No Game No Life - C7Bölüm 01-2
Çevirmen: Uchuujin
Bu noktada, sanırım söylemeye bile gerek yok ama ekrandaki karakterler Sora ve Shiro değildi, Steph kesinlikle hiç değil. Ve elbette yaşanan olayların Old Deus’un oyunu olan sugoroku ile yakından uzaktan bir alakası yoktu.
Yaşananlar Sora’nın en başta cesurca kendini hain ilan etmesinden ve herkesin zarlarını istemesinden hemen sonra olmuştu. Herkes görevlerini oluşturup kapılardan çıktılar ve doğal olarak ona Bunu sen istedin dediler. Duygularını ifade ettikten sonra her biri kendi zarını attı ve kendi yollarına koyuldular. Benzer şekilde Sora ve Shiro’da arkadaşları ile beraber altmış iki kareyi hedefleyerek zar attılar. Ama sadece bir kare ilerleyip gökyüzüne baktılar ve sonra “Oh. Bu oyun bizim için imkansız” diye karar vererek en yakın eve geri döndüler.
Birbirlerine bakarak başlarını salladılar, tüm anılarını bir kenara atıp kendilerini oyunlara adayabilmek için eve kapandılar.
…Yenilginin tadını ilk kez alan 『』’un hayatı sona ermişti. Lütfen Sora ve Shiro’nun bir sonraki hayatını bekleyin.
<Son>
İkili, dönemlerinin sonuna gelmiş ve son sözler bölümüne girmişlerdi. Kardeşler zarları ilk hamlelerinde sekize düşmüş yani sonuç olarak yaşları %20 azalmıştı ve buna bağlı olarak uzuvlarının boyları küçülmüştü. Old Deus ile olan oyunun anısı tıpkı önceki yaşamları gibi unutulmaya yüz tutmuştu. Saklandıkları evde Doğu Birliği oyun konsolu bulmuşlardı.
Orada oyun mu vardı? Evet.
Oynamamak için bir sebepleri var mıydı? Hayır.
Sıfır saniye süren bir süreçten sonra ikisi sessizce konsolu açtılar ve gerçekliği terk edip sırtlarını döndüler. Werebeast dilini anlayamayan ve 14,4 yaşında olan sora altyazıları açtı. Yaklaşık 8,8 yaşında olan Shiro, Sora’nın kucağına oturmuştu, altyazıları yüksek sesle seslendiriyordu. Kız kardeşi, dikkate değer teatrel mizacı ile tüm karakterlerin repliklerini yaratıcı bir şekilde seslendirdi. Neden normalde bu kadar net konuşmuyor!? Sora bu soruyu iki saat boyunca merak etmekten kendini alamadı ve sonunda kontrol cihazını fırlattı, paketi aldı ve inledi.
“Doğu Birliğinde zombi oyunları da olduğunu görmek beni heyecanlandırdı… Ama bu pekiyi değildi.”
Sanırım Başlığı Öl Ya da Öldür 3: Sessizliğin Bedeli idi. En azından Shiro’ya göre öyleydi. İddiasına göre bu Izuna ile oynadıkları “Sev Ya da Sevil” serisinin yan oyununun devamı niteliğimdeydi. İnsan gibi yetersiz varlıkların duyuları ile oynamaya kalkınca böyle oluyordu. Hikaye Elflerin büyük çaplı bir diriltme deneyi ile başlıyor ve gerisini tahmin edebilirsiniz. Büyü kontrolden çıkıyor, ölüler kalkıyor ve tüm dünyaya yayılıyor falan filan. Yaşayan ölüler canlıların arasına gizleniyorlar ve evet bu hikaye çok kötüydü. Böylesi iyiydi. *Kitsch? İyi bir şey ama…
(*Kitsch, tüketicilerinde estetik etki yaratan ancak herhangi bir sanat akımı kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayan ürünleri ifade eden bir sanat terimidir. Genellikle var olan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak, ifade etmek için kullanılmıştır.)
“Kanatlı ve kas kafalı bir Werebeast zombi koyma fikri nereden çıktı? Kafayı mı yediler?”
O melek olması gereken iğrenç canavara hiçbir saldırı yapamadığını hatırladı. Evet, iğrenç canavar. Ne de olsa yarı çıplaktı—hayır neredeyse tamamen çıplaktı. Sadece bir peştamal giyiyordu. Bu batı-kovboy özentisi zor oyunun bok gibi olan hikayesinin sadece görünen kısmıydı, ancak bu kadarını kaldırabilmişti. Onun hakkındaki tek tesellisi “Kız kardeşi” karakterdi. Tatlı hayvan kulakları olan loli tip bir karakterdi!
…Ve sonunda bakın ne olmuştu. Sora ana karakterin son repliğini hatırladı:
“Nerede yanlış yaptım? Sorun bu oyunu geliştirenlerin beynindeydi—!”
Paketi fırlattı, tataminin üzerine yığıldı ve bağırdı. Küçük kız kardeşinin sahte olduğunu anlaması için birbiri ardına birçok olay yaşanmıştı. Üstelik onun öldürürken ona bir çöpmüş gibi bakıyordu—
…Hey?
“Hmm…Pekala her neyse. Sanırım bu kısmını bir ödül olarak kabul edebilirim.”
“..Nii, bunu daha ne kadar… sürdürmeyi… düşünüyorsun?”
Gerçek hayattaki kardeşinin de ona çöpmüş gibi baktığını gören Sora boğazını temizlemek için öksürdü.
“..Mmm!… Sanırım asıl problem hikayesinde…”
Yerde uzanmasına rağmen ekrana bakmaya devam ediyordu. Ekranda ana karakterin özelliğini kullandı— ne kadar ölürse ölsün tıpkı senaryo da yazıldığı gibi hiçbir pişmanlık hissetmeden bir yerlerde uyanacaktı. Tam da söylediği gibi ölmek yerine bir yerlerde uyandı. Ama olanlardan Sora oyuna olan ilgisini kaybetmişti. Tavana baktı. Sersemlemiş kafasını boşaltırken bir kez daha o sözleri hatırladı:
“Acaba… nerede yanlış yaptım…”
“…Tüm şüphelileri öldürmek… neden bu kaltağın ona asla ihanet etmeyeceğini düşündü acaba…”
[Sağduyuya] göre bakarsak herkes aynı şeyi düşünürdü.
“İhanet et ya da ihanete uğra. Bu en basit tabiri ile kader…”
Evet, aynı Görevlerini oluşturduktan sonra bana kolayca ihanet edebilecekleri gibi. Sora dilini şaklatırken mırıldandı. Ama aynı zamanda oyunun şartlarını düşünüyordu.
“Hey, Shiro, merak ediyorum da nerede hata yaptım…”
“Eğer cidden soruyorsan sana bu sorunun cevabını verebilirim istersen?”
Steph’in cevabı gümbürtülü bir bağırış şeklinde gelmişti.
“Bana ihanet etmene ve bu ihanete karşılık vermemi imkansız hale getirmene rağmen! Beni zorla peşinizden sürüklediniz, her şeyi benim üzerime yıktınız ve hala “Neden Kendimi Eve kapatıyorum?” diye soruyorsun yanlış mıyım?”
Kızıl saçlı kız el arabası ile sürgülü kapıdan odaya girdi. Sora ve Shiro gibi onunda zar sayısı 8 e düşmüştü ve yaşı 14,4 olmuştu. Bağırışlarının arasında derin derin nefes alan kişi, Stephanie Dola’ydı.
“Etrafınıza bir bakın! İstediğiniz el arabasını getirdim!”
“…Uh…mm?”
“Yine ne oldu?”
“Bir el arabası olmadan sizi hareket ettiremeyeceğimi söylemiştiniz, yanılıyor muyum?”
Sora ve Shiro’nun boş ifadelerini gören Steph kafasındaki saçları yoldu ve kükredi.
“Yani tek yapmam gereken şey bir at gibi bu arabayı çekmek— evet tam anlamıyla bir at gibi!”
Bunn üzerine Steph arabayı Sora ve Shiro’ya doğru itti. Araba bir hidrolik kürek gibi çalışarak şaşıran çifti üstüne aldı. Bu sahneye *Dona Dona şarkısı çok uygun olurdu. Steph acımasızca iki münzeviyi odadan dışarı sürükledi…
(Dona Dona, Dona, Dona” kesime götürülen bir buzağıyı konu alan Yidiş bir tiyatro şarkısıdır. )