Super God Gene - 0466
Çevirmen: Kylerxy Düzenleyen: ggurcan
Parazit Kristal
‘’Li!’’ Li Lu’nu savaş aracının aşağı indirildiğini gören iki asker lazer silahlarını kullanarak sinirle kırmızı kristal savaş araçlarına ateş etti.
‘’İçeri gelin. Hızlı’’ Ji Yanran iki askere bağırdı ama çok geçti.
İki asker birkaç tane kırmızı kristal savaş aracını indirmesine rağmen daha fazla simülasyon kristalleri tarafından ele geçirilmişlerdi.
‘’Devam!’’ Han sen bağırdı ve Ji Yanran’ı itmek için savaş aracının kolunu kullandı.
Bu insanlar henüz onun arkadaşı sayılmasa da Han Sen bu yoldaşlarının ölmesini görmekten üzgündü. Ancak şuanda üzülecek zaman yoktu. Ji Yanran’ın da bu askerler gibi ölmesini izleyemezdi.
Ji Yanran kendine geldi, dişlerini sıktı ve kalıntının içerisine savaş aracını sürdü. Mümkün olduğunca çabuk simülasyon kristallerinden kurtulmaları gerekiyordu. Aksi halde Han Sen ve o da ölecekti.
Siyah kristal kapının arkasında bir kristal yol vardı. Ji Yanran Han Sen’e öncülük ediyordu ama çok hızlı gitmeye cesaret edememişti. Çok geçmeden kırmızı kristal savaş araçları onları yakalamaya başladı.
‘’Çok endişelenme. Sadece koş’’ Han Sen Ji Yanran’ın kalıntının içerisindeki tuzaklar hakkında endişelendiğini biliyordu ama eğer hızlı ilerlemezlerse çok geçmeden hayatlarını kaybedeceklerdi.
Uzman grubu çoktan kalıntıya girmiş olmalıydı. Eğer herhangi bir tuzak varsa çoktan onlar tetiklemiş olmalıydı. Han Sen’in bağırması ile Ji Yanran aniden bunu anladı ve ileri doğru son hızda savaş aracını sürdü. Birkaç kilometre koştuktan sonra shelter benzeri büyük bir yapının içine girdiler. Birçok birbirine bağlanmıştı.
‘’Nereye gideceğiz?’’ Ji Yanran bir bakış attı ama her yol birbiri ile aynı görünüyordu. Nereye gitmeleri gerektiği konusunda hiçbir fikri yoktu.
Ek olarak yollar o kadar dardı ki savaş araçları geçemezdi.
‘’Beni takip et’’ Han Sen dişlerini sıktı, savaş aracından çıktı ve evrak çantasına dönüştürdü. Elinde savaş aracı ile önde koştu.
Ji Yanran Han Sen’in hareketlerini taklit ederek onu takip etti.
Han Sen yola girdiği gibi hızlıca dişli kar kurdunu çağırdı. Bir kar kurdu aniden Han Sen’in önünde ortaya çıktı. Bir canavar ruhu binek hayvanıydı ama Han Sen onu sürmek istemiyordu sadece ileri gitmesini emretti.
Han Sen dişli kar kurdunu izci olarak kullanmak istiyordu. Kristalizatör kalıntıları hakkında çok az bilgisi vardı. Ancak Ji Yanran’in hiçbir fikri olmadığından beri hangi kararın doğru olup olmadığını bilmese bile bir karara varması gerekiyordu. Tereddüt sadece onları büyük bir kriz getirecekti.
Dişli kar kurdu ileri koşarken Han Sen ve Ji Yanran ellerinde savaş araçları ile onu takip etti. Ancak yollara o kadar karmaşıktı ki hiçbir tehlike olmamasına rağmen yönlerini kaybetmişlerdi.
‘’Şuanda sessizleşti gibi görünüyor. Duralım’’ köprü gibi bir yere ulaştıklarında Han Sen aşağı baktı ve durdu, garip kristal heykellerine bakıyordu.
Ji Yanran dikkatlice dinledi ve gerçekten de hiçbir ses duymadı. Rahatlamış hissetti ve her biri 18 metre civarındaki kristal heykellere baktı.
Heykeller farklı renklerdeki kristallerden yapılmıştı. Şekilleri oldukça garip görünüyordu. İnsan ya da hayvanlara da benzemiyorlardı.
‘’Bunlar Kristalizatörlerin ibadet ettiği Tanrılar. Kristalizatör kalıntıların çoğunda bunun gibi heykeller var’’ Ji Yanran etrafa bakarken açıkladı.
Han Sen dinlemiyor gibi görünüyordu bunun yerine bir heykele gözlerini dikti.
‘’Dışarı çık aksi halde kibar olmayacağım’’ Han Sen elindeki savaş aracı çantasını sıktı ve soğukça heykele bağırdı.
Ji Yanran heykele baktı, şaşırmıştı. Hiçbir şey görmüyordu ama çok geçmeden heykelin akasından birisi yürüdü.
‘’Tang Xin? Nasıl buradasın? Diğerleri nasıl?’’ Ji Yanran kim olduğunu gördü ve kaşlarını çatarak sordu.
‘’Bilmiyorum. Dağıldık. Neden siz de buraya geldiniz?’’ Tang Xin söylerken ikisine doğru yürüdü.
‘’Dur. Aksi halde ateş edeceğim’’ Han Sen hızlıca mini lazer silahını belinden çıkardı, Tang Xin’e doğrulttu ve soğukça söyledi.
‘’Neden durmalıymışım?’’ Tang Xin Han Sen’e hiç aldırış etmedi ve onlara yaklaşmaya devam etti.
Boom!
Tereddüt etmeden Han Sen Tang Xin’i kafasından vurdu, kafasının yarısını almıştı.
‘’Han Sen ne yaptın?’’ Ji Yanran şaşırmıştı, Han Sen’in ne yaptığından emin değildi.
Ancak Ji Yanran Han Sen’in bir nedeni olması gerektiğini biliyordu. Tang Xin Han Sen’i daha önce kırmış olmasına rağmen Ji Yanra böyle küçük bir kin yüzünden cinayet işleyecek birisi olmadığını biliyordu.
Han Sen açıklama yapmadan yanlış olan şeyi gördü. Tang Xin hemen düşmedi bunun yerine arkasını döndü.
Tang Xin’in sırtında bir ördek yumurtası boyutunda pembe bir kristal kaslarına yerleşmişti. Kırmızı kristal saç, kristalden büyüyordu, damarlar gibi tüm sırtını kaplıyordu, yeni bir kalp gibi kırmızı ışık saçıyordu. Hep garip hem de iğrenç gibi görünüyordu.
‘’Parazit kristal!’’ Ji Yanran şaşırdı, hızlıca silahını çekti ve Han Sen’ gibi kristali hedef aldı, atışa hazırdı.
Ji Yanran Tang Xin’e ateş etmeden önce kristalden ince bir saç teli büyüdü ve bir mumya gibi tüm Tang Xin’i sardı.
Boom boom boom!
Ji Yanran ve Han Sen mumya benzeri Tang Xin’e tekrar tekrar ateş etti ama her şey boşunaydı. Lazer silahları hızlıca tekrardan büyüyen sadece kristal saçın bir parçasını kırabilmişti.
‘’Lazer silahlar işe yaramaz. Canavar ruhlarını kullan’’ aniden bir ses duydular. Han Sen ve Ji Yanran arkalarına döndü ve Profesör Li Mingtang ve birkaç genç araştırmacının yakındaki bir yoldan geldiklerini gördüler. Söyleyen Li Mingtang’dı.
Han Sen canavar ruhlarını çağırmadan önce Li Mingtang’ın arkasından birsi geldi. Bir canavar ruhu kılıcı tutuyordu ve Tang Xin ve kristali tekrar tekrar kesi, kristal parçalara ayrıldı.
‘’Bir yemekhane askeri buraya ait değil’’ Wang Hou canavar ruhu kılıcı geri aldı, Han Sen’e soğukça bakarken söyledi.
‘’Bir yemekhane askeri de bir asker’’ Han Sen sakince söyledi.
‘’Eğer hayatını bir kenara atmak istiyorsan istediğin gibi yap’’ Wang Hou küçümseyerek söyledi ve Han Sen’i görmezden geldi. Ji Yanran’ın yanına yürüdü ve söyledi ‘’Kaptan neden buradasınız? Burada olmamalısınız’’