Sevens - Bölüm 01
Çevirmen: RuyaGezer Düzenleyen: ggurcan
Mücevher
Bir rüya gördüm. Eskiyi gördüm.
Pes etmemiş, dimdik ayakta dururken olan halimi gördüm. Birilerinin bir gün beni fark edeceği umuduyla malikanenin bahçesinde, deli gibi kılıcımı salladığımı gördüm.
Kendi kendine ağlayarak kılıcını savuran zavallı 12-13 yaşlarındaki kişi ben miydim? Düşünürken bir hizmetçiyle beraber gelen bir kız belirdi.
「…… Az düşününce, burada böyle bir yer vardı ha. 」
Hizmetçi, kızı bana tanıttı ve hemen ayrıldı. O parıldayan kahverengi saç ── acaba açık kahve ya da tilki rengi miydi? Bu kız, yandan at kuyruğu yapılmış saçlarıyla, saklamaya çalıştığı kıpkırmızı olmuş yüzüyle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
「Lyle-sama, Walt ailesiyle benim ailem arasındaki anlaşmalara göre, sizin nişanlınız olmam kararlaştırıldı. 」
Karşımdaki kız benim nişanlım olacak kişiydi, o zamanki varlığım ona karşı soğuk davranıyordu.
「Ha, sen de oldukça şanssızmışsın desene? Benim gibi bir kaybedene seni zorladıklarına göre…… Buraya daha gelmeyecek olsan bile benim için dert değil. 」
Sanırsam etrafımdaki insanların bana davranışları yüzünden herkesin aynı şeyi yapacağını düşünmüştüm. Ancak o kız malikaneye tekrar geldi. Ne kadar gelmemesini söylediysem, tekrar be tekrar malikaneye ziyarete geldi.
Bana adeta tapan kızı gördüm ve kıza sanki bir baş ağrısıymış gibi muamele eden kendimi dikkatle izledim.
Eskiyi düşününce, ona çok kötü davranmıştım. Ancak, kalbimi açtığım kişi tarafından ihanete uğramak korkusu beni bu yola itmişti. Korkuyordum.
「Yine ne oldu? Geçmişte ona yardım ettiğimi söylemişti, yoksa aileden dışlanmadan önce, bana düşmesine neden olacak bir şey mi yapmıştım. Ama artık bir anlamı yoktu…… Doğru, bu saatten sonra hiçbir anlamı yoktu. 」
Her şey bitmişti.
Artık geriye bir şeyim kalmamıştı. Hiçbir şey.
Odamın duvarındaki aynaya baktığımda, mavi saçım ve mavi gözlerim karşıma çıktı. Kanlarla ıslanmış pansuman acı verici görünüyordu, ama acı verici olan şey yüzümmüş gibi baktım. Gözlerimde hırstan yana eser kalmamış, kendime güç verebilecek bir ışıltı bile görünmüyordu. Kendimden nefret ettiriyordu. Berbat halde olan kendim…… hayatta kalmıştım.
Aynada olan kendimin, korkunç derecede yorulmuş bir ifadesi vardı.
Kanlarla kaplı o an pansumanı çıkardığımda yaralarımın kapandığını gördüm. Belki de yaralar için pahalı ilaçlar kullanmış olmalılar ki hiçbiri kalmamıştı. Arkamdan bir ses işittim.
「Nasıl oldunuz, genç efendi? 」
Arkama döndüğümde, yaşlı bir adam karşımda dikiliyordu.
O benim kurtarıcımdı, garip birisiydi.
Pantolonu çamura bulanmış, kafasında da bir şapkası vardı. Muhtemelen dışardan geliyordu. Görünüşe göre bahçeden geliyordu.
Yaşlı adam, malikanenin bahçesine küçük bir ev inşa etmiş ve orada bahçıvan olarak çalışıyordu. Eşi ölmüş, birkaç çocuğuyla, torunları vardı. Ancak onlar malikanenin dışında yaşıyorlardı. Görünüşe göre, eski lider olan dedemden burada kalma iznini almış, evini ise bahçe aletlerini koyduğu bir atölyeye dönüştürmüştü.
「Teşekkür ederim. Önceye nazaran daha iyi hissediyorum. 」
「Bu harika. Gerçekten ciddi bir tehlikedeydiniz genç efendi. Malikanenin doktoru olsaydı yaralarınızı daha iyi tedavi ederdi, ancak……」
Mahcup görünen ihtiyar adam, eski bir askerdi. Şu anda bile askerliğin izlerini gösteriyordu. Yaralarımı tedavi ediş şekline bakarsak, tedaviye dair baya iyi bir bilgisi varmış gibi duruyordu. Gerçi, onun için asıl zor olan, tedaviden ziyade ──
「Sonuçta malikaneden sürülmüş birisiyim. 」
Güçsüz bir şekilde bana gülümseyen ihtiyar adam──Zel-jiisan odanın içindeki sandalyeye oturdu.
Malikanede birkaç bahçıvanı vardı ancak Zel-jiisan malikanede yaşayan tek bahçıvandı. Ailemin birkaç defa Zel-jiisanı işten çıkarmakta zorlandıklarını duymuştum. Sebebi ise, Zel-jiisan’ın büyükbabamın devrinden beridir çalışmasıydı. Bu hikâyeyi en son ne zaman duyduğumu hatırlamaya çalıştım.
Bunları düşünürken yatağa oturdum. Bedenim hala yorgundu. Çok fazla hareket edemiyordum. Oturuyorken hayatımı kurtaran Zel-jiisan’a teşekkür ettim.
「Beni kurtardığın için çok teşekkür ederim Zel-jiisan. Ancak karşılığında hiçbir şey yapamayacağım. Çok acınası bir haldeyim ama durum böyle. 」
Kederli halimi gören Zel-jiisan derin bir iç çekti. Hayatımın kurtarılmış olmasına gerçekten mutluydum. O kadar uzun zaman sonra birisiyle konuşmak beni mutlu etmişti.
「3 gündür uyanmadın. Gerçekten de endişelendim. Ancak malikanenin son durumu, benim açımdan bile anormal bir duruma gelmiş. Neler oldu böyle……」
Açıkçası, uzun yıllardır Walt Hanedanına hizmet eden Zel-jiisan için bile malikane çok anormal bir vaziyete gelmişti.
(Demek beş yıl önceydi ha. Geçmişte olanları artık düzgünce hatırlayamıyorum.)
Bana soğuk davranıldığından ve kendimi sürekli çalışmaya verdiğimden dolayı, birisinin beni fark etmesini istiyordum. Ailemin sıcak tavırları ve şefkatli kollarını hatırlayamıyordum artık. Net bir şekilde hatırlayabildiğim tek şeyler acı çektiğim günlerdi.
「Bu sefer genç efendimin başına gelenleri bir kenara bırak. Genç bayanın varis olmasına çok şaşırdım. Eğer önceki aile lideri bunu duysaydı sinirden küplere binerdi. Maizel-sama gerçekten çok değişti. 」
Zel-jiisan Şapkasını eline aldı ve sinirli bir ifadeyle sertçe sıktı.
Büyükbabam, Brod Walt sert bir soyluydu. Feodal bir lord olmasının yansıra Kont pozisyonuna sahipti. Ve Bahnseim krallığındaki en çok nüfuza sahip kişilerden birisiydi.
Hala daha hayattayken Bahnseim kralı olan majestelerinin danışmanı olarak atandı. Bir feodal lort olarak iç işlerini yönetmekte de oldukça kabiliyetliydi. Askerlerin komutası eline verilince çok defa kritik konumlarda önemli işler başarmıştı.
Açıkçası çok sert birisiydi.
Babam bile büyükbabamın karşısında çok korkuyordu. Ancak, büyükbabam, ilk torunu olan bana karşı çok şefkatliydi. Bundan dolayı, çevremdekilerin anlattığından daha farklı bir büyükbaba görüntüsü aklımda beliriyordu.
「Büyükbabamın sadece şefkatli tavırlarını hatırlıyorum. Ancak, evin verasetini kaybettiğimden beri, onunla karşılaşmaya hiç yüzüm yok. Kesinlikle azar işiteceğim. Beni zavallı bir torun olarak çağıracak. 」
Büyükbabamın bana karşı beklentileri vardı. O beklentilere ihanet ettim. Bu zamana kadar olan tüm antrenmanlarım bir hiçti artık. Elimde hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey……. Kalmamıştı.
「Öyle düşünme. Brod-sama kesinlikle durumunu anlayacaktır. Eğer hayatta olsaydı, genç efendiyi korurdu. 」
Merhum büyükbabam ve annemi düşündüm. Benim gelişmemden ne kadar memnunlardı. Ancak artık hayatta değillerdi.
「Evet, eğer burada olsaydı, öyle olurdu. Ancak, büyükbabam artık hayatta değil. Şu andan itibaren ne yapacağımı bilmiyorum……şimdilik, eğer malikaneden ayrılmazsam başıma iyi şeyler gelmeyecek. 」
Kendimi aşağılarcasına gülümserken, Zel-jiisan ayağa kalktı ve mutfağa doğru içecek bir şey hazırlamaya gitti. Gözyaşlarımı tutarak yere baktım. Bir şeyi yanlış mı yapmıştım? Hala daha cevabını bulamamıştım.
Nasıl böyle oldu ……Ne yaptım ki…….
Beşinci günde, bedenim tamamen iyileşti.
Zel-jiisan’ın pahalı ilaçları çekinmeden kullanması sayesinde yaralarımın iyileşmesi hızlı olmuştu. Zel-jiisan’ın kendisini yormasından çok endişelenmeme rağmen, gülerek
「Lütfen endişelenme」 diyordu. Yüzünde bir gülümseme ile, büyükbabama olan borcunu ödeyebildiği için minnettarlığını ifade ediyordu.
Ancak, bu kadar uzun bir süre Zel-jiisan’a yük olmak beni korkutuyordu. Dahası ben sürülmüş birisiydim.
Belki de Zel-jiisan’ın beni böyle barındırması onun başına iş açabilirdi. Eğer Celes olsaydı, buna göz yummazdı.
Böyle düşününce Zel-jiisan’ın yanında sonsuza dek kalamazdım. 5. Günün akşamında onunla konuştum. İkimiz de küçük bir masada oturmuş, Zel-jiisan’ın pişirdiği yemeği yiyorduk. Fenerin ışığı altında konuyu açtım. Bir şey demeden ayrılmamın Zel-jiisan’ı endişelendireceğini biliyordum. Ondan konuyu──
「Zel-jiisan, maceracı olmayı düşünüyorum. 」
──diyerek bodoslama açtım. Maceracı olmak çok istediğim bir şey değildi. Sadece geleceği düşünüyordum. Ondan dolayı aklıma en yatkını ya maceracılık ya da paralı askerlik olmak gelmişti.
「Maceracı mı dedin? hayır, ama…… genç efendinin gücüyle, herhangi bir soylu hanedanda görevli olman zor değil. 」
Başımı sallayarak reddettim. Gerçekten de bir görevli olabilecek gücüm vardı. Hatta Walt handanının başına geçecek birisi olarak yetiştirilmiştim. Ancak kabul edildiğim yere sorun çıkarılabilirdi. Bir soylu olarak, hatta bir feodal lortluk olarak Walt hanedanı büyük bir hanedandı. Otoritesi çok güçlüydü. Eğer Celes bildiğim gibiyse, kabul edildiğim yeri sindirmeye çalışacaktı. Gerçekten de o kızın gülüşünde beni kuşkulandıran bir şeyler vardı. Benden neden bu kadar nefret ediyordu?
Aklımda hiçbir fikir yoktu, ondan dolayı bunu da cevaplayamıyordum.
「Her şeyimi kaybettim, ondan dolayı sıfırdan başlamış olacağım. Bir maceracı olabilir ve kendi gücümle yaşayabilirim. 」
Zel-jiisan bunu duyunca,
「Ne diyeceğimi bilemiyorum ……Brod-sama bunu duysa kalp krizi geçirirdi. Ancak, eğer genç efendinin seçtiği yol buysa, önünde durmayacağım. 」
Zel-jiisan’a gülümserken başımı eğdim. Sonra Zel-jiisan kaşığını masaya koydu ve çenesini kaşımaya başladı.
「Brod-sama maceracılar ve paralı askerlerden nefret ederdi. Eğer bir maceracı ya da paralıyla karşılaşırsa, at gözlüklülerle karşılaşmış gibi davranırdı…… çok sert biçimde eleştirirdi. Ne olursa olsun nefret ederdi. Gerçi onun gibi birisinin muhtemelen bir sebebi vardır. 」
Büyükbabamın böyle bir hikayesi olduğunu işitince çok şaşırdım. Onun, insanları konumlarına bakmadan kişiliklerine ve yeteneklerine göre yargıladığını düşünüyordum.
「Demek öyle. 」
「Geçmişte çok şey oldu. Ancak genç efendi bir maceracı olacak. 」
Zel-jiisan’ı rahatlatmak için şakacı bir şekilde konuşuyordum.
「Eğer birinci sınıf bir maceracı olursa, kazancım da iyi olacak değil mi? İşittiğime göre tek bir işten birkaç yüz altın kazanabiliyormuşsun. Eğer iyi olabilirsem, Zel-jiisan’a borcumu geri ödeyebilirim. 」
Zel-jiisan’ın kahkahalarla güldüğünü gördüm. Bana bakarken mutlu görünüyordu.
「Hahaha, bunu dört gözle bekliyorum genç efendi. 」
Şakamı ciddiye alıyor olmalı. Gerçi içimden bir ses, maceracılığın bu kadar kolay olmayacağını söylüyordu. Ya da işin hoş olmayan kısımlarını biliyordum.
Böyle olsa bile, bir feodal lordun eski varisiydim. Doğal olarak o tarz bilgilerim vardı.
Canavarlarla dövüşmek ve ödülleri almak, zindanlarla mücadele etmek ve hazinelerini çıkarmak ── Herkesin gıpta ettiği maceracı figürü böyleydi. Çocukların böyle maceracılara imrenmesi normaldi. Ama gerçekte bir serseri sürüsünden başka bir şey değillerdi
Eğer bir maceracı kendisini paralı asker olarak adlandırırsa, o zaman paralı asker olur. Paralı askerlerin bir kısmı ise çekinmeden köyleri yağmalayan ve güçsüzleri ezen kişilerdi. Eğer güçlü canavarlara karşı savaşabilen bir maceracı haydut olursa, insanların gözünde çok büyük bir tehlike olurdu. Ancak bu tüm maceracıların kötü olduğu anlamına gelmiyordu.
Güce sahip olan tüm maceracıların olumlu muamele görüp resmi görevli olma ihtimali vardı. Şöhrete sahip ve bir paralı asker grubuna sahip olan maceracıların yüklü bir parayla işe alınmaları ve iyi karşılanmaları muhtemeldi. Bu da maceracıların insan olarak baya saygı gördüğünün bir kanıtıydı.
「Ancak, maceracılık ha?
Bu durumda, serbest şehir Beim bu iş için en iyi yer olabilir. 」
Zel-jiisan ağzımdan öylesine çıkmış olan sözü oldukça ciddi bir şekilde irdeliyordu.
「Beim? Lordu olmayan tüccarların şehri mi? Diğer ülkelerin ticaret merkeziydi değil mi? Gerçi orada birçok maceracı ve paralı askerin olduğunu işittim ama, gerçekten en iyi yer orası mı? 」
Bir dereceye kadar duyduğum bir ülkeydi. Bahnseim’le arasında bir ülke daha vardı, ondan dolayı hakkında çok bilgim yoktu.
「Yerel özellikleri maceracıları ve paralı askerleri kendisine çekiyor. Çevresindeki ülkeler her sene birbirleriyle kapıştıkları için, maceracılara ve paralılara para kazanma olanağı oluyor. Dahası zengin ticareti ve insanları sayesinde, sürekli bir mal ve para akışı oluyordu. Öyle bir yerde bir şey yapmasan bile çeşitli insanlarla karşılaşırsın. Kötü kalpli olanlardan bahsetmiyorum bile. Genç efendi, lütfen dikkatli olun. 」
Suçluya dönüşen birçok maceracı vardı. Eğer böyle olursa, maceracılar loncası suçluyu loncadan reddeder ve başına ödül koyardı. Çoğu kasaba ve şehirlerde maceracı loncası olmakla beraber, başlarında ödül olan haydutları ve bu tarz maceracı kaçaklarını avlayan Avcılar vardı.
Maceracıların bu şekilde bilinmesinin sebebi, aralarındaki bu tarz serserilerden dolayıydı. Öyle bir yerde hayatta kalabilir miydim? Söylediklerime rağmen biraz çekinmeye başladım. Maceracı olacağım yeri bile hayal edemiyordum. Dikkatli düşününce, maceracı olmak çok tehlikeli bir işti aslında.
Bir süre düşündükten sonra, Zel-jiisan bana baktı ve sırtımı okşadı.
「Hahaha, o kadar da endişelenme. Eğer kötü kişilerin toplandığı yerleri fark edersen oralara gitme. Ve eğer Beim’a gideceksen, bir maceracı olarak tecrübe edinmen her türlü iyi olacaktır. 」
Şu anki ben için, Beim’a giden yoldaki engel çok fazlaydı.
「Anlıyorum. Kraliyet başkenti Centralle’de maceracılığa başlayabilirim. 」
Bahnseim’deki en büyük şehir olan başkent Centralle beklenildiği gibi ihtişamlıydı. Oraya daha önce hiç gitmedim ama büyük olduğunu duymuştum. Eğer öyle bir yere gitsem bir maceracı için kesin bir iş bulacağıma emindim.
Sonra, Zel-jiisan kafasını olumsuz anlamda salladı. Başkentte maceracılara ihtiyaç olmadığını söyledi.
「Orada da çok insan var ama şövalye birliği ve askerler, kamu düzeninin korumakla görevliler. Size gerçekten başkentte iş aramanızı önermem. Sadece o değil, orada bulabileceğiniz iş, iş olmaz. 」
Ben, bir maceracının durumları hakkında yeterince bilgisi olmayan, Zel-jiisan’ın hikayesini dinledim.
「Bu ayrıca Walt hanedanının alanında olan Weihs bölgesi için de geçerlidir. Kamu düzeni olan bir yerde maceracı olarak çalışmak iyidir. Peki neden öyledir? 」
「……Çünkü daha az canavar mı var? 」
「Evet. Canavarlar ve haydutlar bölge yönetiminin kendi işini düzgünce yapmasına bağlıdır. Maceracılara ihtiyacı olan yerler, yönetiminin kötü olduğu ya da canavarlara karşı asker ihtiyacının yetmediği yerlerdir. Beim gibi yerler bir istisnadır. 」
Beim bir tüccar şehriydi. Aynı zamanda, iş arayan birçok maceracı vardı. Feodal lordun olmayışı dolayısıyla da maceracılara düşebilecek bir çok iş oluyordu.
Walt hanedanının alanı içinde de bir maceracı loncası vardı, ancak…….
「Bizim bölgemizde de maceracılar için iş yok mu? 」
Zel-jiisan konuşurken bir süre sakalını sıvazladı.
「Bir dereceye kadar verildiğini duymuştum. Dahası, Weihs bölgesi geniş bir yerdir. Yönetimin elinin dokunmadığı yerler de var. 」
Şimdi, öylesine bir fikirden ortaya çıkan maceracılık fikrine ilgi duymaya başladım. Geleceğim için bir planımın olmayışı söz konusu değildi. Şimdilik, bir maceracı olmak daha uygun görünüyordu.
「Centralle iyi olmaz. Beim de zorsa…… Neresi iyi olur ki? Benim için sorulacak olursa evden uzakta durmak istiyorum. Weihs bölgesi de bir seçenek değil. 」
Zel-jiisan birkaç şehrin ismini saydı.
「Meşhur yerlerden bahsetmişken, buradan biraz uzak ama akademi şehri Arumsaas var. Ondan başka, Orlan şehri de maceracılar ve paralı asker grupları arasında meşhurdur. Orasının sınırı direk bizim sınırımıza dayanıyor. Ama orayı çok fazla tavsiye etmem. Çok fazla çatışma çıkıyor. 」
「Orlan ha……Eğer önce Remlraudt’a gitsem sonra oradan Orlan’a gitsem ne olur? 」
Orlan neredeyse yakınımızda olan bir şehirdi. Oranın feodal lordu, ulusal korumakla beraber, Walt hanesinin Weihs bölgesiyle kendileri arasında kalan Remlraudt’u ve bu iki şehir arasındaki güzergahı koruyorlardı.
「Kusuruma bakmayın, Genç Efendi. Maceracılar hakkında yeterli bilgim yok, ondan dolayı yapabileceğim en iyisi bu sayabildiğim şehir isimleriydi……」
Zel-jiisan da bir maceracıyla karşılaştırılınca yeterli bilgiye sahip değildi. Daha çok malikanede bahçıvanlıkla ilgilenen yaşlı bir adamdı. Ama şu ana dek onunla hiç konuşmadığımdan dolayı, basit bir şeyler bildiğini sanmıştım.
Eğer Zal-jiisan’la daha önceden konuşmaya başlasam daha iyi olurmuş diye düşündüm.
「Beim, Arumsaas, Orlan……Orlan en yakını. Belki de bir maceracı olmak için en iyi yer orasıdır. 」
Zel-jiisan iraz endişeli görünmekle beraber korumacı bir tavırla konuştu.
「Genç Efendi, lütfen aceleci olmayın. Genç maceracıların acele edip herhangi bir yer de ölmeleri gerçeklikte olan şeyler. Maceracılar hakkında pek bilmem ama savaş alanında bu böyledir. 」
Zal-jiisan’ı rahatlatmak için devam ettim.
「Endişelenme. Canavarları yok edeceğim ve zindanları fethedeceğim. Ve sonrasında birinci sınıf bir maceracı olacağım. Ya da bir maceracı nasıl rahat yaşıyorsa artık. Şu anda tek bildiğim loncadan iş aldıkları. 」
Zel-jiisan gözlerini biraz kızgınlıkla ovuşturdu. Başımı eğdim, yanlış bir şey mi söyledim diye düşünmeye başladım.
「Gerçi, genç efendi işlerin nasıl yürüdüğünü tam olarak öğrenmedi. Normalde bu yaşlardayken dışarı ufak tefek işler için gönderilir, az da olsa tecrübe kazanmanız sağlanırdı. Ancak son zamanlarda tabuta kapatılır gibi malikaneye kapatıldığınız için olmadı. 」
Zel-jiisan bana üzüntüyle baktı. Açıklanamayacak bir hisse kapıldım. Ailem beni boş verdiğinden beri, malikanede sadece hayatta tutmak için bana bakıyorlardı.
Kesinlikle, hapsedilmiş olsam da bir hayat yaşıyordum. Düşünecek olursak niye bunu öylesine kabullenmiştim ki? Malikanenin içindeyken normal gibi geliyordu…….
Düşünürken, Zel-jiisan maceracılar hakkında anlatmaya devam etti.
「Detayları çok bilmiyorum ama, eğer bir maceracı loncasına gidip kayıt olan herkes maceracı olabiliyor. Dahası soylu ya da halktan olanlar arasında bir fark yok. Bahnseim’de bile bir soylunun ya da şövalyenin maceracılık yolunca rütbeleri pek işe yaramaz. 」
Başımı salladım ama bu tarz şeylerden hiç haberim yoktu. Bilgim sadece maceracılığın bir şövalyeye ya da soyluya uygun olup olmadığı hakkında.
「İş hakkında düşünecek olursak …… Genç Efendi, bir maceracının işinin hep savaşmak olduğunu mu düşünüyorsunuz? 」
「Yanlış mı? 」
Ciddi bir ifadeyle cevaplayınca, Zel-jiisan olumsuz anlamda başını salladı.
「Şüphesiz, canavar yok etme ve zindan keşfi işleri maceracıların yaptıklarındandır. Ama bir noktada, maceracılar kendi güçleriyle para kazanmak zorundadır. Borç alamayacak durumda olanlar da vardır. Alsalar bile aldıkları borcun, almak istedikleri silaha yetip yetmemesi gibi durumlar da vardır…… böyle kişiler için, lonca aracı olup onlara iş verir. Gerçi bu işler genellikle amele işleridir. 」
Bunları işitmek, maceracılar hakkında aklımdaki tüm imajı teker teker yıkılıyordu. Bir maceracının işinin, silah taşıyıp canavarlarla dövüşmek olduğunu düşünmüştüm ama gerçek farklıymış.
「Bu amelelik işler kendi aralarında değişir. Bazıları para biriktirip, canavarlarla dövüşmek için kılıç satın alırlar. Bir canavarı yendiklerinde içindeki büyülü taşı ve işe yarar diğer parçalarını da kesip alırlar. Canavarın parçaları silah ya da başka eşyaların yapımında kullanılabildiği gibi takas da edilebilirler. Büyülü taşları ise lonca, karşılığını verip satın alır」
「Sadece büyülü taşları mı? 」
「Evet, diğer materyallere bağlı olarak, tüccarlarla anlaşma ihtimalleri de vardır. Aslında maceracılar loncası maceracıları yönetmekten ziyade, büyülü taşları takas etmek için kurulmuş bir loncaydı. 」
Büyülü taş── canavarların içinde bulunan kırmızı bir taştı. Ustaların elinde eşya üretmek için materyal olarak kullanılmakla beraber, büyülü taşlarla çalışan büyülü aletlere bile kullanılıyordu. Büyülü aletlerin yaygınlaşmasından sonra, büyülü taşlar insanların yaşamına etki eden en önemli bir şeye dönüşmüştü. Büyülü taşları elinde tutan maceracılar loncası sadece Bahnseim’le sınırlı değildi. Neredeyse her ülkede vardı.
「……Bir şekilde lonca, ülkeden daha çok korkunç duruyor ha. Bazı özel haklara sahipler olmakla birlikte ülkelere bağlı olmayan bağlantıları da bulunmaktadır. 」
Zel-jiisan bunu duyunca güldü.
「Yo hayır, Şüphesiz ki, her ülkede lonca vardır. Ancak aynı sistemi kullanırlar. Büyülü taşları değerlendirecek standartları oluşturmuşlardır ve bunun için diğerleriyle bağlantılarının olması gerekmektedir. Loncaların şehre göre değiştiğini duymuştum gerçi. 」
Büyülü taşlar günlük hayat için oldukça şart bir yere gelmişti. Bunun haklarını elinde tutan loncanın farklı şekillerde durumları oluyordu.
「Bütün bildiklerim bunlar. Sonuçta çok iyi eğitilmedim. Sizin için kullanışlı olup olmadığını bilmiyorum genç efendi. 」
「Öyle değil. Malikaneden dışarı hiç çıkmadım…… Şu anda çok şey öğrendim. 」
「Öyle mi? Bu arada Genç Efendi. 」
「Hm?」
Yemeğimi bitirip, çaya uzandığımda, Zel-jiisan bana ciddi bir ifadeyle baktım.
「Bu evde garip bir şey hissetmedin mi? Garip bir durum ya da başka bir şey normaldir. Burada hissettiğin bir şey var mı? 」
Zel-jiisan şüpheli bir şey hakkında sordu. Kollarımı kavuşturdum ve hatırlamaya çalıştım. Zel-jiisan’ın evine geldiğimden beri garip olan bir şey var…… garip bir tecrübe……. Şimdi deyince, garip bir rüya görmüştüm. Acaba ölümden sonraki hayat mıydı, yoksa sadece bir rüya mı…… şey, sadece tahmin.
「Belki de ben buraya ilk geldiğimde bir şey olmuştu ama-」
「Evet」
Zel-jiisan ciddiydi. Böyle bir şeyin hakkında ciddi olunması gerektiğini sanmıyordum ama, akla tek bir şey geliyordu.
「Garip bir rüya gördüm. Belki de ölümden sonraki yaşamdır? Büyükbabamın sesini duydum. Sadece o değildi. Walt hanesinin eski liderlerine ait olan sesler de vardı. Şey, sadece bir rüya olsa gerek. 」
Gülerek anlatmama rağmen, Zel-jiisan ciddi görünüyordu. Sonra başını birkaç defa salladı ve konuşmadan önce yüzüme baktı.
「Genç Efendi, artık geç oldu. Yarın için hazırlanalım artık. 」
Zel-jiisan’ın ifadesi çok huzurlu ve canlıydı. Cevabımdan mutlu olmuş gibiydi.
Ertesi gün, sabah.
Kahvaltı yaptıktan sonra, malikaneden ayrılmak için gerekli olan hazırlıklarımı yaptım. Yırtık pırtık eşyalarımı Zel-jiisan’da bırakıp karşılığında oğlunun eski giysilerini aldım. Birkaç pantolon, ayakkabı ve bir ceketle kaftandan oluşuyordu. Bir tane de kemerle çanta aldım.
「Oğlumun geride bıraktığı giysiler duruyor, boyları da genç efendiye uyuyor. Biraz eski olduğu için kusuruma bakmayın ama lütfen şimdilik idare edin. 」
Zel-jiisan mahcup görünüyordu. Başımı salladım ve teşekkür ettim.
「Hayır, gerçekten teşekkür ederim. Dahası her şey için çok teşekkür ederim. Benim için kullandığın ilaçlar bile pahalıydı. Beni iyileştirdiğin ve bana baktığın için çok teşekkürler…… Karşılığında bir şey veremediğim için gerçekten üzgünüm. 」
Zel-jiisan kafasını önümde eğdi.
「Yo, yeterince karşılığını aldım. Bu birkaç gün gerçekten eğlenceliydi, Genç Efendi. Ayrıca, lütfen bunu kabul edin. 」
Dediği gibi bana bir çanta verdi. El büyüklüğünde görünen çanta, altınla dolu gibi duruyor, şıngırtı sesleri çıkarıyordu.
「Hayır, bu parayı kabul etmemin mümkün atı yok……」
Bunu kabul edemezdim. Reddettiğimde Zel-jiisan zorla elime tutuşturdu.
「Genç efendinin buna kesinlikle ihtiyacı olacak. Beş kuruş parasız halde ne yapmayı düşünüyorsun. Dahası, genç efendi bunu geri ödemeyi düşünüyorsa, bu parayı bir yatırımım olarak düşünsün. 」
Zel-jiisan’ın gülümsemesini görünce, 「Haklısın. Bunu ödünç alacağım」 dedim ve kabul ettim. Bir gün kesinlikle geri ödeyeceğim. Şu anki hedefim bu.
「Zel-jiisan’a borçlanmaya devam ediyorum. Söz veriyorum ki, iki kat karşılığıyla geri ödeyeceğim. 」
「Sadece düşünmeniz bile yeter. Dahası bununla beraber Brod-sama’ya verdiğim sözü yerine getirebildiğime düşününce kalbimden çok mutlu oluyorum. 」
「Söz?」
Büyükbabama söz vermiş olan Zel-jiisan küçük bir tahta kutu çıkardı. Kutuyu nazikçe ve temiz bir şekilde, kapağını açtı ve içindeki kolyeyi gözler önüne serdi. Gümüş renkli kolyeyi görünce ne kadar değerli olduğunu hemen fark ettim. Ve sonra, kolyeye bağlı olan cevheri görünce içimde tanıdıklık hissi oldu…….
Mavi ve küremsi olan cevherin neredeyse 3 santimetre çapı vardı. Cevherin etrafı, gümüşi renkte işlemelerle süslenmiş, zinciri ise aynı metalden yapılma görünüyordu. Mükemmel detaylarla işlenmiş eşyaya bakınca, bunu kabul edemeyeceğimi söyledim.
「Zel-jiisan, böyle bir hazineyi kabul edemem. Bu gerçekten değerli bir hazine, değil mi? 」
Sözlerimi işiten, Zel-jiisan ciddi bir ifadeyle 「Genç Efendi bunu kabul etmek zorunda」 dedi. Ve sonra bana cevherin ne olduğunu anlattı.
「Aslında, bu cevher, Brod-sama’dan korumama bırakılan, genç efendinin miras olarak alması gereken bir şey. Brod-sama bunu Maizel-sama’ya devretmeyip, benim korumama bırakmıştı. 」
Kolyeye baktım ve düşündüm. Mavi küremsi olan ortasındaki taş bildiğimiz bir “Cevherdi.” Sanat’ları kaydetmek için kullanılan bir araç olup, büyülü araçlardan daha eski bir geçmişe sahipti. Büyülü araçlar gibi Sanat’ı kişiye göre işlemekten ziyade, bir cevher Sanat’ı kaydediyordu.
Kabaca düşünülecek olursak, büyülü eşyalara benziyorlardı, ama kullanması zordu. Son zamanlarda bundan dolayı sadece bir avuç insan yanında Cevher taşıyordu. Sonuçta bir cevher diğer büyülü aletlerle etkileşime geçip, kullanıcısının onlardaki Sanat’ı kullanmasını engelleyebilirdi. Dahası, Cevher ’in kişinin kullandığı Sanat’ı kaydetmesi hoş bir şeydi ancak istenilen Sanat’ı kaydetmesini garanti etmiyordu. Böyle durumlarda da genel büyülü aletleri kullanmak daha mantıklı oluyordu.
Cevherler──eskinin antikaları olarak yad edilmekteydi. Ancak, nesilden nesille aktarılarak kendi çaplarında da acayip çok değerli oluyorlardı. Bundan dolayı çoğu soylu, Cevherlerini nesillerine miras bırakırlardı.
「Neden büyükbabamın mirası buradaki…… dahası, bu nesillerce aktarılan önemli bir yadigâr değil mi? Babanın buna sahip olması gerekmiyor muydu? 」
Zel-jiisan durumları bana açıkladı.
「Brod-sama bu mirası Kont hanesine yaraşacak bir varise aktarmamı istedi. Nadir bir metal elde etmişti, ondan dolayı birinci sınıf bir usta çağırıp işleme yaptırdıydı. İşlemeyi yapan usta, işlemeden sonra son nefesini verdi. Ne yazık ki, Brod-sama da işlemeyi göremeden vefat etti. Cevherin üstüne işleme yapılma işini bana devretmişti. Bu önemli bir hazineydi ve kolye yapıldıktan sonra sorumluluğuma kaldı. Ancak, bunu Maizel-sama’ya vermek için hiç fırsatım olmadı. 」
Zel-jiisan’ın mahcup yüzünü görünce geçmişte neler olduğunu hatırladım. Geçmişte, babam Zel-jiisan’ı bir parazit olarak adlandırıyordu. Babam, ona emirlerine itaat etmesini söylüyordu. Ayrıca, babam bir feodal lort olarak çok yoğundu. Bu zamanlar boyunca parazitin teki olarak gördüğü Zel-jiisan ile görüşmesini erteleyip duruyordu. Ya da başından beri tanışmak için hiç isteği yoktu.
Cevher kolyeyi tahta kutudan çıkardım.
Cevherler── büyülü eşyaların bir çeşit prototipi olmakla beraber, üretim metotları kaybolmuş bir aletti. İçinde kayıtlı olan Sanat’ları, kullanıcısının istediği gibi kullanmasını sağlıyordu. Kişi başına bir Sanat kaydettiğini düşünürsek, kadim zamanlardan bu zamana dek Sanat’ın yaygınlaştıran bir alet olmuştu.
Ancak, Büyülü aletlerin icadı, Sanat’ları kaydetme sıkıntısını ortadan kaldırmış ve sonrasında da Cevherlerin kullanımı gittikçe azalmaya başlamıştı. Sanat’ları kaydetmeden bile, modern büyülü aletlere gerekli Sanat’lar aktarılarak, Cevher işleme zahmetinden insanları kurtarmıştı. Dahası, eğer bir Cevher ‘in için bir Sanat kaydediliyorsa, üç aşama olarak kaydedilmesi gerekiyordu. Bununla alakalı okuduğum bir kitapta, kullanıcının ikinci ve üçüncü seviyeleri iyi bilmesi ve kullanabilecek yeterliliğe sahip olması gerekiyordu.
Üstelik, Walt hanesinin Cevheri’ne gelecek olursak, Üçüncünün savaşta öldüğünü ve bundan dolayı kullandığı Sanat’ı aktaramadığını duymuştum. Ancak ondan sonraki nesil liderleri kendi Sanat’larını oluşturmuş ve Cevhere kaydetmişlerdi. Bu Cevher ‘in değeri yarım yamalak çoğu büyülü aletten daha fazlaydı.
「Sorun olmaz mı? Böylesine önemli bir eşyayı benim almam? 」
「Bunu şe anki Maizel-sama’ya veremem. Bu benim şahsi kanaatim ancak, Genç Efendi ……Lyle-sama, lütfen alın. Almanız, Brod-sama’ya olan geri ödemem olacak. 」
Kolyeyi boynuma taktım ve Cevheri tuttum. Elime sıcak bir his yayıldı.
「Teşekkür ederim. Bu Walt Hanedanının hazinesi. Onu koruyacağım. Ayrıca…… bir gün, kesinlikle geri döneceğim. O zaman borçlarımı ödememe izin ver. 」
Zel-jiisan sözlerime gülümsedi. Her ne kadar, evden kovulup onun nazik ellerine düşene kadar konuşmamış olsak bile, beni iyileştirip yolcu ediyordu. İçimden ona karşı minnettarlık duygusu köklenmişti.
「Seni bekleyeceğim, Lyle-sama. 」
Elimi salladım ve ayrıldım. Zel-jiisan ayrılana kadar arkamdan baktı.
──Zel, son altı günü tekrar düşünmeye başladı.
Lyle’ın ayrılışı ile iyice boş görünen kulübesine doğru baktı. Bu kulübe önceden ailesiyle birlikte yaşadığı ve önceki aile lideri Brod’un içki kaçamağı yapmak için gizlice geldiği bir yerdi. Elinde, şehirdeki bir ressama çizdirdiği eşinin resmine bakarken mırıldanıyordu. Resim odundan bir çerçevede olup, masanın üzerinde duruyordu. Eline aldı ve kucakladı.
「Annem bununla beraber tüm yük üzerimden kalktı. 」
Zel elindeki resimle birlikte yatağına ilerledi ve güneş tepeye çıkana kadar uzandı. Uzun bir zamandır derin nefesler alıyordu. Yalnız bir halde, anıları teker teker canlanıyordu.
「Ancak, Lyle-sama’nın duruşunun da aynı Brod-sama gibi olmasını beklememiştim. O da haşlanmış et severdi. Sıklıkla malikaneden kaçıp beraber içmemiz için içki getirirdi. Gerçekten özledim. 」
Sonra Zell burasının ne kadar canlı olduğu zamanları hatırladı. Eşi buradaydı, çocukları vardı ve arada sırada Brod ziyaret ederdi. Brod, Zel’in rahat olması için, bahçeye bir ev yapmasına ve ailesiyle birlikte yaşamasına izin vermişti. Brod sayesinde, Zel diğer hizmetçilerden daha farklı bir statüye sahipti. Brod’la rahat bir şekilde konuşabilen tek kişi oydu.
Ve sonra, Zel, nesillerce aktarılan Cevher ‘in Brod tarafından ona emanet edilmesini hatırladı. O zaman, Brod’un yataktaki zayıf ve bitkin görüntüsü hala daha aklından çıkmıyordu.
Hayranlıkla takip ettiği ve her işini yaptığı asil bir adam olan Brod’un, kırılgan görünümü Zel’in gözyaşlarını akıttı.
「Vefat etmeden önce ailenin mirasını benim emanetimde bırakması……Eminim ki Brod-sama da bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmişti. Ama, Brod-sama…… bu Zel, bana bıraktığını vazifeyi hakkıyla tamamladım. 」
Savaş alanlarında Brod’la yan yana savaşan gençlik zamanları gözlerinde canlandı. Ve sonrasında yaralanmasını ve malikaneden ayrılmaya çalışmasını hatırladı. Brod’un ona bahçıvan olmasını ve burada kalmasını söylediğini hatırladı.
「Benim gibi bahçıvanlıkla alakalı hiçbir şey bilmeyen birisinden burada kalıp bahçeyle ilgilenmemi istediniz …… Bunun sayesinde, şu anda tam bir bahçıvan oldum. Ne kadar nostaljik. Gerçekten……」
Zel’in hatırladığı son şeyse, Lyle için döktüğü gözyaşlarıydı.
「Şu anda Lyle-sama hala daha güvende olmayabilir. Ancak onun başarabileceğine inanıyorum Brod-sama……Sevgili annem, ben de artık yanına geliyorum. 」
İhtiyar adam, yüzünde mutlu bir gülümsemeyle son nefesini verdi.
Öğleyin, insanların kalabalık olduğu şehir kapısına vardım. Etrafımda vagonlar, faytonlar ve çokça gelen ve giden insanlarla doluydu. Kapıyı korumakla görevli olan askerler de çok meşgul görünüyorlardı.
Bu benim malikaneden ilk ayrılışım ve şehirde ilk defa gezişimdi. Malikaneye dışardan bakınca, yüksek konumundan dolayı, adeta şehrin ortasında dikilmiş bir kale gibi duruyordu. Eskiden dışarı çıktığım zamanlarda faytonda olup sadece pencereden dışarı bakabiliyordum.
Gerçekten de güzel bir malikaneydi. Walt ailesinin kanlarını döküp kazandıkları toprakların göbeğinde yer alıyordu. Buradan adeta bir kaçak gibi ayrılmak beni utandırdı. Etrafıma baktım. Bir gezgin tüccar bulursam hemen yola çıkacaktım. Yolun yarısı için vagonu sürmeyi teklif edecektim.
Pelerinli olan bir takım bana şüpheyle baktılar. Onların gidecekleri yeri öğrenince, onlarla Remlraudt’a gidemeyeceğimi anladım. Ama, yolda konaklama için bir kasabada handa durabilirlerdi.
「Affedersiniz, beni de o civara bırakabilir misiniz? 」
「Hanın olduğu kasabaya mı? Benim için sorun olmaz, ama oraya gece varacağız ve boşta bir han bulabileceğimizden şüpheliyim. Kendim için bağlantılarım var, kendi başımın çaresine bakabilirim. Ama yollar kalabalık, yani seni bilemem. 」
Yolun yarısını gitmem bile bana yeter. Bu şehirden mümkün olduğunca çabuk kaçmak istiyordum.
「Sorun olmaz. 」
「Eğer götürmemizi istiyorsan para ödemelisin. Ayrıca garip bir şeyler yapmaya kalkma. Kalabalık olan yoldaş tüccarlar arkamı kolluyorlar. Gerçi, eğer kılıç kullanabiliyorsan, bize muhafızlık yaparsan beleşe götürürüz seni. 」
Eğer kılıç kullanabildiğimi gösterebilirsem para ödememe gerek yok ha. Elimi yukarı kaldırdım ve bir ateş topu oluşturdu. Tüccar şaşırdı ama ifadesi çabucak değişti.
「Şaşırtıcı. Büyücü müsün yoksa bir soylu mu? Yo, eşyalarına bakılırsa……oops, bunlar benim burnumu sokacağım şeyler değil. Anladım. Eşyalarımızı koruyabilirsen para ödemene gerek yok. Çalışmana bağlı olarak ödeme bile yapabilirim. 」
Gezgin tüccarın tavrı hemen değişti ve bana yolculuk için yardımcı oldu. Memnun oldum ve teşekkürlerimi ilettim.
「Çok teşekkür ederim. Diğer şehre ulaştığımızda ──」
Bir ses, tüccarla konuşmamızı böldü. Bir kadın sesiydi. Üstelik çok tanıdık geliyordu. Etrafıma bakındığımda gerçekten tanıdığım birisinin orada dikildiğini gördüm.
「A, affedersiniz! Lütfen beni de yanınızda götürür müsünüz! 」
Uzun saçları açık kahve rengindeydi. Saçları yandan bir at kuyruğu ile aşağı sarkıtılmıştı. Üzerinde deniz mavisi bir ceketle beraber, gömlek ve kısa bir etek giyiyordu. Siyah çorapları dizine kadar çıkmakta, ayakkabıları da aynı şekilde neredeyse dizlerine kadar çıkmaktaydı. Ellerinde gümüş bir asa ile büyük bir seyahat çantası taşıyordu. O asayı daha önce gördüğümü hatırlıyordum. Basit bir görünüşü olsa da onun bir evin yadigarı olduğunu biliyordum.
Menekşe gözlerinde benden farklı olan bir ışıltı ve kuvvet vardı. Kibar görünüşü gözüme çarpmakla beraber, karşılaştıktan sonra bir an huzursuz olduğunu gördüm.
「……Novem. 」
Adını söylediğimde Novem yere baktı.
Önümde duran kızın adı Novem Forxuz’du. Walt ailesi uzun zamandır ilişkilere sahip olan bir baron hanedanı olan Forxuz ailesinin ikinci kızıydı. Aynı benim gibi 15 yaşındaydı.
Ve dahası, benim nişanlım ── yo, evimden sürüldüğüme göre onu eski nişanlım diye çağırmak doğru olurdu.
Novem, benim eski nişanlım. Karşımda duruyordu. Yolculuğa hazır gibi duruyordu.
Bayağı gizemle birlikte bir bölümün sonuna gelmiş bulunuyoruz acaba kahramanımızı neler bekliyor okuyor öğrenelim 🙂