Okami Wa Nemuranai - A2 - Bölüm 10
Bölüm 10
İkinci günün gecesi hiçbir sorun olmadı. Böylece varış için tahmini sürelerinin üçüncü gününe girdiler. Ertesi gün arabanın kapısını açan Chaney’in ilk işi Lecan’ı bulmak oldu.
“Lecan-san. Buraya kadar gelebilmemiz tamamıyla senin sayende oldu. En baştaki hesaplarımıza göre yarın gün ortasında varmış olacaktık ama şu anki hızımızla bu akşam varabiliriz. Velinimetim oldun. Bunu asla unutmayacağım.”
“Henüz varmadık ki.”
“Evet. Yolun sonuna kadar senin güvenliğin altındayız.”
“Ben de teşekkür etmeliyim. Sen gerçekten olağanüstü bir maceracısın.”
Bu konuşmalar sırasında Eda, Lecan’ın arkasında bütün işleri kendisi halletmiş gibi bir ifadeyle duruyordu. Araba gün içinde dağ patikasında iyol almaya devam etti.
Lecan bir yerde aniden durdu.
“Ne oldu, Lecan-san?”
“800 adım ötemizde dört adam var. Tahminime göre ikisi yolun kenarlarında saklanıyor.”
“Nasıl farket… Hayır, bunu sormam aptalcaydı. Söylediğin kesinlikle doğrudur. Peki, ne yapmamızı önerirsin?”
“500 adım daha ilerleyin. Sonra orada durun. Ben onların hareketlerini takip edeceğim. Size haber verene kadar hareket etmeyin. Eğer durumun gittikçe daha tehlikeli olduğunu düşünürseniz, hemen geri çekilin.”
“Anlaşıldı. Eifun-san, denildiği gibi yap lütfen.”
“…Ho ho. Anlaşıldı (Yale). Söylemeden geçemeyeceğim, oldukça korkutucu bir tespit yeteneğin var.”
“Haydutlar mı? Bu sefer onlara gücümü göstereceğim!”
“Eda. Elinde sadece üç ok kaldı.”
“Uum. İstiyorsan birini sana vereyim.”
“Büyü kullanamıyor musun?”
“Haah? Büyü mü? Sanki öyle şeyler yapabilirmişim gibi! Benimle dalga mı geçiyorsun!”
“Hımı? O zaman sen arabayı koru. Arka tarafı gözetle.”
“T-tamamdır.”
Ekip 500 adım daha ilerledi, bu süre zarfında karşı taraf hiçbir hamle yapmadı. Belirtilen mesafeyi katettikten sonra araba durdu ve Lecan tek başına ilerlemeye devam etti.
<3D Algı> yeteneğinin menzili içinde olduklarından, adamların ne yaptığını net bir şekilde görebiliyordu. İkisi yaylarına ok geçirmiş bekliyordu, diğer ikisi ise kılıçlarını çekmişti. Dördü de ağaçların ve çalıların arkasına ustaca saklanmış, varlıklarını neredeyse tamamen gizlemişlerdi. Eğer pusu kurma konusunda bir seviye belirlemek gerekirse, bu dördü ileri seviye olurdu.
Lecan bir süre yürüdükten sonra durdu. Şu anda adamlara birkaç adım uzaklıkta dikiliyordu. Ancak hala saldırıya uğramamıştı. Bu, onların, yoldan geçen yolculara rastgele saldırmadıkları anlamına geliyordu.
Eğer Chaney’in arabasını fark ettikleri gibi hemen saklanmışlarsa, bunu olabileceğinden fazlasıyla hızlı yapmışlardı.
Durum, bu insanların Chaney’in arabasının buradan geçeceğini önceden bildikleri anlamına geliyordu.
Ve bu adamlar sıradan haydutlar değildi. En azından beş parasız serseriler olmadıkları kesindi.
Lecan, edindiği tecrübelerinden biliyordu, saldırganlar askeri eğitim gibi iyi bir talimden geçmişti. Bütün bunlar Lecan’a bilmesi gereken her şeyi göstermişti. Şimdi onları öldürmekte özgürdü.
Kılıcını çekerek sağ taraftaki çalıların içine daldı ve kılıcını çekmiş halde bekleyen adamın sağ kolunu keserek uçurdu
Ardından beş adım ileri sıçradı, bir ağacın tepesinde pusmuş olan okçunun sağ ayağını biçti. Yere takla atarak indi ve alçak pozisyonunu koruyarak hızla yolun diğer tarafındaki çalıya doğru atıldı.
Arkasında kalan çalılardan yükselen çığlıkları ve çarpışma seslerini duyarken, ağaca tırmanıp üstüne sıçradı ve diğer okçunun kafasını rüzgâra yoldaş, bedenini ağaca gübrelik etti. Ardından ağaçların üstünde havada süzülerek inmeye başladı.
Aşağıda kalan son düşmanına baktığında, adamın sağ eline bir şey aldığını ve onu kendisine doğru kaldırdığını gördü.
Hemen <Mana Algısı> yeteneğini etkinleştirdi. Bingo! Bu bir büyülü eşyaydı.
“<Rüzgâr!>”
Bir rüzgâr darbesi, adamın sol elini yana doğru savurdu. (Çn: Valla sol el yazıyo, üstte de eşya sağ elindeydi)
O sırada adamın elindeki eşyadan bir ateş topu fırladı ve Lecan’ın sol tarafından geçip gitti.
Lecan, adamın tam önüne indi, tek bir hamleyle kafasını yıldızlara gönderdi ve kan üstüne sıçramasın diye geriye doğru sıçradı. Arkasını dönmeden, <3D Algı> ile devasa bir ağacın devrildiğini gördü.
Adamın yanına gitti ve ateş topu fırlatan eşyayı aldı.
Garip bir şekli vardı. Daha önce gördüğü hiçbir eşyaya benzemiyordu. Eşyayı <Depolama>’sına koydu ve ateş topunun vurduğu yeri inceledi.
Ağacın devasa kalın gövdesi tamamen yok olmuştu. Korkutucu bir ateş gücüydü.
Eski dünyasındaki büyülerle kıyaslarsa, <Beyaz Ateş Topu> kadar güçlüydü.
Eğer Lecan, üzerinde Yücekral Ayısı paltosu olmadan bu darbeye maruz kalsaydı, muhtemelen ölürdü.
Ağacın gövdesinin bir kısmı ve yaprakları hafifçe tutuşmuş yanıyordu, ancak sabah çiği nedeniyle alevler harlanmamıştı, giderek sönüyordu. Büyük ihtimalle orman yangınına dönüşmeyecekti.
Bu sırada araba olay yerine yaklaşıyordu. Oysa Lecan onlara gelmelerini söylememişti.
“Le-Lecan-san. Burada neler oldu? Bir ateş topu gibi bir şeyin fırladığını gördüm.”
“Düşmanlardan birisi büyücüydü. Chaney.”
“Ne?”
“Bu dört kişiden biri hâlâ hayatta ama yaralı halde. Eğer onu şahit olarak kullanmak istiyorsan, bağlayıp kanamasını durdurabilirim.”
“Hmmm, ne yapmalıyım…”
“Ama Chaney-san, acelemiz yok mu? Bu herifi kalan haydutların saklandığı yerin konumunu söyletmek için öttürmeyi çok isterdim ama lorddan buraya asker göndermesini istemek daha mantıklı olur gibi? Şu an yolumuza devam etmemiz gerekiyor.”
“Haklısın. Öyle yapalım.”
“Bu dört adamın da boynunda maceracı rozetleri var. Bakır renginde.”
“Ne?! O zaman bu rozetleri alıp loncaya teslim etmeliyiz. Bu maceracıların böyle bir suça bulaşmasına inanamıyorum.”
“Umm, Eda-san. Muhtemelen ya ölü maceracılardan aldılar ya da bir yerden çaldılar.”
“Ha?”
Anlıyorum. Bir rozetin kişiye ait olup olmadığını garanti eden bir sistem gerçekten yoktu. Öyleyse, bu rozetlerin anlamı neydi?
“Burada işimiz bitti, değil mi? Pekâlâ! O halde yola koyulalım.”
Araba kısa süre içinde yola çıktı. Uzaktaki kasabanın silüeti görünürdeydi.
“Burası Vouka kasabası. Sonunda geldik. Huh? Eifun-san, yoldan çıkıyoruz farkında mısın?”
“Şey. Kasabayı görünce birden susadım. Şu ilerideki nehirde biraz temizlenip suları tazelesek iyi olacak.”
“Ah, anladım. Kasabaya girmeden önce temizleneceğiz yani? Güzel fikir.”
Lecan da Arabayla birlikte nehir kenarına yöneldi. Nehrin kıyısında durdular ve Eifun arabacı koltuğundan indi.
“Hadi, herkes rahatça suyunu içebilir.”
“Ah, ben ben! Susuzluktan kurudum. Çok iyi oldu.”
“Hohohohoho. Hmm? Chaney-san. Sen inmeyecek misin?”
Eifun, Lecan ve Eda’yı nehre gönderdikten sonra arkasını döndü.
“Hmm. Ben burada kalacağım. Şu anda bu çantayı elimden bir an bile bırakmak istemiyorum.”
“Ho ho. Öyleyse yapacak bir şey yok. <Uyku (Sperl)>!”
Lecan ve Eda anında yere yığıldılar.
“Ha? Ne yaptın sen?!”
“Onları uyuttum. Şu iki maceracıyı, yani.”
“Eifun-san, sen bir büyücü müydün?”
“Ho ho. Haberin bile yoktu, değil mi? Çünkü bunu şimdiye kadar sakladım.”
Eifun, göğüs cebinden bir şey çıkardı. Bu, biraz önce saldırganlardan birinin kullandığı ateş topu atan silahın aynısıydı.
Chaney, bu silahın nasıl bir ateş gücüne sahip olduğunu biliyor gibiydi. Şok içinde silaha bakarken beti benzi atmış kül gibi olmuştu.
“B-bu şeyi nereden buldun?!”
“Belli bir yerden.”
“Ama neden arabacı rolü yapıyordun ki? Bir büyücü olarak çok daha fazla kazanabilirdin.”
“Ah, ben zaten çok kazanıyorum.”
“Sana benden başka para veren kim var?”
“Ho ho. Asıl işverenim.”
“Asıl işvereninin sana verdiği görev beni öldürmen mi?”
“Aslında seni öldürmem istenmemişti. Sadece şu kahverengi çantanın kasabaya ulaşmasına izin vermemem gerekiyordu.”
“Yani beni beş yıldır kandırıyordun.”
“Ho ho. O kadar uzun zaman oldu mu ya? Aslında Kogurus’ta büyüdüm, orayı biliyorsundur.”
“Kogurus. Demek Boyd’dan değildin. Kogurus ise, Zaikaz’ın merkezinin olduğu yer… Sakın deme, Eifun-san…”
“Eifun değil işte, benim gerçek adım Marakis.”
“S-Soğukkanlı Marakis mi… Ama o idam edileli çok zaman oldu!”
“Hohoho. Onca zahmete girip eski muhafızlarını zehirledim sonra da genç kızı ve kurtu işe aldım. Kız tam beklediğim gibi işe yaramazın teki çıktı ama kurt adam beni çok feci yanılttı. O sert ifadesiz yüzüyle, işini bu kadar düşüneceğini kim tahmin ederdi? Müşterisine tek bir çizik bile değdirmeden koruyacağını ve hiçbir şeyi çalmayacağını kim bilebilirdi ki? Üstüne üstlük, yedek plan olarak yerleştirdiğim dört profesyoneli elemanı bile zorlanmadan yok etti. Onun yüzünden şimdi bu işi kendim halletmek zorunda kaldım. Bütün bu işlerde kendim için olabilecek en güvenli yolu seçtim ki <Gerçeklik Çanı> ile sorguya çekilsem bile yakalanmayayım istemiştim. Ama işte, hiçbir şey istediğim gibi gitmedi.”
“Demek o dört kişi gerçekten maceracı değildi. Onlar senin adamların mıydı?”
“Tam olarak adamlarım diyemem. Ama emirlerini ben verdim.”
“Vaktiyle lord malikanesinin surlarının onarımıyla görevlendirildiğimde, teknik çizimler ve iş teklifi evrakları birileri tarafından çalınmıştı. O olayın arkasındaki kişi de sendin, değil mi?”
“Hohoho. Evet, doğru. Güzel bir anıydı. Pekâlâ, artık geberme vaktin geldi.”
“Beni öldürmeden önce tek bir şey daha söylemeni rica edeceğim. Asıl işverenin Zack Zaikaz mı?”
“Bingo.”
“Artık senindir, Lecan-san.”
Chaney “Artık senindir” dediği anda, Lecan’ın kılıcı Marakis’in silahı tutan sağ kolunu kesti.
Marakis, sol eliyle kanlar içindeki sağ kolunu tutarak döndü ve Lecan’a inanamaz bir ifadeyle baktı.
“A-ama nasıl olur? Senin üzerine <Uyku> büyüsü kullanmıştım!”
<Uyku> büyüsünün etkisi yaptığı anda etkisiz hale gelmişti, ancak Lecan’ın bunu ona söylemek gibi bir niyeti yoktu. Sırlarını açığa çıkararak övünmek sadece salaklık değil, aynı zamanda tehlikeliydi.
Lecan bunun birebir örneğine tanık olmuştu. Böyle bir hatayı asla yapamazdı. Tek kelime etmeden kılıcının kabzasıyla Marakis’in boynuna sertçe şaklattı.