kez daha kendini sorguladı.
——Neler oluyor……!!
“… Nii.”
Shiro arkadan sesleniyordu- ama Sora’nın cevap vermeye bile gücü yetmiyordu.
Sora kuralları incelerken çok fazla ter döküyordu – — bir kez daha, tekrar ve tekrar……
Elbette, bir şeylerin ters gittiğini hissedilen bir sürü alan var, ama başından beri garipti, lanet olsun——!
“…… Nii…… Nii……”
Bu oyunda, başkasının zarlarını çalmazsan, hedefe ulaşmak teorik olarak imkansızdı.
Bir kişi elli kare yazarsa, kare miktarı [350] artı [yükselen kareler] olacaktır.
Ancak, zar sayısı atıldıkça azalırsa, altı tane atmaya devam etseniz bile sınır [324] olacaktır. bir “Mahkum İkilemi” olduğunda ——Birbirinizin zarlarını çalmaktan başka olası bir sonucunuz yoktur.
Kesinlikle, eğer bir başkasının on parçaya bölünmüş [hayatını] çalmazsanız, hedefe ulaşamazsınız.
——O zaman, başlangıç olarak!!
“… Nii, Shiro’yu görmezden gelmeye devam edersen…… cevap vermezsen……——”
———Bunun [Bir Old Deus’un rakip olduğu bir oyun] olması gerekiyordu, doğru— ve yine de! Neden Old Deus’un bir “oyun ustası” olduğu bir şeye dönüştü?
Oyuncuların birbirlerini öldürmelerini sağlama yöndeki gelişim—
“…… Shiro…… külot çıkaracak…… ve kaldıracak, etek.”
“NE EVET NIICHAN’IN TAM BURADA NE CEVAP VERSİN!?”
Her türlü krizden öncelikli olan acil duruma (Kız kardeşinin iffetini korumak) tepki veren Sora, tüm diğer düşünce sürecini durdurdu ve bir şok dalgası yaratmaya yetecek kadar güçlü bir şekilde döndü—Ancak Shiro’nun sadece Steph’in külotunu indirdiğini gördü. Steph’in külotu yer çekiminin etkisinin altına girdiğinde-O mucizevi kısacık an- Sora tereddüt kırıntısı bile olmadan beynindeki x düğmesine bastı.
Görsel veri hafızaya kaydedildi.
“N-Neee..?! Tanrı aşkına bu nereden çıktı!?”
Sora’ya Şeftali Çiçeği Pınarını bir anlığına gösterme fırsatı veren rahibe, aceleyle eteğini çekerek iç çamaşırını düzeltmeye çalışan Steph’i görmezden gelerek gerçekçi bir yaklaşımla bilgi verdi:
“…Benim..ki..olacağını…söylememiştim…”
“…Ohhh, haklısın. Gerçekten abini kandırdın. Ah-ha seni küçükkk…!”
Sevinç içinde diğer her şeyi unutan Sora, her yönden iğne gibi bakışlar ile yıkandı ama…
Beynindeki hatırla komutuna yumruk atan genç adam, Şeftali Çiçeği Pınarı görselini döngüye soktu, eşi benzeri görülmemiş görsele kendini o kadar çok kaptırmıştı ki arkadaşlarının küçümseyici bakışlarını fark edememişti bile.
“Steph… Görüyorum ki teşhirci eğilimlerini gizlemekten vazgeçmişsin? Endişelenme. Beni birazcık bile rahatsız etmiyor!”
“Haa!? Bana gizlice yaklaştı ve külotumu aşağı çekti!”
“Çekingen olmana gerek yok. Eğer buna rızan olmasaydı On Kural böyle bir eylem gerçekleşmeyeceğini ve külotunun asla yağmalanamayacağını söylüyor.… Bu yüzden, bu senin rızan old-”
Sora Buda gibi konuşarak sayısız nilüfer çiçeği açtı ve elleriyle mühür işaretleri yapmaya başladı.
-Durdu.
….Bekle.
Bekle-Bekle-bekle-bekle! …Bekle bir saniye!
“…Sen neden buradasın, Steph?”
“Bana böyle bir şey yapın ve sonra “Neden Buradasın” diye sorun. Birini bu kadar suiistimal etmek doğru mu sizce!?”
Ağlamaklı suçlamasını görmezden gelen Sora, sırayla ona bakan gözleri değerlendirdi. Shiro, Jibril, Izuna, Ino—ve Plum…
“…Nii, hala sakinleşmedin mi…?”
“…Uhh… Abinin kavrama becerisi… geriliyor olabilir mi?”
Sora, Shiro’nun kendinden emin gülümsemesini göğüslerken kendini aşağıladı. Oyunu çözmekte geç kaldığından endişelenen Sora’ya,
“Bende…neler olduğundan… emin değilim…ama…” dedi Shiro.
Ağabeyinin yeteneklerinden şüphe etmek için bir nedeni yoktu.
“…Her zamanki gibi olursan… iyi olacağız…”
Shiro konuşurken onun elini kavramıştı. Bunu hisseden Sora ciddi bir şekilde düşündü.
Aptal olduğunu biliyordu. Aslında bununla gurur duyuyordu. Rakipsiz maskaralığı belli bir ihtişam ve ağırbaşlılığa sahipti. Tüm bunları hesaba kattığında—Neden bu kadar sinirleniyordu? Neden bu kadar ciddiydi?
Sonunda koşulları sindiren Sora, Steph’e döndü.
“Uh…Sanırım sormamalıyım ama kuralları anladın mı?”
Hayır, kesinlikle anlamadım! Benim hatam!“
Hala temkinli davranan Steph, onu terslerken eteğini tutuyordu. O eski güvenilir beceriksizlik hissi, bunu rahatlatıcı bulan Sora gülümseyerek devam etti.
“En basit haliyle, bu Sugoroku. Hedefe ilerlemek için zar atacağız.”
“Mm-hmmm.”
“Ve işte burada zarların var. Eğer birini atarsan bir tanesi eksilecek.”
“Evet, Evet.”
Sora göğsünün yanında süzülen beyaz küplerden birini kavradı… Boş zarlardan birini.
Bu zarı attıktan sonra kesinlikle rastgele bir sonuç elde edeceğiz ha.
“Yani bu zarlar? Senin yaşın—diğer bir değişle hayatın.”
“——-Ne!?”
Steph dondu kaldı ama Sora normalmiş gibi konuşmaya devam etti.
“Eğer sıfıra ulaşırsa, ölürsün. Ebedi uyku, ruhun cennete yükselir ve bu dünyayı terk edersin—evet, burada kadar anladın mı?”
“Eh, evet? Anladım ama bunun iyi olduğuna emin miyiz? Eh, ölecek miyiz!?”
Kurallar “Öz Zamanımızdan” bahsediyordu, muhtemelen ortadan kayboluyorlardı. Özetlemek gerekirse ömürlerini riske attıkları bir oyundu ama bu tür sınırlamaları olamayan Jibril gibi oyuncular sorun teşkil ediyordu. Ama sonuçta öz zamanları-yani yaşları- sıfıra ulaşırsa sonucu tahmin etmek çok da zor olmazdı.
“Ve sadece on zarla bitişe ulaşmak imkansız, bu yüzden daha fazlasını toplamanız gerekiyor.”
Bitişe kadar 351 kare vardı. Ama sahip oldukları ile gidebilecekleri en uzak nokta 324 kareydi. Yeterli değildi.
“Yani bu görev için diğerlerinin zarlarını kullanmalıyız. Anlamış mıyım?”
Bu oyun…
“Rakibinin yaşamını çalmalısın—kazanmak için dolaylı yoldan birini öldürmelisin”
Sora’nın özetlemesine cevaben herkes sorgulayan gözlerle birbirine baktı. Old Deus’a karşı bir oyundu—ve yine de. Kazanmanın tek yolu diğer oyuncuları ezmekti…
“Bu komik… değil! Bunu nasıl kabul edebiliriz?!”
“Doğru? Kimse ölmek istemiyor! Ölmek istemiyorum. Bu yüzden—ne yapacağız?”
Steph sonunda kuralları sindirdiği için patlamasına engel olamamışken, Sora gülümseyerek devam etti.
“Tüm görevlerimizi boş atayacağız ve bir kişi diğerlerinin dokuz zarını alacak.”
Zarları başkasına aktarmayı engelleyen bir kural yoktu. Yani bu-
“İşte o zaman altmış dört zarı olan bir temsilcimiz olacak ve bam! Bu tek zar atışta 384 kare demek. Tek hamlede bile bitirebiliriz. Kimse tükenmeyecek ve ölmeyecek… Bana aşık olabilirsin!”
“Belki de ilk kez sana gerçekten aşık olabilirim…”
Steph, acınası bir dar görüşlülük ile samimi duygularını itiraf etmesine rağmen…
“A-Ancak, efendim… [Hain]i bulmazsak bu…?”
Efendisi bunu gözden kaçırmış olamazdı. Jibril’in tereddütle dile getirdiği şey, kesinlikle hepsinin başına bel olan paranoyanın asıl sebebiydi.
00b: Zar taşıyanlar arasında hafızası toplanmamış bir hain var.
Oyunun başlangıç koşulu oyuncuların hafızalarının silinmesiydi. Bu sadece hainin bildiği bir şey olduğu anlamına geliyordu. Ve kimse söz konusu bilgiyi gönüllü olarak vermediği sürece… niyeti açıktı: Herkesi kandırmak ve zaferi elde etmek için bir numara—Gerçek bir ihanet. Tüm zarlar kime verilmeli? –Hayır asıl soru bu bile değildi. Daha en başından, Miko’nun hayatını kullanmayı nasıl kabul etmişlerdi? İçinde bulundukları durumu düşündüklerinde hain muhtemelen kim ise büyük olasılıkla zafer koşuluna muktedirdi…!
Sora kısa süreliğine bu son derece alakasız noktayı düşünme gafletine düşmüştü. Ama—
“Uh, bu bize bir sıkıntı yaratmaz.”
Sora anında gülümseyerek geçiştirmesi sadece Jibril değil, Ino, Izuna, Plum- evet Shiro tarafından bile- kaşlarının çatılması ile sonuçlandı. Ama Sora tekrar kıkırdadı.
Pekala, bir hain var. Herkesin işbirliği yaptığı takdirde kolayca kazanabileceğiniz ama yapmayacakları o klişe senaryo değil mi bu? Herkes paranoyaklaşıyor, hainin kim olduğunu bulmaya çalışırlarken aralarındaki bağı kopartıyorlar ve hepsi cehennemi boyluyor. [Vampir-Köylü]nün süslenmiş hali gibi, bu modası geçmiş oyunu oynamamızı mı bekliyor? Eğer öyleyse Sora bunu söylemekten gerçekten nefret ediyordu. Ama genç adam alay ederek işe geri döndü. Bu burada yaşanacak son şeydi. Topladıkları grup göz önüne alındığında bu çok zor bir olasılıktı. Sora’nın tüm hayatını böyle yaşadığından bahsetmeye bile gerek yoktu, bu yüzden alay etti. Öncülüğü boş ver. Hain kim?
Gerçekten bu kimin umurunda?
“Canı cehenneme. Diyelim ki—Hain benim.”
Muzur bir gülüşle, Sora her şeyi alt üst etti.
…
…Sessizlik okyanustan daha derindi. Sora’nın memnuniyetsiz olarak yorumladığı şaşkın, temkinli, şüpheli sessizlik.
“Ne-?Buradaki herkes size ihanet edeceğim mi düşünüyor?! Pekala, size kanıtlayacağım…”
Bir şeyler düşünmek için bana birkaç saniye verin. Yüzsüzce kendini hain ilan ettikten sonra aceleyle bazı saçmalıklar düşündü.
“Tamam, bir hainden bahsettiğimize göre zirveye çıkmak için herkes ile oynayacak biri olmalı değil mi?”
Derin bir nefes aldı ve sırayla her birini işaret ederek sıra boyunca ilerledi.
“Öncelikle Izuna temiz. Aldatma ve dolandırıcılıkta beni ve Shiro’yu yenebilmesinin hiçbir yolu yok.”
Izuna’nın gözleri büyürken kulakları seğirdi.
“Ve Büyükbabam temiz çünkü bizi kandırmak için Miko-sama’nın hayatını riske atacak cesareti yok, desu.”
Yüzündeki kan damarları şişerken Ino’nun gözlükleri çatırdadı.
“Ve Plum temiz çünkü bize karşı tamamen yenilen birinin bir risk almasına imkan yok.”
Ağzı ince bir şekilde bükülürken Plum’ın gözleri keskin şekilde kısıldı.
“Ve Jibril temiz çünkü Shiro ve ben [İtiraf Et] dememiz yeterli olacaktır. Ayrıca Sevgili, sevgili canı ciğeri efendilerini kandırmaya cüret etmez değil mi?”
Hhh. Jibril’in gözleri açıldı ve alaycı bir şekilde baktı.
“Ve Sen—Söz konusu bile olamazsın, düşünmeye bile değmezsin! *QED!!”
(*OED: Quod erat demonstrandum, kesin bir kanıtın sonunda kullanılan Latince bir cümledir. “Gösterilmek istenen şey de buydu” anlamındadır.)
“Merhaba?! Bu tutumun biraz kırıcı değil mi?”
“Ve son olarak Shiro ve ben ikimiz biriz. Buna ne dersiniz? Henüz ikna olmadınız mı?”
“…Oh…”
Shiro ne yaptığının farkına varmış gibi hafif bir gülümseme yaptı. Evet…Oyun buydu. Hafızalarının varlığına bakılmaksızın emin olabilecekleri sayısız şey vardı. Örneğin: Sora, bakire, on sekiz yaşında, insanlara asla elini göstermez. Her şeyin oyunlarla karar verildiği bu dünya, Tet’in hayalini kurdukları ütopya olduğunu iddia ederek getirdiği bu dünya… Bu değiştirilmiş [Vampir-Köylü] onlara tam uyuyordu. Evet, bunu söylemenin tam zamanıydı—
Korkak bir keskin nişancı olmanın nesi yanlış?
“Bununla birlikte! Old Deus’un rakibimiz olduğu bir oyunda oyuncuların boşuna birbirini öldürmesi çelişkisinden kurtulduk. Bu nedenle bunun da bir işbirliği oyunu olduğunu kanıtlamış olduk—Birbirimize güvenirsek içimizden biri kazanabilir! Boş görevler oluşturup zarlarınız yaşlı bana teslim edip arkanıza yaslanabilirsiniz. Hayır, daha kibar söylememe izin verin!”
Vahşi el hareketlerini bir kenara bırakıp bir tanrıyı bile kandırabilecek bir gülümsem takınarak tatlı bir ses tonuyla:
“Bütün [zarları] bana vererek kazanmamı sağlayın, ey kullarım. Böylece bana sadakatinizi kanıtlayabilirsiniz.❤”
Sora’nın isteği üzerine her oyuncu görevlerini ayarlamak için kendi odalarına çekildi. Ve döndüklerinde Sora mesafeli bir şekilde gülümsedi. Bu oyun çok basitti. Hain kimin umurundaydı?
Kendi takımı ile oynuyordu, biliyordu.
Herkes onun ihanet edeceğine kalpten inanıyordu değil mi?
Teorik Başlangıç Sonu.