Super God Gene - 0335
Çevirmen: Kylerxy Düzenleyen: ggurcan
KAPLUMBAĞAYI TAKİP ETME
Yer altı nehrinde bir timsah benzeri bir kafa ortaya çıktı. Sonuna kadar açılmış ağzı ile bir insanı bırak bir ineği bile kolayca yutabilecek bir canavar gibi görünüyordu.
Ağzında bir kıyma makinesi gibi gözüken binlerce diş vardı. Çelikten yapılmış bir beden bile anında parçalanacaktı.
Han Sen bu yaratığın ne olduğundan emin değildi bu yüzden kafa kafaya savaşmaya cesaret edemedi. Eğer bir süper yaratık ise Han Sen muhtemelen kendini öldürtecekti.
Bir şey söylemeden Han Sen kanatlarını çırptı ve vücudunu yana kaydırdı. Yaratığın ağzının ucuna bastırarak Han Sen kıyıya geri döndü.
Yaratık kükredi ve Han Sen’i takip etti. Tüm bedeni yeraltı nehrinden çıktığından herkes nefesini tuttu.
Yaratığın kafası bir timsah gibi gözükürken bedeni ayakları olmayan bir kırkayak gibiydi. Bütün bedeni sallandığında yaratık inanılmaz derecede hızıydı.
Han Sen arkasına bir ok attı. Yaratık aniden ağzını kapattı ve ok dişleriyle ezdi. Han Sen korkudan titredi ney seki bir canavar ruhu oku kullanmadım aksi halde benim tek mutant canavar ruhu okum yok edilecekti.
‘’Koş!’’ Han Sen kasırga kurdunu çağırdı, binek hayvanını sürerken yaratığa atış yaptı.
Han Sen kutsal kanlı bir yaratık mı süper bir yaratık mı oluğunu bilmemesine rağmen, üç bıçaklı zıpkın ile bile 100 metre uzunluğundaki bir yaratığı yaralaması pek olası değildi.
Ek olarak bu kadar devasa bir bedenle bu yaratık güçlü olması gerekiyordu. Eğer Han Sen kuyruğu tarafından vurulmuş olsaydı muhtemelen ciddi bir şekilde yaralanmış olacaktı. Dar bir alanda böyle bir yaratık ile savaşmak akıllıca olmazdı.
Üçlü Sun Minghua’yı korudu ve kaçtı. Ancak canavar o kadar hızlıydı ki binek hayvanlarının hiçbiri ondan daha hızlı koşamıyordu. Canavar bir saniyede ayaklarının dibindeydi.
‘’Oraya yürü, yaratığın giremeyeceği kadar dar!’’ Han Sen bir deliği işaret etti ve söyledi.
Yaratığın 2,3 metreden daha fazla bir kayaya çarptığını gören Jin Rijie ve Jin Qiuli hızlıca binek hayvanlarını geri aldılar ve Sun Minghua ile birlikte deliğe girdiler.(sun minghua’da hayatının macerasını yaşadı ha)
Deliğe girdikleri an yaratık hemen kendisini onlara attı. Ancak başı girişten çok daha büyüktü.
Yaratık sanki acıyı hissetmiyor gibiydi, art arda kafasını girişe vurdu, girişi daha ve daha büyük hale getiriyordu.
‘’Hızlı!’’ başka bir şansları olmadığından grubun deliğin derinliklerine gitmesi için Jin Rijie bağırdı.
Delik bir tünele çıkmıştı.1,6 km yürüdükten sonra, bir çıkış gördüler ve tekrar büyük bir mağaradaydılar.
Hem sağa hem de sola doğru yol vardı. Jin Rijie iki yola da baktı ama hangi yolun çıkışa gideceğini söyleyemedi. Daha sonra Sun Minghua’ya sordu ‘’Profesör, hangi yöne gitmemiz gerektiğini biliyor musunuz?’’
Sun Minghua yan tarafa yürüdü ve mağaranın duvarlarında yetişen yosun benzeri bazı bitkileri topladı. Gözlemledi ve söyledi ‘’Muhtemelen sol tarafa gitmeliyiz, en çok hava sol taraftan geliyor gibi gözüküyor’’(ED: iç mekânlarda yosunlar nem ve havalandırma ile büyüyormuş merak edip araştırdım )
‘’O zaman sola gidelim’’ Jin Rijie bu konuda Sun Minghua’ya güvendi. Daha önceleri Sun Minhgua’yı korurken profesör bunları onlara anlatmıştı ama Jin hiçbir şey anlamamıştı.
Arkalarındaki gürültüyü duyabiliyorlardı. Açıkça yaratık vaz geçmemişti ve hala girişe vuruyordu. Geldikleri yoldan geri dönmelerinin imkânı yoktu.
Han Sen diğerlerini takip etti. Endişeli değildi. Eğer süper bir yaratık olsa bile, onu yenemese bile her zaman ondan kaçmayı başarabilirdi. Birinci Gods Sanctuary’deki çok az yaratık onun hayatını tehdit edebilirdi.
Profesör yosunları gözlemleyerek hangi yoldan gideceklerini onlara söyleyemeye devam etti. Yarım gün mağarada yürüdükten sonra, tamamen kaybolmuşlardı.
Yine büyük bir açıklığa ulaştıklarında Han Sen yeraltı nehrinin bir şelale haline geldiğini ve mağara duvarlarında bir havuza aktığını gördü.
Havuzun kenarında bir araba kadar büyük bir kaplumbağa su içiyordu.
‘’Bu kaplumbağa. Burada ne yapıyor?’’ Sun Minghua heyecanla nefesini tuttu.
‘’Sesini alçalt’’ Jin Rijie şaşıp kaldı ve hızlıca Sun Minghua’yı durdurdu.
Neyse ki şelale gürültü yapıyordu ve kaplumbağa çok yakında değildi bu yüzden Sun Minghua’nın sesini duymamıştı.
Grup insan tartışmaya başlamadan önce birkaç adım geri attı.
‘’Profesör, çıkmak için başka bir yol olduğunu düşünüyor musunuz?’’ Jin Rijie sordu.
Düşündü ve söyledi ‘’Yosunların nasıl büyüdüklerine göre, hava bu devasa mağaradan geliyor olmalı’’
Jin Rijie acı bir şekilde gülümsedi ve Han Sen’e sordu ‘’Sen Ne düşünüyorsun?’’
Han Sen tereddüt etti ve söyledi ‘’Kaplumbağanın buraya yemeye gelmiş olması büyük ihtimal. Yedikten sonra, dışarı çıkmalı. Eğer onu yakında takip edersek, buradan çıkmayı başarabiliriz’’
‘’Doğru! Neden bunu düşünemedim?’’ Sun Minghua mutlulukla söyledi. ’Bu şekilde kaplumbağayı gözlemleyebilirim ve aynı zamanda bir çıkış yolu bulabiliriz. Harika fikir, Han Sen!’’
Jin Rijie ve Jin Qiuli’nin daha iyi fikirleri yoktu. Dörtlü kaplumbağayı takip etmeye karar verdi.
Kaplumbağaya yaklaşmaya cesaret edememişlerdi ama uzaktan onu gözlemliyorlardı. Mağara karanlık olmasına rağmen kaplumbağanın kabuğundaki kırmızı desenler lav gibi karanlıkta parlıyordu. Grubun kaplumbağayı görmek için başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktu.
Kaplumbağa içmeyi bitirdikten sonra, yan tarafındaki mağaraya yavaşça yürüdü.
Dörtlü bir bakışlarını değiştirdi ve uzaktan kaplumbağayı takip ettiler. Kaplumbağanın üzerindeki parlayan desenlerle ile onu görüş açılarından asla kaçırmayacaklardı.