Sono mono. Nochi ni... - Bölüm 109
Çevirmen: Kylerxy Düzenleyen: Friolero
Yeraltı Hapishanesi
Şehre gidemezdim bu yüzden zamanımı saklanma yerinin içerisinde geçirdim… Ama burada yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Konuşarak zaman öldüreceğim hiç kimse de yoktu.
Marao, Barro-san ve diğer canavar adamlar gelecekteki eylemleri için hazırlanıyorlardı… Geriye sadece Grave-san kalmıştı ama… O da hala zamanını Lura-san ile eğlenerek geçiriyordu… Her zaman… unut gitsin, hadi uyumaya geri dönelim!!
Umursamıııııııııyoruuuuuuuuum!! Uwaa a-a-a-a!! Ben hiç de kıskanç değilim. Ben hiç de kıskanç değilim!!
Kurtarma operasyonu başlayana kadar Meru’ya sarılırken yatakta zaman öldürüyordum.
‘’Hao-chan… Bu kişiye gerçekten güvenebilir miyim…’’ (Marao)
‘’Üzgünüm…’’ (Marao)
Uzanırken sadece gözlerimi kapadım ama gerçekten uyuyabileceğimi düşünmüyordum. Dahası beni uyandıran Marao idi.
Kurtarma operasyonun başlama saatini hatırladım. Düzgünce hatırladım ama… Cidden uyumaya niyetim yoktu.
Ugh, gerçekten özür dilerim.
Utançtan iki elimle yüzümü kapadım.
Şu anda neredeyse gece yarısıydı. Ben, Grave-san ve Barro-san saklanma yerinin girişinde son hazırlıkları yapıyorduk. Şey, sadece ayakta duruyordum çünkü özel olarak yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Güvende olması için Meru’yu Marao ile bırakmıştım.
Acil bir durum olduğunda ona tek başına kaçmasını söyledim. Grave-san ve Barro-san’ın hazırlıkları yapmasını izlerken inek canavaradam Rino-san’ın sesini duydum.
‘’Bir dakikanızı alabilir miyim?’’ (Rino)
‘’Evet?’’ (Wazu)
Böyle söyledi ve tepemden aşağı bir çeşit toz dökmeye başladı. Huh? Bu nedir?
‘’Bu toz ne?’’ (Wazu)
Pat-pat diye üstüme hafifçe vurdum. Avuç içimi aç kapa yaptım ama herhangi bir anormallik göremiyordum.
‘’Bu deoderant. Dün Barro-san canavaradamların hassas bir buruna sahip olduğunu söyledi. Bu deoderant kokuyu yok ediyor, böylece kolayca yakalanmayacaksınız. Etkisi yaklaşık olarak otuz dakika sürüyor. Bu deodoranttan geriye kalanlar. Sadece bundan bir taneye sahip olduğumuzdan lütfen dikkatli olun’’ (Rino)
‘’Tamam, anladım!’’ (Wazu)
Rino-san’dan deodorant içeren bir çanta aldım. Etrafa bakınca, Grave-san Lura-san ile konuşuyordu, Barro-san ise maymun canavaradam Gunki’ye deoderant sürüyordu.
‘’Dikkatli ok, Grave-san’’ (Lura)
‘’Evet, kesinlikle geri geleceğim’’ (Grave)
‘’Kendine dikkat et’’ (Rino)
‘’Evet…’’ (Wazu)
Bunun ne olduğunu merak ediyorum… Göğsüm böyle bir sahneden dolayı sıkıştı. Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra rehineleri kurtarmak için saklanma yerinden çıktık.
Saklanma yeri ve kale arasındaki mesafe çok değildi. Ama Ödün vermeyenler tarafından yakalanmamak için evlerin gölgelerinde saklanarak hareket ettiğimizden baya zaman almıştı.
Tekrar içeri girmek için kale kapısını kullanamazdık. Kalenin arkasına dolanmak için de daha fazla zaman harcadık.
Operasyona başlayana kadar otuz dakika geçmişti. Rino-san’ın talimatlarına göre deodorantı bir kez daha döktüm.
Genelde böyle davranmazdım, bu yüzden biraz gergindim ama aynı zamanda heyecanlıydım. Bu şeyler yeni ve tazeydi. Kaleye girdiğimiz zaman ne tür şeyler bizi bekliyor merak ediyordum.
Yabancı düşmanların işgalinden korunmak için kalenin etrafını çevreleyen surlar vardı. Kalenin arkasına gitmiş olmamıza rağmen, son seferki gibi gizli bir geçit yoktu. Surun etrafındaki ağaçların gölgesinde saklanıyorduk.
Ben olsaydım, duvarı tek bir yumrukta kırar ve kaleye girerdim. Ancak bu bizim yerimizi açığa çıkaracağından Barro-san’a bir sonraki hamlemizi soruyordum.
‘’Peki, şimdi ne yapacağız?’’ (Wazu)
‘’Sakin ol. Kalenin içerisinde bazı müttefikler var. Bu sabah onlara bir söz gönderdim’’ (Barro)
Sözlerini kanıtlar nitelikte surlardan bir ip fırlatılmıştı. Kaynağını araştırırken, devriye turuna dönen ve bize sinyal yollayan bir figür gördüm. İpi kullanarak hemen suru tırmandık.
Surun zirvesine tüm üyeler ulaştı. Daha sonra, Barro-san’ın rehberliğinde ilerlerken bulunmamak için bedenlerimizi eğmeye devam ediyorduk. Eski koruma şefinden beklenildiği gibi Barro-san araziyi çok iyi biliyordu. Onun önderliğinde kale boyunca ilerliyorduk.
Yolda devriye gezen birkaç askerle de karşılaşmıştık ama yakalanmadan geçebilmiştik. Bu sefer deodorant aktif bir rol oynuyor gibi görünüyordu.
Biraz önümüzdeki yeraltı hapishanesine götüren merdivenlere ulaştık. Her nasılsa biraz hayal kırıklığıydı. Her şey yolunda gitmişti.
Burada olmama bile gerek olup olmadığını merak ediyorum. Hiçbir engelle karşılaşmadan ilerleyeceğimize dair böyle bir fikrim vardı.
Rehinelerin esir tutulduğu odanın önünde durduk, belki de. Bu bir yeraltı hapishanesi, değil mi. Ya da ben öyle düşünmüştüm. Bu soru sanki suratıma yazılmış gibi Barro-san bana cevap verdi.
‘’Diğerleri yeraltı hapishanesine atıldı ama Gio-sama bu oda içerisinde tutuluyor. İlk önce ılımlı grubun yüksek devlet memuru Garb-sama’yı kurtaracağım, beni takip edin…’’ (Barro)
Durum hakkında kötü hislerim vardı. Bu kadar ileriye gitmek çok kolaydı bu da işleri biraz şüpheli kılıyordu.
Neden ilk önce oraya gitmek istedi? Kralın hapis tutulması gereken odanın önünde neden hiç koruma yok?
Grave-san da benimle aynı fikirde gibi görünüyordu. Bana şüpheli bir bakış attı. Ancak Barro-san ben sormadan önce odaya girdi. Ben ve Grave-san da dilimizi tıklattıktan sonra harekete geçtik.
Odaya girdikten sonra, tamamen karanlık olduğundan içeride görebileceğimiz hiçbir şey yoktu. Ancak ilerlemeye devam ediyorduk.
Grave-san’ın işaretini hissedebiliyordum ama Barro-san hiçbir yerde görünmüyordu. Böyle düşündüğüm an, arkamda bir çatırtı sesi duydum.
Sesin geldiği yere doğru yüzümü döndüm. Aniden odanın içini ışık doldurdu ve bir anda görüşümden mahrum kaldım.
Yavaş yavaş ışığa alıştım. Ama orada, görüş alanımı kaplayan eşit aralıklarla yerleştirilmiş demir çubuklar gibi bir şey gördüm.
Demir çubukların öteki tarafında üzgün bir ifade ile Barro-san vardı. Onun yanında Marao ile aynı altın kedi kulaklarına sahip kaslı bir canavaradam duruyordu.
Çevreye bir kez daha baktım ve demir çubukların diğer tarafında sadece ben ve Grave-san’ın olduğunu fark ettim. Diğer bir deyişle tuzağa düşmüştük.
Bizi tuzağa çeken Barro-san’a bir bakış attığımda, acı dolu bir yüzle sadece bir kelime söyledi.
‘’Üzgünüm…’’ (Barro)