Okami Wa Nemuranai - A2 - Bölüm 09
Bölüm 9
Grup, ikinci günün öğle saatlerinde küçük bir köye ulaştı. Burada kısa bir mola verip su ikmali yaptıktan sonra tekrar yola koyuldular. Eda gözleri kayık bir halde sendeleyerek yürüyordu. İyi olup olmadığını kontrol ettiklerinde aç olduğunu söyledi. Yapacak bir şeyi olmayınca, Lecan kendi stoğundan biraz kuru et paylaştı. Bu arada Chaney’den izin alan Eda en sonunda arabaya binmeyi başardı.
Akşama doğru, dağda ilerlerken, Lecan büyülü yaratıkların yaklaştığını hissetti.
“Lecan-san. Bir şey mi oldu?”
“Büyülü yaratıklar. 18 tane. Önden geliyorlar. Arabayı durdurun. Onları karşılayacağım.”
“Anlaşıldı. Eifun-san! Lütfen arabayı durdurun.”
“D-düşman mı? Nerede?”
Grup çıt çıkarmadan düşmanı beklemeye başladı. Eda, arabanın üstünde yayına bir ok yerleştirerek huzursuz bir şekilde karanlık ormana bakınıyordu. Ağaçlardan garip sesler yükseldi.
“Üstümüzdeler.”
Diye seslendi Lecan. <Yaşam Algısı> ile yüksekliği algılayamıyordu, bu yüzden yaratıklar yaklaşana kadar onların hangi yükseklikte olduğunu bilmiyordu.
Ve bir anda büyük bir grup büyülü yaratık tepelerinden aşağı atladı.
“Uwaa, uwaa!”
Eda, çığlık atarak ok atmaya başladı, ancak hiçbiri yaratıklara isabet etmedi.
Arabacı Eifun, büyülü yaratıkların saldırılarından dikkatle kaçınıyor ve savuşturuyordu. Bunlar maymunlara benzeyen sihirli yaratıklardı. On yaşındaki bir çocuk kadar büyük, siyah tüylü ve kırmızı yüzlüydüler. Oldukça çeviklerdi. Lecan hiçbir şeye aldırış etmeden soğukkanlı bir şekilde büyülü yaratıkları paramparça edip geçiyordu. Bu yaratıkların hareketleri oldukça düzensiz ve hızlıydı ancak Lecan’ın üstün görüşü ve saldırı hızına karşı sanki ağır çekimdelermiş gibi görünüyorlardı.
Chaney, arabanın içinde saklanıp pencereleri kapatmıştı, bu yüzden güvendeydi. Bu yaratıklar, tek bir darbeyle arabayı parçalayabilecek bir türden değildi ve dahası Lecan onlara böyle bir fırsat bile tanımıyordu.
Yaşanan dövüş sırasında yaratıkların tehlikesi bir yana asıl tehlike Eda’ydı. İki ok Lecan’a doğru uçuyordu. Lecan o kadar gıcık kapmıştı ki ikinci oku havada ikiye böldü.
Eifun’a saldırmak için atlayan son maymunu da bir kılıç darbesiyle yere serdi. Bitmişti, bu son maymundu. Bu sırada Eda bağırıyordu.
“Ah, acıyor! Ah, canım yandı!”
Muhtemelen maymunlardan biri tarafından ısırıldı ya da tırmalandı. Ama onun durumuna bakmaya pek niyetli değildi.
“B-bitti mi? Ah, arabanın her yeri kan olmuş. Ama şu anda zamanımız daha çok değerli. Hadi gidelim.”
“Ah, Chaney-san, bir saniye! Oklarımı toplamam gerek!”
Lecan, Eda’nın sözleriyle bir bilmecenin daha çözülmüş olduğunu fark etti. Şimdiye kadar yedek oklarını nereye koyduğunu merak ediyordu. Ancak boşa düşünmüştü, Eda’nın hiç yedek oku yoktu.
“Eifun-san, hareket edelim.”
“Hohoho.”
Chaney, Eda’nın yalvarışlarını umursamadan vagona hareket emri verdi. Eda aceleyle bulabildiği birkaç oku sadağına koyup vagonun peşinden koşmaya başladı. Bu arada yaşanan dövüşte, Eda’nın taşıdığı toplam 12 okun hiçbiri büyülü maymunumsu yaratıklara isabet etmemişti.
Üçüncü gün, dağda kamp yapıyorlardı.
Eda aniden bağırdı.
“Aaa büyülü taşlaar!”
“Ne olmuş büyülü taşlara?”
“O Kızıl Maymunları (Urudou) öldürdük ama büyülü taşlarını almadık!”
Demek o yaratıkların adı Kızıl Maymundu. Lecan, bu yaratıkların ormanlarda ve zindanlarda en çok bulunan büyülü yaratıklar olduğunu duymuştu. Şimdiye kadar birkaç tanesini öldürmesine rağmen, adlarıyla görüntüleri arasında bağlantı kurmamıştı.
Ancak Eda niye saçmalıyordu? Dövüşten hemen sonra Chaney’in “Zamanımız daha değerli” dediğini duymamıştı herhalde?
“Oldukça iyi bir servetti!”
Eda’nın bu ganimetten hak kazanıp kazanmadığı tartışmalı bir konu olsa da Kızıl Maymunların büyülü taşlarını almak buna hiç değmezdi. Eğer bu kadar çaresizse de Lecan’ın öğlen saatlerinde öldürdüğü 80 civarındaki sihirli yaratık çok daha değerli taşlara sahipti. Ancak Chaney, öğle vakti savaştan sonra mola verdikleri köy muhtarından bir ricada bulunarak, Lecan’ın öldürdüğü yaratıkların sihirli taşlarını ve bazı materyallerinin yarısını kendisine getirmelerini, diğer yarısını ise köylülerle paylaşmalarını istemişti. Bu sayede ne değerli kaynaklar ziyan olacaktı ne de çürüyen cesetler hastalık yayacaktı.
“Hadi ama, geri dönüp toplamayı düşünmez misin?”
Eda çok fazla geveleştiği için, Lecan konuyu değiştirmeye karar verdi.
“Eda. Boynundaki sarı atkı çok dikkat çekici.”
“Ha? Ah. Sevimli değil mi? Hehe.”
“Karanlık yerlerde bile çok net görünüyor.”
“Gerçekten mi? Teşekkürler övgü için.”
“Büyülü yaratıklar için harika bir işaret fişeği gibi oluyorsun.”
“Ha?”
“Maceracılar böyle gösterişli atkılar takmaz.”
“…Uwawawawawa! Ne diyoorsun yaa! Bunu bana daha önce söylemeliydin! Uwaa, demek bu yüzden peşimi bırakmadılar! Uwaa, uwaa! Şimdi bile düşündükçe her yerim ağrıyor! Kahretsin! Kahretsin!”
Bu kızın yine gürültü yapmaya başladığını gören Lecan, gösterişli kıyafetler giyen bir maceracıyı hatırladı.
Kanla Lekelenmiş (Bloodstained) Rancy. Alev gibi kızıl saçları, kan kırmızısı bir deri zırhı vardı. Her iki elinde parıldayan yakutlar taşıyordu. Gerçekten gösterişli bir kadındı. Büyük kılıcıyla kendisine ayarttığı büyülü yaratıkları biçerken kurbanlarının kanına bulanırdı hep. Güzelliği o kadar ürkütücü bir derecedeydi ki pek çok erkek ona kapılıp giderdi. Ancak bu erkeklerin hepsi, sonunda kalp kırıklığından mahvolmuş halde kalırlardı.
Lecan, aniden eski dünyasına karşı bir özlem hissetti.
Yukarıya baktığında sadece yıldızları gördü, bu dünyada ay yoktu. O büyük, parlak ay burada var olmayan bir şeydi.
Ona karşı dayanılmaz bir özlem duydu.