Sevens - Bölüm 00
Çevirmen: RüyaGezer Düzenleyen: ggurcan
BÖLÜM 0: PROLOG
Bahnseim Krallığı ──
Kıtanın en büyük ülkesi sayılabilecek seviyede büyük bir ülke. Kıtanın merkezinde olmakla beraber birçok komşu ülkeyle çevrilidir. Ve kuruluşundan üç yüz yıl sonra, ülke oldukça kritik bir durumla karşı karşıya gelmişti.
Bahnseim ülkesi, kıtayı uzun bir süre korku ve demir yumrukla yöneten “Sentras Krallığı”nın yıkılmasıyla, toprakları üzerine kurulmuştu. Sentras Krallığı ise göstermelik bir kralın olduğu ancak soyluların yönetimde söz hakkı olmasını sağlayan oligarşik bir düzenle yönetilen ülkeydi. Krallığın son günlerinde, gittikçe yozlaşmaya başlamış ve en sonunda kıta üzerindeki hükmünü kaybetmişti. Yıkılmalarından ve Bahnseim’in ilk kralının, Bahnseim’İ kurmasından bu yana tam üç yüz sene geçmişti. Bahnseim Ülkesi, refahını koruyarak hayatına devam ederken; ülke kırsalında, özel bir yere sahip olan bölgesel bir soylu ailesi vardı – 250 yıllık bir geçmişe sahip olan Walt Hanedanı.
Bu soylu ailesinin kurucusu, kraliyet sarayında hizmet eden bir şövalyenin çocuğu olmakla beraber, saraydan ayrılmıştı. Sonrasında ormanlık bir arazide yer elde etmek için sefer çıktı.
İlk nesil, Basil Walt, başkentte bir şövalye ailesinin üçüncü oğlu olarak doğmuştu. Bir sefer için onay aldı ve canavarların kol gezdiği ormanlık bir bölgeyi ele geçirdi. Ele geçirdiği bölge Walt hanedanının arazisi oldu.
İkinci nesil, Crassel Walt, birincinin varisi olmuş ve üçüncüye, Sleigh Walt, yerini bırakmadan önce hanedanın toprakları üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmıştı.
Üçüncü nesil, Sleigh, Bahnseim tarihinde yer almış olan meşhur bir savaşta – Remlraudt Ricat’ında, önemli bir fedakarlıkta bulunmuştu. Yanında bulunan tecrübeli bir manga askerle, kendisinden katbekat büyük bir orduyu durdurmuş. Bu hareketiyle insanlar arasında “Bahnseim’in Erdemli Generali” diye bilinir olmuştu. Sleigh, Walt hanedanında olup Bahnseim tarihinde yazılan ilk kişiydi.
Dördüncü nesil, Max Walt, babası Sleigh Walt’ın başarıları üzerine bir şeref madalyası verilmiş ve saray nazarında Baron mevkisi ile taltif edilmişti. Artık gerçek bir soyluydu. Bundan sonra Walt ailesinin geleceği sınır tanımayacaktı.
Ancak, Beşinci nesil olan Fredricks Walt, babası ve dedesine kıyasla tam bir tezattı. Şehvetinin sınırı yoktu. Hanedanın mevkisini Barondan Vikonta yükseltmesine rağmen, evliliğinin arifesinde evinde dört tane metresi vardı.
Altıncı nesil, Fiennes Walt, Bahnseim’in tarihindeki karanlık dönemdeydi. Hanedanın alanını genişletmeye çalışmıştı. Başkentteki soylular ile bağlantılar kurmuş ve onların çevresindeki toprakları teker teker tırtıklamaya başlamıştı. Bu kaotik zamanlarda, Walt hanedanının adı diplere vurmuştu.
Ama Yedinci nesil, Brod Walt’la birlikte Walt hanedanında adeta bir güneş doğmuştu.
Aynı anda, Bahnseim hala daha fetret devrinde olup, diğer ülkelerin saldırısı altında hayatta kalmaya çalışıyordu.
Walt hanedanı bir mevki daha atlamış ve bir Kontluğa dönüşmüştü. Hanedanın lideri olan Brod, Bahnseim’i fetretten kurtarmak adına efsanevi bir direniş gösterdi. Bu olaydan sonra Brod, sarayda danışman rütbesiyle ödüllendirildi. Bununla, Walt hanedanını şanını tekrar geri kazanmıştı.
Böylece Walt Hanedanı sekizinci nesile erişmişti──
──Maizel Walt’ın dönemi başladığında, kara bulutlar hanedanın üstünü tekrar kaplamıştı.
.
Baharın ışıltılı bir gününde ──havaya uymayan bir olay gerçekleşmekteydi.
Walt hanedanının malikanesi bir kontluğa yaraşır bir düzeydeydi. Topraklarını kuşatan geniş surlarla çevriliydi. Dahası, malikane meşhur bir mimar tarafından tasarlanmıştı. Malikane gösterişli olarak tasarlanırken, kullanışlılıktan da ödün verilmemişti. Bahçesinde bile işe yaramaz bir alan yoktu. Sadece kaldırım taşları ve ağaçlar değil, havuzlar ve göller bile güzelce ayarlanmıştı.
Malikanenin bir köşesindeki bahçede, kaldırım taşları yerlerinden sökülmüş ve çimenler yolunmuştu. Bir erkek ve bir kız birbirleriyle yüzleşiyordu. Yetişkinler etrafında çevrelenmişti. Şık giyinmiş ve güzel tıraşlanmış sakallı olan kişi, Maizel Walt, hem benim hem de karşımda yüzleşmiş olduğum kız kardeşimin babasıydı. Beyaz eldivenler giyinmiş, ara sıra zamanı kontrol etmek için elinde olan köstekli saatine arada sırada bakıyordu.
Ne kadar zaman geçmişti? Birkaç saat? Ya da belki birkaç dakika? ……Cidden nasıl böyle bir duruma düştüm?
Babamın yanında olan ise annem, Claire Walt, açık mavi bir elbise giyinmişti. Yanı başında üstüne şemsiye tutan bir hizmetçisi vardı. İkisinin de dikkati bana değil, kız kardeşim Celes Walt’a dönüktü. Benim küçük ── mükemmel kız kardeşime.
Eğer tanrı tarafından kutsanmış bir varlık varsa muhtemelen Celes olmalıydı. Ailemden 10. Yaş doğum günümde hediye aldığım kılıcın sapını sıkıca tuttum. Elimden akan terle gittikçe ıslanmıştı.
Ceketimi bir kenara fırlatmış, sadece gömlek ve pantolonumla kalmıştım. Vücudumun her tarafında yaralar vardı. Yanağım, omzum, kollarım, karnım, göğsüm…. Her tarafım Celes’in saldırılarıyla yaralanmıştı. Ancak yaralarımın hiçbiri derin değildi. Bilerek yüzeysel kesikler atıp, benimle oynuyordu.
Toparlayacak olursak, benden iki yaş küçük olan kız kardeşim, tamamen sakin duruyordu. Elinde, saplamaya yönelik keskin bir kılıç olan, meç tutuyordu. Bunu ailemden aynı benim gibi, bir doğum günü hediyesi olarak almıştı. Onun için alınan bu hediyeyi adeta bir oyuncak gibi kullanırdı. Şu anda kabzasında parlayan sarı mücevher gibi gözlerinde de tatminliğin parıltılarını görmek mümkündü.
Mücevher, ustalar tarafından en iyi materyaller kullanılarak oluşturulmuştu.
Benim kılıcım da iyi kalitede sayılırdı. Ancak Celes’in meçiyle karşılaştırınca çöpten başka bir şey değildi. Kılıçtaki çentik dikkat çekiciydi, kabzanın etrafı ise gittikçe kararmıştı.
Şu ana dek kılıcımı, ailem bir gün beni takar umuduyla; binlerce, yüzbinlerce kez savurdum.
Ama yine de meçini daha bugün alan Celes’e karşı rakip olamadım.
Yeteneklerimiz arasındaki farkın bu kadar büyük olduğunu sanmıyordum. Celes benim gibi bir erkeğin aksine, kılıçla aldığı eğitim kendisini savunmasına yetecek düzeydeydi.
Ve böyle bir Celes’a karşı, yine bir hiçtim.
Celes, meçinin ucunu parmaklarıyla tuttu ve bana bakmadan konuşmak için ağzını açtı. Sıkılmıştık, kelimelerini renklendiriyordu.
「Hala daha bitmedi mi, Onii-sama? Bütün gün bir aptal gibi kılıç sallamana rağmen, sonunda tüm becerebildiğin bu mu? Böyle bir çocuk olarak Walt hanesine gerçekten bir baş ağrısı oluyorsun. 」
Dişlerimi gıcırdattım ve Celes’e baktım. Bu karşılaşmanın olmasının sebebi, tamamen onun yüzündendi. Uzun zaman önce istediği ve bu doğum gününde ailemin ona aldığı meçten dolayı çok heyecanlanmıştı ve──
『Onunla dövüşmek istiyorum. 』
Yaklaşık olarak aynı böyle demişti.
Yaklaşık olarak diyorum, çünkü dediği zaman orada değildim. Şu anda ailemle birlikte vakit geçirmeme izin verilmiyor. Tüm günlerim ya bana tahsis edilmiş odada hapis hayatı yaşamakla ya da bahçede bana izin verilmiş olan bir köşede silah şörlüğümü ve büyü yeteneklerimi geliştirmeye çalışıyorum.
Nasıl böyle oldu? Bugüne kadar durumlar iyi sayılırdı aslında.
Hayal kırıklığım göğsümde birikmiş ve üzüntümün acısıyla birleşmişti. Değersizliğim affedilemeyecek düzeydeydi. Ama kalbimin köşesinde bir yerde Celes’a karşı kazanamadığım sürece bir anlamı olmayacağını hissediyordum. Böyle olduğum için kendimden nefret ediyorum.
Yenemesem bile…… Bari bir kez saldırabilsem …….
Bunu düşünürken birisini işittim. Konuşan babamdı.
「Aman tanrım, aynı Celes’in dediği gibi. Böyle bir oğlan Walt hanesinin adını sadece kötüye çıkarır…… Onurlu atalarımın yüzüne bakacak yüzüm yok. Artık bundan sonra Walt hanedanının bir üyesi değilsin. 」
Duygusuz sözler hala daha kulaklarımda yankılanıyordu.
Bu sefer annem konuşuyordu.
「Ben de neden böyle işe yaramaz bir çocuğumuz oldu diye düşünüyordum. Ama bununla her şey netleşti tatlım. 」
「Evet, haklısın Walt hanedanının varisi Celes olacak. 」
Celes’in arkasında duran ailem bana soğuk gözlerle bakıyordu. Ancak Celes’e döndüklerinde gözlerindeki ifadeler hemen yumuşadı.
Kafamı bir kere daha kaldırmadan önce yeri süzdüm.
Celes’in çarpık gülüşü hala oradaydı. 12 yaşında öyle bir ifadeyle bile güzel duran kız kardeşim, büyüleyici diye tabir edilecek bir çekiciliğe sahipti.
「Daha değil. 」
Gayrete geldim.
「Hala daha bitmiş değil! 」
Korkumun üstesinden geldim ve ileri adım attım. Kılıcımı biyolojik olarak kız kardeşim sayılan Celes’e doğru sapladım. O saplayışımın ne kadar güçlü olduğunu biliyordum. Eğer değse, Celes’i delip geçecek seviyede güçlüydü. Ama, işte değse olabilecek bir durumdu bu.
「Ne kadar denersen dene hep aynısı olacak. Artık senden sıkıldım. 」
Celes bunu derken, bedenini çevirerek kılıcı savuşturdu ve yanımdan geçerken bacağıma meçi sapladı.
Benden uzaklaştığında meçi çekti ve bir an sonra acısı saldırdı.
Yerlerimiz değişmiş ve birbirimize bakar durumdayken, Celes meçini yorgun bir tavırla aşağı indirdi ve sol eliyle bana işaret etti.
「Seni böyle yıpranmış halde görmek eğlenceli oluyor ancak… Çoktan sıkıldım. Bundan dolayı benim için ortadan kaybolur musun? Ayrıca ondan önce beni biraz neşelendir. 」
Gülümseyen Celes, sol elinin parmaklarını gerdi ve büyü sözleri mırıldanmaya başladı. Sanki parmaklarının ucunda ateş parçacıkları toplanıyor gibiydi. Bu ateş elementi büyülerindendi.
Omurgamdan bir ürperti beni büyü yapmaya zorladı.
「Buz Duvarı! 」
Sol elimi savurdum ve buzdan bir duvar oluşturdum. Buz yerden fışkırdı ve önümde bir duvar haline gelerek soğukluğuyla, hararet yapmış olan bedenimi biraz serinletti.
Büyüye bakılınca, zorluk seviyesi orta seviyenin başı yani sadece büyücüler──yeterli güce sahip soylular tarafından yapılabilecek güçte görünüyordu. Bunu gören Celes, en temel büyüyü fırlattı.
「Ateş Mermisi…… Ne kadar dayanabileceğini merak ediyorum. 」
Celes sırıttı ve sol elinden ──parmak uçlarından bir ateş mermisi fırladı. Küçük bir top fırlatmak Ateş mermisinin karakteristik özelliklerindendi.
Ama Celes’in büyüsü bildiğim Ateş Mermisi değildi. Duvara öylesine korkunç bir güçle toslayan şeyi “mermi” diye çağırmak biraz abes kaçardı.
Normalde birkaç atışlık bir büyü olmasına rağmen, Celes’in büyüsü aşırı fazla güç barındırıyordu.
Buz duvarı hızlıca erimeye ve yavaş yavaş dökülmeye başladı. Etraftaki sıcaklıkta gittikçe artıyordu.
「Bir katman daha! 」
Saldırıya dayanmak için daha çok buz duvarı eklediğimde Celes’in sesini arkamdan duydum. Önümde olması gerekmesine rağmen, sanki arkamdaymış gibi arkama döndüğümde gülümseyen yüzünü gördüm.
「Hepsi bu kadar mı? Gerçekten de ufak bir çöpmüşsün. 」
Kız kardeşim sol elini bana doğru savurdu.
Eğer savuşturmazsam ──
Böyle bir şey düşünüyordum, ancak bedenim o kadar iyi hareket etmiyordu. Sanki zaman yavaş akıyormuş gibi ama Celes normal şekilde hareket ediyormuş gibi duruyordu.
Yanağıma sağlam bir yumruk yedim ve havaya uçtum. Sırtım, oluşturduğum buz duvarına çarptı ve yere düştüm.
Elimi yere basıp ayağa kalkmaya çalıştığımda kaldırımın üzerine bir gölge düştü. Kafamı kaldırdığımda Celes’in kırmızı ayakkabısı gözümün önüne yerleşmek üzereydi. Sol elimi kaldırıp engellemeye çalıştım ancak yine havaya fırlatılıp buz duvarına tosladım.
Düşüş pozisyonunu dikkatlice alarak momentumu durdurdum ancak sol elimden dayanılmaz bir acı hissettim. Sanırsam kemiklerim kırılmıştı.
Celes, tipimi görünce,
「Uwaa, ne kadar tipsiz. 」
Elini ağzına koydu ve kahkahalarla güldü. Beni bu durumda görmekten gerçekten zevk alıyor gibiydi. Şiddetle acıyan sol elim aşağı doğru sarkmış bir halde, vücudumun dengesini zorla korumaya çalışırken sağ elimle kılıcımı tutuyordum. Ama, Celes──
「Hala daha kılıçla oynamaya devam etmek istiyorsun ha? Pekâlâ sorun yok. Bu sefer daha derinden keseceğim. 」
Öne doğru adım attım ve aramızdaki birkaç metreyi bir anda kapattım. Sonrasında kılıcımı tepeden aşağı doğru Celes’i kesmek için savurdum. Ancak kılıcımın bir şeye çarptığını hissedememiştim. Sonrasında omzumdaki ağrıdan daha şiddetli bir ağrı hissettim.
Kanım yere damlıyordu.
Dönmeyi başarabildiğimde, Celes meçiyle pozisyonunu çoktan almıştı.
「Şu anda seni üç kere öldürmüştüm. Bu senin ciddi halin miydi…. Lyle? 」
Kız kardeşimin bana adımla seslenmesinin üzerinden sanki asırlar geçmiş gibiydi.
Evet, ben Lyle Walt ── Walt hanedanının varisi olması gereken kişi. Şu anda, mükemmel kız kardeşimin gölgesi altında kalmış ve bir beceriksiz olarak çağrılıyorum. Geçmişte ailemin benden beklentileri olmakla beraber uşaklar ve hizmetçiler tarafından bile bir dahi olarak çağrılırdım. Walt hanesine benim gibi bir dahi yakışıyordu……
──Bu durum, on yaşıma girene kadar böyleydi.
Celes sekiz yaşına girdiğinde beni her açıdan aşan bir yetenek göstermeye başladı. Ondan sonra ailemin ilgisini kaybettim. Ailemin bana olan ilgisi, kız kardeşime döndü. Uşaklar ve hizmetçiler ise bana sakat birisiymişim gibi bakmaya başladılar.
Bütün varlığım reddedilmişti. Adeta ben bile ──
──Ben sadece ailemin bana bir kez daha bakmasını istemiştim.
Sadece Celes’i gören ailem, benim de varlığımı fark ederler belki diye kılıç yeteneklerimi geliştirdim. Büyü yeteneğime çalıştım, kitaplar okudum ve o kadar pratik yaptım ki, artık şaşırmadan büyü yapabiliyordum.
Ama bu beş yılda──ailem bana karşı nazikçe bir defa dahi konuşmadı.
Kılıcımı sıkıca tuttum ve Celes’e bakış attım.
Sadece bir saldırı daha!
Kardeşimi yaralamayayım düşüncesi artık geçmişte kalmıştı. Şu anda Celes’i öldürme niyetiyle saldırıyordum.
Ona, kız kardeşim olarak değer vermeyi düşünmüştüm. Dahası ona karşı şefkatli olmaya çalışıyordum.
Neden böyle oldu… Fark etmeden bir şey mi yapmıştım?
「Benden bu kadar nefret mi ediyorsun? Neden!? Neden böyle yapıyorsun!?」
Celes, kalbimden fırlayan feryadı duyunca ilgisiz bir şekilde baktı ve,
「Senden nefret ediyorum. Sen, dünyadaki en nefret ettiğim kişisin. Ama, sebebe gelirsek…. Eh? Düşünecek olursam, senden neden nefret ettiğimi tamamen unuttum. Ama, görüşümden kaybol ──」
Kız kardeşimin, ifadesiz ama şirin bir yüzle böyle 「Kaybol」 demesi…. Bakıldığında hiç insana benzer bir hali yoktu. Korktum. Aynı zamanda endişemi bastırmaya çalıştım ve bir adım ileri attım.
Celes, elindeki meçini savurdu ve demir kılıç adeta kırbaç gibi büküldü. Sanki meçin kendi aklı var gibiydi.
Adeta beni öldürmek için bir arzuya sahip olmuş ve arzuyu tamamlaya çalışıyordu. Bense ──
Bir saldırı! Her şey bir tane vurabilmem için!
Celes’in meçi omzumu yaralayacakken, kasti olarak bir adım attım. Meç deşip geçti. Ve sonra kılıcımı savurdum.
Celes bir tık şaşırmış göründü ama saldırımı kıl payıyla savuşturdu ve meçini çekti. Kanım meçe yapışmış ve omzumdan gürül gürül fışkırıyordu. Her şey adeta ağır çekimde ilerliyordu.
İşte!
Kılıcımın yönünü değiştirdim ve zorlayarak kesişimin yönünü çevirdim. Sonrasında duraksamadan kestim.
Celes’in şu ana kadar ilgisiz duran gözleri aniden fal taşı gibi açıldı ve aceleyle geri çekilmeye çalıştı. Ancak Celes’in giysisi ── eteğinin bir parçası kesilmiş, havada uçuyordu.
Erişti. Saldırım Celes’a erişti!
Celes, ifadesiz bir şekilde eteğinin kopan parçasına baktı ve yüzünü bana çevirdi. Kaşları çatılmış ve tarif edilemez bir öfkeyle dolmuş gözleriyle beni süzdü.
Sonra ağzını açmadan önce bir anlığına meçinin kabzasına göz attı.
「Bu çöp parçası. Bu yetersiz pislik. Senin yaşamana izin vermeme rağmen, bunu suiistimal ettin ve bana dokundun. Affedilmene imkân yok. Evet, artık gerçekten ortadan yok ol. Seni burada küllerine dek yakacağım! 」
Meçini yana savurdu ve büyü yapmaya başladı. Çevrenin sıcaklığı aniden arttı ve yerden buharlar kıvrılmaya başladı.
「Ne, sakın deme」
Ben de büyü kullanmaya çalıştım. Önümde bir buz duvarı oluşturdum ve baya su hazırladım.
Celes, bana bir bakış attı,
「İşe yaramaz. Ateş Fırtınası! 」
Rüzgâr sertçe esti ve ateşler adeta rüzgâra binip gezdi. Ateşler daha da arttıkça, merkezinde benim bulunduğum bir fırtına çıktı ve oluşturduğum buzu aniden eritti. Etrafımın sıcaklığı hızlıca artarken büyü kullanmaya devam ettim.
Bu sonum mu……Böyle bir yerde……Ben, ne için……neden……neden doğdum?
Yaşlar gözlerimden süzüldü. Sonrasında etrafımı saran ateş fırtınası aniden kayboldu ve etrafıma baktım. Önümde duran Celes, bana ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Çevremizi saran yetişkinler──ailem ve uşaklar Celes’in etrafına toplanmıştı. Aşırı büyü yapmam sonucunda tükenen Manam kendimi çok yorgun hissetmeme neden olmuştu. Dizlerimin üstüne çöktüm ve yere düştüm. Elim artık tutamadığı kılıcı düşürdü. Yerde yatarken Celes’in yaklaştığını gördüm. Eline kılıcımı aldı.
「……Bu senin hazinen ha? Çoktan parçalanmış bile. Senin için bir değeri var mı? 」
Celes bana hor gören bir ifadeyle baktı. Gücümün son kırıntısıyla,
「……Dokunma ona. 」
Direnmeye çalışırken, Celes hemen beni tekmeledi ve havaya uçurdu. Vücudum yanmış ve parçalanmış kaldırımın üzerinde yuvarlandı ve sonrasında çamura bulandı. Yuvarlanmam durduğunda Celes başıma bastı ve içgüdüsel bir ifadeyle,
「Öyle ha…. Ama, buna daha ihtiyacın olmayacak. 」
Kılıcı havaya fırlattı. Celes’in metal meçi kırmızıya boyanmış bir haldeyken, çıkarıp havadaki kılıcı adeta tereyağı keser gibi parçaladı. Kılıcım parçalar halinde yere düştü. Aklımda ailemin hatıraları dönerken gözyaşlarım gözlerime hücum etti.
Eskiden babam bu kılıcı bana verirken şöyle demişti.
『Lyle da, Walt Hanedanının bir erkeğidir. Yüksek kaliteli bir kılıç taşıman her türlü gerekli. 』
Annem bana biraz öfkeli bir ifadeyle bakıyordu.
『Canım, Lyle’ı bu şekilde çok şımartıyorsun. Ama, Lyle, çok hoş duruyorsun. Tam da oğlumdan beklendiği gibi. 』
Babam ardından şöyle demişti,
『O da benim oğlum, değil mi? Ne, birkaç yıl sonra dışarı gidecek ve canavarlarla dövüşecek. Bir soylunun vazifesini yerine getirmen gerekecek. Eğer silahın kötü görünürse Walt hanedanı için büyük bir ayıp olur. Sonuçta bir kontluğuz artık. Lyle silahına alışmak için her gün çalışmalısın, tamam mı? 』
Ailemin gülümseyişlerini en son ne zaman gördüm? Artık daha hatırlayamıyorum. Elim kılıcın parçalarına erişemeden, bilincim kaybolmaya başladı.
──Adeta yerde parça parça duran kılıç gibi, kalbim de parçalarına ayrılmış gibi hissettiriyordu. Yenemezdim. Ne kadar sıkı çalışırsam çalışayım, kabul görmeyecektim ──
Etrafımdakiler beni terk etti ve Celes’in yanına toplandılar.
「Celes-sama’dan beklendiği gibi. 」
「Hala daha, o işe yaramaz insanın öğrencim olduğuna inanamıyorum. 」
「Bununla birlikte Walt hanedanının zenginliği garanti altında. 」
Bana geçmişte birçok şeyi öğreten şövalye, Beil Randberg bile beni hor görüp onu yüceltiyordu.
Beraber okuduğumuz kıdemli çırak, Alfred Virden bile beni bir çöp parçası olarak görüyordu.
Hizmetçiler, benim gideceğim için gülüyor, mutlu görünüyorlardı.
……Gerçekten bu kadar nefreti hak ediyor muyum? Gerçekten de varlığım sadece bir baş ağrısı mı!?
Ve sonrasında ailemin seslerini işittim.
Babam.
「Bununla beraber, bizim tek çocuğumuz Celes’tir. Hayır. Başından beri, Celes’tan başka çocuğumuz olmadı. 」
Annem.
「Bu doğru. Daha önemlisi tatlım. Celes’in giysisi kirlendi. Yenisini almalıyız. 」
Ailemin, benden daha çok Celes’in giysilerine üzülen sözlerini işitince, artık tamamen unutulduğumu fark ettim. Aramızdaki boşluk giderek açılıyor, seslerini de daha duyamıyordum.
Sinir bozucu……Çok sinir bozucu…….
Gücüm tamamen tükenmiş ve burasının öleceğim yer olduğunu düşünmeye başlamıştım. Birisi yaklaşıyordu. Artık işimi bitireceklerini düşünmüş, bu acıdan tamamen kurtulmayı istiyordum. Ancak bir ses duydum.
「Ne kadar acıklı ……Neden böyle oldu ki… Keşke Brod-sama hala hayatta olsaydı. 」
Birisinin sesi dedemin ismini andı. Aynı anda çok nazik olan dedemle ninemi hatırladım.
Doğru, eğer ölürsem onlarla tekrar buluşabilirim. Ancak, onların karşısına çıkmaya hiç yüzüm yok …….
Bunu düşünürken bilincim tamamen koptu.
──Lyle bilincini kaybetmişken, Forxuz Hanesinde de olaylar oluyordu.
Forxuz Hanedanı, Walt Hanedanına komşu olmakla beraber, Waltlarla Usta-hizmetçi ilişkisi olan bir aileydi.
Hatta, Forxuz ailesinin, Bahnseim krallığından ziyade, Walt Hanedanına daha sadık olduğunu söylemek doğru olacaktı. Forxuz ailesinin malikanesinde şu anki lider olan Gerard Forxuz’un önünde bir kız duruyordu. Gerard sandalyesine oturmuş ellerini masaya koymuş bir şekilde duruyordu. Önünde oturan kızı, Novem Forxuz’a baktı.
「Haberler var. Lyle-sama mirastan mahrum bırakıldı ve sonrasında ailesinden kovuldu. Ayrıca sizin için ayarladığımız nişanın da bozulduğunu haber vermişler. 」
Önündeki kızı ──Forxuz ailesinin ikinci kızı olan Novem, Kont statüsünde olan Walt ailesiyle evlenmek için gerekenden daha düşük bir statüye sahipti. Normalde Walt hanesine nişanlanması imkansızdı. Ancak Lyle, ailesinde yok sayılmaya başlanınca, Forxuz ailesinden gelen teklif kabul edilmişti. Etrafındakiler Lyle’ın ailesi tarafından terkedilmiş olduğuna bahse bile girmişlerdi. Novem ağzını açtı.
「Öyle ha. O zaman ben de Lyle-sama’nın yanına gideceğim. Şimdiye kadar size zahmet verdim. 」
Gerard, sakinliğini bozmayan kızı karşısında yarı-bezmiş bir haldeydi.
「Her şeyi anlamış gibi hareket ediyorsun. Küçüklüğünden beridir böylesin……Lyle-sama’yı koru. Yetecek mi bilmiyorum, ama sizin için yol masrafına yetecek para vereceğim. 」
Sonrasında Novem reddetti.
「Bu hanedan için sıkıntı olur. Eğer burasının bize yardım ettiği şüphesi olursa, Walt ailesi size karşı tavır alabilir. Beni görmezden gelirseniz, bir şey olmaz. 」
Gerard, kızının kararlı yüzünü görünce biraz canı sıkıldı. Sonrasında iç geçirdi ve ayağa kalktı. Duvardaki dekorasyondan bir asa aldı.
「Senin Lyle-sama’ya yoldaşlık etmenden dolayı bizden şüphe edeceklerse etsinler. Ancak, içimi yakan sana bir şey verememem. 」
Bu büyülü araç Forxuz ailesinin ata yadigarıydı.
Sanat’ın gücünün mana barındıran özel metallere işlenmesi sonucunda güçlere sahip olan eşyalara Büyülü Araç deniyordu. Sanat, Tanrıçadan insanlara hediye edilmiş büyük bir kutsamaydı. Büyüye benzeyen ancak büyü olmayan bir şeydi. Sanat, kullanıcısının daha rahat büyü yapmasını sağlıyordu. Sanat, kullanıcısının çıplak gözle görülemeyecek yerlere bakış atmasını sağlıyordu. Çeşitli Sanatlar vardı. Ama her insan sadece bir Sanat’ı icra edebilirdi. Ve sanatlarını ne kadar pratik yaparlarsa──daha fazla, daha farklı şekillerde kullanmak gibisinden, Sanat’larının seviye atlaması daha da muhtemel oluyordu. Eğer sanat bedeni güçlendiriyorsa, ikinci seviyesi daha da güçlendiriyor, üçüncü seviyesinde adeta çelik gibi bir bedene sahip oluyordu. Üçüncü seviye, herhangi bir sanatın son seviyesiydi.
Ve sonrasında birçok farklı sanatı kullanabilmek için Büyülü Araçlar yaratıldı.
Büyülü Araçlar. Bir araca birkaç Sanat’ı nakşettikten sonra tek bir insan, kendisinin haricinde başka sanatları da kullanabilirdi. Büyülü araçlar, kullanıcının seçebileceği ve tekrar sanat üretebileceği araçlardı. Gerard, elindekini Novem’e uzattı.
「Bunu al. Sadece bir asa, Walt ailesi bizi sorgulasa bile bir özür beyan edebilirim. Dahası bunu kullanabilecek tek kişi sensin. Eğer Novem ismini hakkıyla taşıyabilirsen……」
Novem iki eliyle dikkatlice tuttu ve derin bir selamla kabul etti.
「Çok teşekkür ederim, Chichi-ue. O zaman, müsaadenizi isteyeyim. 」
Böyle bir tavrı biyolojik babasına karşı çok nadirdi. Ancak Gerard gülümsüyordu.
「Bana karşı olan konuşman hep böyle devam edecek ha. Bir baba olarak konuşacak olsaydım, bu sahnede ağlaman ve ailenden ayrılmak istememen lazımdı……Neyse, Lyle-sama’nın yanına git. 」
Gerard’ın sözlerine uyan Novem, odayı terk etti.
Arkasına bakmadan giden kızına bakan Gerard, kendi kendisine mırıldandı.
「Tabii ki, beni bir düşman olarak görsen bile gözyaşı dökmezsin ha, Novem. Ama bu da iyi, eğer senin için sorun yoksa. 」
Sonrasında tahtına yaslandı ──
Bedenim ateşler içindeydi. Dahası acı felaket düzeydeydi.
Ben, tüm bedenimde acı hisseden ve bu karanlık dünyada rahatsızlığı tadan, bunun ölümden sonraki dünya olup olmadığını sorguladım. Celes’le dövüştüm ve sonrasında neler oldu? Bunları düşünürken bir ses duydum.
Bu ses adeta çok ilerden geliyormuş gibiydi. Dahası birçok ses varmış gibi duruyordu.
Kim? İlk ses çok vahşi gibi duruyordu. Sanki beni arıyorlar gibiydi.
『Oi, gelmeyecek mi hala? Ya da yakınlarda herhalde. Biraz uzak gibi ama kesinlikle burada! 』
İkinci ses, ilk sese karşı asice bir tavırla bağırdı.
『Çok gürültücüsün. Buradaki herkes bunu anladı be. Sadece sessiz ol. 』
İlk ses daha da agresifleşti.
『Nee! Sen, büyüklerine karşı böyle mi tavır alıyorsun ha!? Yiyorsa dışarda bekle lan beni! 』
『Dışarı çıkmanın hiçbir yolu yok, salak mısın nesin sen? Hayır, gerçi senin salak olduğunu çoktan biliyordum……』
Bu sefer, diğer ikiliden daha sakin bir ses duyuldu. Bu sesin sahibi ikilinin hareketlerinden baya keyif almışa benziyordu.
『Haha~, O kadar zamandır böyle buluşabileceğimizi hiç düşünmemiştim. Demek bu bir “Cevher” ha……yo, bunu “Mücevher” diye çağırmak daha doğru olur. Böylesi daha uygun. Şimdi bizi kim uyandırdı acaba. Hiçbir fikrin var mı, Max? 』
İnsanların sayısı üçten fazla. Ayrıca birisinin ismini söylediler. Baba mı? Ayrıca, Max mı? Sanki daha önce bir yerde işittim gibime geliyor……daha önemlisi bu sesler de nereden geliyor ki …….
Etrafımı kuşatan sesleri dinlemeye çalışırken, önceki sesler kadar ciddi bir ses daha işittim.
『Beklediğim gibi, bizi uyandıran detaylandırmak imkansız gibi. Gerçi onun bizim soyumuzdan olduğunu hissediyorum. Muhtemelen bundan dolayı uyandık gibi. Fikrin nedir oğlum? 』
Oğlum? Bu adamların arasında nasıl bağlar var? Seslerin sayısı gittikçe artıyor ve yeni bir ses daha eklendi. Şu anda olan durumları sıkıcı bulan ve hiç takmayan türden bir sesi olan kişi konuşuyordu şu an.
『Hiç fikrim yok. Ya da bizim genç halimizde mi ortaya çıktık. Ben öldüğümde yaşım baya geçkindi』
Kalpten bir ses bu fikre cevap verdi.
『En güzel zamanlarımıza dönmemiz mükemmel değil mi? Ben bile bu Cevherin böyle bir etkisi olduğunu bilmiyordum. Böyle bir şeyi ömrümde hiç tecrübe etmedim. Senden ne haber Brod?』
Açıkça, seslenilen kişinin ismi Brod. Ve bu isme aşinayım. Benim dedemle aynı isim değil mi? Sakın deme, öldükten sonraki hayata mı geldim ben. Sonra Brod denilen kişi bağırdı,
『……Eminim. Bu hissiyat, Eminim ki bu torunum Lyle! Bizi duyuyor musun, Lyle! Cevap ver! 』
Bu dedem gibi duruyor ama, garip. Sesi bildiğim hale göre çok genç duruyor.
Öyle bile olsa, yine de çok nostaljik bir sesti. Hatıralarımdakinden biraz değişik olsa da kuşkusuz dedemin sesiydi bu…… Ancak burada neler oluyor? Aklım, olanları kabullenmeye çalışırken, ilk vahşi ses tekrar konuştu,
『Bu durumda, öyle mi oldu yani? Demek hanedanım sekiz nesilcik yürüyebilmiş ha! 』
Sakin ses, hatayı düzeltti.
『Yanlış hesapladın Moruk. Yedinci, onun torunu olduğunu söyledi. En kötü ihtimalle Dokuzuncu olması lazım. Ancak, mirası aldıysa. 』
Gürültülü ve yanlış konuşan ilk ses, tamamen sessizliğe büründü. Muhtemelen utanmıştır. Ama hala daha anlamadım. Burada dedemin sesi var ve dahası, çocuk-ebeveyn muhabbeti gibi bir şey var ama…… Dedemin yanı sıra mı? Bu seslerin arasındaki ilişki ne ki? Yoksa…….
Dedeme saygı ekleri olmadan seslenen kişi, varlığımı duyunca,
『Bu durumda, benim de torunumun oğlu sayılır. Onunla tanışmayı dört gözle bekliyorum. 』
Tor, torununun oğlu mu? Bu demektir ki orada büyük büyükbabam var…… Acaba olabilir mi? İsmi duyunca imkanı yok diye düşünmüştüm. Hayır imkansız. Böyle bir şey basitçe imkansız.
İkinci ses,
『Şey, Hanedan sekiz nesilcik devam etmişti. Haha~, Bu nedense biraz iç acıtıyor. 』
Böyle bir şeyi demek
Gerçekten olmasının imkanı olmayan bir fikir aklıma geldi. Yoksa, önceki nesilleri aile liderleri sonraki hayatta beni mi bekliyorlardı. Kafam karıştı. Sadece bilincim kayboluyordu. Ama şu anda dışardan bana seslendiklerini duyabiliyordum.
Art = Sanat
Gem = Cevher
Jewel = Mücevher
Rapier = Meç (https://i.ibb.co/FxKhw3B/tsx9cqzt-900.jpg)
Saber = Kılıç (Süvari Kılıcı)
Oligarşik düzen nedir?
Oligarşi, küçük ve ayrıcalıklı bir grubun iktidarda olduğu yönetim şeklidir. Genellikle bu grubun bencilce ve görevlerini kötüye kullanarak gerçekleştirdiği, despotça bir yönetim şeklidir. Oligarşinin üyesi ya da destekçisi olan kişi ya da grupları tanımlamak için “oligark” terimi kullanılır
Chichi-ue: Bilmeyenler için söylemek istedim (soylu kesimin söylediği) baba demek.
Merhaba gençler, RuyaGezer konuşuyor. Bu seriyi hatırlayanlarınız olacaktır. İki sene önce Araz novele ilk girdiğimde çevirmeye başladığım iki seriden birisiydi bu. Sonrasında mangalar kitlenildi felan derken novelleri bıraktıydık işte :/
Şimdi müjdeyi veriyorum. Bu seriyi tekrar çevirmeye başladım, ancak Lightnovel versiyonunu. Öncekinden farkı ne diye soracak olursanız, iki üç detay var. Daha çok detaylı anlatım, daha tutarlı konu işlenişi ve aralarda bonus resimler. Her hafta pazar gününü Sevens günü ilan ediyorum. Eğer hafta içinde işlerim çok olmazsa, ne kadar bölüm çevirmişsem hepsini hafta sonu okuyacaksınız. En kötü ihtimalle bir bölüm, en iyi ihtimalle bana ne kadar dua ettiyseniz 😛
Bir şeyi daha belirteyim. Başlangıçta konular çok tutarlı gitmeyebilir. Bir paragraf içinde anlam bozuklukları çok olabilir. Prolog olduğundan dolayı, biraz garip işlemiş konuyu. Yalnız devamı güzel gidiyor. Konu olarak tutarlı işlenildiği gibi, hikaye de güzel gidiyor.
Bu seriyi de çevirdiğimiz diğer Capon serileri gibi, cilt sonlarında pdfe dönüştürüp ekstra bölüm olarak atacağız. İsteyenleriniz koleksiyon yapabilsin diye.