Super God Gene - 0461
Çevirmen: Kylerxy Düzenleyen: ggurcan
Sadakatini Sunan Ruh
Zheng Guoxiong karışık ifadeler ile Han Sen’in mutant yaratıkların arasına gitmesini izliyordu. Yirmi yıl önce o da Han Sen kadar cesurdu.
Bir kutsal kanlı yaratığı avlamanın hala zor olduğu o günlerde ve yaşta yetenek, çaba ve ailesinden gelen ayrıcalıkları kutsal geno puanını maksimize etmek için kullanmıştı ve Birinci Gods Sanctuary’den evrimleşerek bir kutsal kanlı evrimleşici olmuştu.
Ancak İkinci Gods Sanctuary’e girdikten sonra tüm hayallerini gerçekleştirmeye çabalarken kendisini böyle korkunç bir yerde bulmuştu.
Güçlü takım arkadaşları ya da kullanılabilir canavar ruhları yoktu. İlke bir yaratığı öldürmek için bile hayatlarını tehlikeye atmak zorundaydılar. Aynı zamanda ruh shelter’inden ve büyük yaratık gruplarından kaçınmak zorundaydılar.
Başlangıçta Zheng Guoxiong hala umutla savaşıyordu. Çok geçmeden ilkel geno puanlarını bırak bu yerde sıradan geno puanlarını bile maksimize etmenin imkansız olduğunu keşfetmişti.
Bunun anlamı Zheng Guoxiong’un sıradan bir yaratığı öldürebilecek kadar güçlü olmaması anlamına gelmiyordu. Bunu yapabilirdi ama sadece birkaç sıradan yaratık tipi vardı. Birçok tipi yediğinden bu tipler artık ona sıradan geno puanı kazandırmıyordu. Diğer sıradan yaratıkları aramak istiyorsa, ruh shelterinin ötesine gitmesi gerekiyordu ve bu da başaramayacağı bir şeydi.
Zheng Guoxiong’u çaresiz hissettiren ilkel yaratıklarda da aynı durum söz konusuydu. Sıradan ve ilkel geno puanlarını arttırabilmesinin hiçbir yolu yoktu. Ve bir mutant yaratık da öldüremezdi. Zheng Guoxiong tamamen umudunu kaybetmişti.
Umudunu kaybettiğinde yirmi yıl boyunca hiçbir şey yapmamıştı. Han Sen ortaya çıktığında Zheng Guoxiong kendisini yirmi yıl önceki gibi hissetmişti bu yüzden emin, gururlu ve kibirliydi.
Bilinçaltında Zheng Guoxiong kendisine yaptığı gibi Han Sen’e hayır demeye çalışıyordu. Ancak Han Sen birbiri ardına mucizeler yarattıktan sonra Zheng Guoxiong aniden Han Sen’in başarmasını gönülden dilediğini fark etmişti çünkü Han Sen’i kendi gençliği olarak görüyordu. Gerçekten kaybetmek ya da kaybeden olmaya devam etmek istemiyordu. Birilerinin başarılı olduğunu görmek istiyordu.
Bu yüzden Zheng Guoxiong Tanrıça Çetesine katılmıştı. Birçok insan ona ayrılmasını söylediğinde, ruh shelterine yine de Han Sen’i takip etmişti. Sadece Han Sen’e bir şans vermek istiyordu. Belki de kendisine bir şans vermek istiyordu. Belki de orada bir yerlerde bu dünyada bir mucize vardı. Ve belki de yeniden başlayabilirdi.
Kırk yaşındaydı. Belki artık genç değildi ama yaşlı da değildi. Zheng Guoxiong tekrar ayağa kalkmak, elinden gelen her şeyi yapma dürtüsünü hissetmek ve kendi hayallerinin peşinden koşmak istiyordu.
‘’Ben henüz yaşlı değilim’’ Zheng Guoxiong kendi kendisine söyledi.
Han Sen’in kendisini mutant yaratıklara atmasını izleyen Zheng Guoxiong hala korkusuz olduğu sıcak kanlı zamanlarına geri döndüğünü hissetti.
O anda Zheng Guoxiong kanının hala soğumadığını derinden hissetti. Kalbi hala sıcaktı. Hala bir erkek gibi tüm dağların zirvesine gitmek istiyordu.
‘’Öldür!’’ Zheng Guoxiong kükredi ve gelen buz zırhlı canavara broadswordunu salladı, hemen orada bir canavarı öldürdü.
Zheng Guoxiong’un kükremesi ile Han Sen de mutant yaratıklara daldı.
Bir kırmızı ve altın kuş salon içerisinde güzel kanatlarını yaydı ve herkesin canavar ruhlarına hoş bir aura yaydı.
İnsanlar yaratıklar ile başa çıkmayı daha da kolaylaştıran canavar ruhlarının yeteneklerinin önemli ölçüde arttığını fark etti.
‘’Canavar ruhu aura! Bir kutsal kanlı canavar ruhu aura mı?’’ Zhu Ting şaşırarak mutant yaratıkların ortasındaki Han Sen’e baktı.
Ne yazık ki Han Sen’in ona yanıt vermek için zamanı yoktu. Mutant yaratıklar ve aristokrat ruhuna keskin bir bakış attı. Salonun içerisindeki her bir nesne ve yaşayan yaratık zihnine kazınmıştı.
Beyin gücünü kullanarak Han Sen hızlıca her bir ihtimali hesapladı. Peri kraliçesi şekline bürünerek görüş açısı daha da keskinleşti ve düşünmek için yeterli zamanı veren düşmanları daha da yavaş göründü.
Han Sen bir adım attı ve tüm bedeni bir yeşime dönüştü. Birisi bedenini zırhının altından görebilseydi, onun ne kadar görkemli ve kararlı olduğunu taktir ederlerdi.
Çatlama!
Han Sen bir kar kurdu tarafından süpürüldüğünde kar kurdu omzundan bir ayak boyu kadar kesildi. Kan tükürdü, ama yeşim benzeri avuç kan ile boyanmamıştı bile. Han Sen’in performansı sadece başlangıçtı.
Bir düzine mutant yaratığın ve aristokrat ruhunun saldırısı altında Han Sen acele etmiyordu. O kadar sakin görünüyordu ki onu hiçbir şey etkilemeyecekmiş gibiydi.
Ancak Han Sen’in hareketleri yakından gözlemlendiğinden her bir hareketi güçlü bir amaca hizmet ediyordu. Yaptığı hiçbir fazlalık hareket yoktu. Tüm bedeni sahip olduğu tüm gücü kullanan yüksek verimli bir makine gibiydi.
Aristokrat ruhu Han Sen’i öldürmeye çalışarak mızrağını savurdu. Bir düzine mutant yaratıkta onu çembere almaya çalışıyordu ama Han Sen görünüşte imkansız bir yolla incelerek hayatta kalma şansını yakaladı, mutant yaratıkların savunmasını kırarak devasa tanrı heykeline doğru koştu.
O anda Qing Amca ve diğerleri afallamıştı. Han Sen’in hala bir insan olduğuna zar zor inanabiliyorlardı. Bir düzine mutant yaratık onun adımlarını hiçte durduramamıştı.
Aristokrat ruhu hem şaşırmış hem de sinirliydi. Beklenmedik bir şekilde Han Sen’i bile yakalayamamıştı ve birbiri ardına mutant yaratıkları dövmesini izlemek zorunda kalmıştı.
Birkaç saniye sonra Han Sen mutant yaratıkların savunmasını aşarak heykelin omzuna zıplamıştı.
Aristokrat ruhu Han Sen’i yakalayamamıştı bile, boş gözlerle ona bakıyordu. Han Sen heykelin omzunda durdu ve Tanrı’nın kaşlarından ruh taşını aldı.
Her şey o kadar hızlı gerçekleşmişti ki aristokrat ruhu ve çete üyelerinin tepki verecek zamanı olmamıştı.
Han Sen ellerine ruh taşını aldığı zaman aniden avucunda garip bir güç hissetti, ruh taşı parıldıyordu.
‘’Buz aristokratı, Kar Büyücüsü, size mutlak sadakatini sunuyor ve sizin hizmetkarınız olmayı umut ediyor’’ zarif kadın ruhu aniden başını eğdi ve Han Sen’in önünde diz çöktü.
Han Sen ruhun başının üzerine ruh taşını yerleştirdi. Taş aniden daha da parlak bir hale geldi, ışığı neredeyse herkesi kör etmişti. Işık kaybolduğunda taş ve Kar Büyücüsü ortadan kaybolmuştu.
‘’Ruh sadakat yemini etti!’’ grubun geri kalanı şaşkınlıkla olanları izliyordu. Uzun bir süre sonra ne olduğunu fark ettiler ve inanamıyor görünüyorlardı. Tanrı bilir bir ruha sadakat yemini ettirmek ne kadar zordu. Bu şiddetle elde edilebilecek bir şey değildi. Bu temelde tamamen şansa bağlıydı.