Tensei Shitara Slime Datta Ken - Bölüm 067
067–Ormandaki Saldırı
Önceki Bölüm | | Sonraki Bölüm
Çevirmen: Bakakuun
.
.
.
Bariyerin yok olduğundan tamamen emin olduktan sonra saklanmayı bıraktım.
Tam o anda,
[İyi misiniz Efendim!]
Ranga endişe içerisinde gölgelerin arasından belirdi.
“Sıkıntı yok” dedim ve vücudumun durumunu gözden geçirdim.
Görünüşe bakılırsa iyiyim ve yeteneğim (Açgözlü) normale dönmüş durumda.
Cidden ne kadar da pis bir durumdaydım.
Ne kadar da kötü birisi şu Hinata! Daha ne söylediğimi dinlemeden savaşmaya başladı… Yani bende karşılık verdim de.
Ama beklentilerime zıt bir şekilde yenildim…
Yok, yok yenilmedim – stratejik olarak uygulanmış bir geri çekilmenin de bir zafer olduğunu söylerler.
“Akıllı insan kendisini bile bile sıkıntı içerisine sokmaz” diye bir laf vardır.
Düşündüğüm gibi… Bütün benliğimi kaçmaya odaklamak akıllı bir karardı.
Sadece kaçmaya çalıştığımdan, galibiyet şimdi avucumda!… Biraz söylemesi zor bir şey ama olsun.
Buna en iyisi beraberlik diyelim.
Gerçekten neredeyse ölecektim. Hayatta kalmamı daha önceden hazırladığım planıma borçluyum.
Tamamen dezavantajlı bir durumda olduğumu hissettiğimden bir klon yaratarak kaçışımı planladım.
Bir anda bütün büyü gücümü kullanmış olsaydım Hinata bunu fark ederdi, bu yüzden Slime bedenimden bir parçayı ayırarak uzaklara yolladım.
Kaçışımı Enerji Tasarrufu durumuna borçluyum ama yine de fazla zahmetliydi bu çaba.
Eğer bedenimi bu şekilde bölerek kullanabileceğimi bilmiş olsaydı bu benim sonum olurdu…
Ama bütün yeteneklerimi bilmediğinden bu kadarını planlayamazdı bu yüzden kurtulabilmeyi başardım.
Korku içerisinde savaş alanından ayrıldım ve bariyerin sınırına kadar ilerledim ve bu yüzden zaman kaybettim.
Benliğimin farkına varsa öleceğimden bütün gücümü kendimi saklamaya yönlendirdim.
Sonuç olarak kolay olmasa da kaçışımda başarılıydım.
Ancak… Hinata fazla güçlü!
O kadar güçle savaşmak için bir bariyere ihtiyacı yok… Ama yine de garantilemek için yapmayacağı şeyi yapıyor. Cidden biraz ihmalkâr olabilirsin!
Bu kez ona dokunamadım bile. Kendini bir zırh ile kuşatmaya-korumaya bile neden görmemiş…
Bütün Çağırılanlar ve Dünya Gezginler bu kadar güçlü mü?
Görünüşe göre daha geliştireceğim (diğerlerinden elde edeceğim) çok yetenek var.
Bu arada bu savaşın kazancı Hinata’ nın Rapier’ i – kullandığı yeteneği ve büyüsü üzerindeki analiz.
[Açgözlü] aktif olduğunda bile [Ulu Ermiş] analiz için aramızdaki bağı açık tuttu.
Aynı zamanda gelecekteki kapışmalar için savaşı kaydetmesini de emrettim.
Dürüst olmama gerekirse başından beri onu yenebileceğimi düşünmemiştim.
Dahası, “İmha” o kadar güçlü bir büyü ki omuriliğime kadar korkudan titredim, kendini bunun gibi bir yeteneğe karşı koruman mümkün değil.
Birden fazla katmanlar ile oluşturulmuş bir bariyer bile buna dayanamaz, cidden.
Bunu görebildiğim için çok şanslıyım. Yani bunun gibi bir büyü ile karşı karşıya kaldığımda yapılabilecek tek şeyin ya kaçmak ya da büyü hazırlanırken bir şekilde engellemeye çalışmak olduğunu öğrendim.
Özümseyip analiz etsem çok iyi olurdu ama bunun yapabilecek bir olanağım yoktu.
Hayat o kadar da kolay değil.
Onu “gördüğüm” anda aramızdaki bağ koptu ve klondan aldığım tepki bile başımı döndürdü.
Gördüğüm kadarıyla kaçış mümkün değil. Büyük olasılıkla hedef bir büyü ile işaretleniyor; yani bariyeri ortadan kaldırmadıkça kurtulmana imkân yok.
Acaba Milim buna dayanabilir miydi? Bir daha görüştüğümüzde bunu ona soralım.
İşte bu sefer bu bilgilere sahip oldum, bu savaşın benim galibiyetim olduğunu bile söyleyebiliriz ama yine de beraberlik diyelim.
Yok! Yenilgimi hazmedemiyor falan değilim!
Bu şaka yapacak bir zaman değil.
Tempest için endişeleniyorum.
Tempest’ e ışınlanmayı denedim.
Bu arada varış noktasını hissedebilmeme rağmen (yolun sonundaki Tempest’ ten) bir tepkime hissetmiyorum.
Bu hiç iyi değil, öyle değil mi… Bunun nedeni Hinata’ nın da bahsettiği bariyer yüzünden mi ki?
Olabildiğinde hızlı bir şekilde geri dönmeliyim.
[Yolumuz uzun!]
Dedim Ranga’ ya.
Ve göğsümde bir ağırlıkla Mühürlü Mağara’ ya ışınlandım.
Bariyerin az dışında, mağaranın önünde Gabil ve askerleri toplanmıştı.
Beni gördüğünde,
[Ah! Rimuru-sama, zor durumdayız!]
Dedi.
Görünüşe göre korkularım gerçekleşiyor. Ancak Hinata ile savaşırken harcadığım zamana hayıflanabilirim.
Burada muhabbet edecek zamanım yoktu ve kararımı verdikten sonra Gabil’ in grubu ile telepatik bir bağ oluşturdum.
Ve konuşurken Tempest’ e doğru acele içirişinde ilerledik.
Bu sefer zorla zekâ kabiliyetlerini hızlandırdım, anında bilgilerini rapor etmelerini sağladım. Sonuç olarak maalesef Gabil’ i görevlendirsem de bunun gibi bir kararı kafaya takacak bir zaman değildi.
Bunun sayesinde ne olup bittiği hakkında fikir sahibi oldum.
İşte olanlar şunlardı,
Bir saat önce bir rapor gelmişti.
Büyü Vericisi ile konuştuklarından haberleri alabilmişlerdi.
Bir grup işgalci gelmişti diyordu rapor.
Souei Gölge Adım’ ını kullanarak neyin nesiymiş öğrenmeyi planlamış ancak kullanamamış.
Dahası telepati çalışmaz hale gelmiş.
Yani, az bir şey panikleseler de Büyü Vericilerinin varlığı akıllarına gelmiş; şansımız yaver gitmiş ki fazlalık olarak üretilmiş bu vericilerin varlığı mağara ve şehir arasındaki iletişimi sağlamayı başarmış.
Gabil’ in duyduğu kadarıyla maceracılar da panik içerisindelermiş.
Ve tahminen 15 dakika önce ses kesilmiş.
Diye söyledi Gabil.
Gabil’ in grubu Rigurdo tarafından Mağarayı korumaları için emir almış.
Ama şehir hakkında endişe duyduklarından bir izci gönderip göndermemeyi tartışıyorlarmış.
Göndermek ve ya göndermemek – önceliklerini belirleyemediklerinden fikir ayrılığına düşmüşler.
(Pekâlâ, anladım. Siz mağaraya geri çekilin ve mağarayı koruyun. Lütfen işgalcileri öldürmeden yakalamaya gayret edin.)
(Anlaşıldı! Bu arada Bester-dono Cüce Krallığına gidip gidemeyeceğini soruyor?)
(Ah onu biraz bekletin. Durum netleşince gitmesinde bir sıkıntı olmaz ama şimdi iyi bir zaman değil.)
(Anlaşıldı! Lütfen kendinize dikkat edin!)
Telepatik bağ koptu.
15 dakika, ha…
Hinata araya girmemiş olsaydı şimdiye çoktan oradaydım.
Kendimi en kötüsüne hazırlayarak şehre Gölge Adım’ ı kullanarak yaklaştım; eğer içine Gölge Adım ile atlarsam gölgeden ayrılamayabilirim bu yüzden uçabileceğim bir yakınlığa atladım.
〈Uçuş Büyüsü〉’ nü kullanabileceğim en hızlı şekilde kullanarak şehre doğru yol aldım.
Şehrin etrafına yayılmış bariyer biraz karşılık koydu ama sol elimi bedenimin önünde tutarak bariyerin bir kısmını özümsedim ve içeri girdim.
Başarılı bir şekilde içeri girdikten sonra bariyerin kendi kendisini onardığını hissettim.
İçerisinde büyü yoğunluğu baya azalmıştı ama büyü enerjisi yine de akışına devam ediyordu.
Bu bariyer bana karşı kullanılan Kutsal Bariyer’ e göre daha güçsüz.
İçim rahatladı…
Şehrin sınırlarına girince hemen merkeze yöneldim.
Bir kalabalık şehirde toplanmıştı; yüzleri üzüntülüydü.
Görünüşe göre bir şey olmuş, kalbim endişe içerisinde daha hızlı atamaya başladı.
Geldiğimi fark ettiklerinde kalabalık bir yol açtı ve önümde eğildi, birkaç kişi önümde belirdi – Rigurdo ve Kaijin.
[Rimuru-sama bize geri döndüğünüz için fazlasıyla mutluyuz. Kesinlikle fikrinizi almamız gereken bir durumdayız bu yüzden lütfen böyle gelin…]
Benim… İleri devam etmemi mi engelliyorlar?
Görünüşe göre ileride bir şeyler olmuş, bunun hakkında kötü hislerim var.
[Rigurdo, Kaijin, çekilin önümden. Ne oldu?]
[H-Hiçbir şey. Kafanızı yormanıza gerek olmayan küçük sıkıntılar, bu yüzden…]
[Saklamaya çalışma. Çekil önümden.]
Emrimle birlikte önümden ürkerek çekildiler.
Kendisini gözlerimin önünde belli eden o sahne.
Sayısız canavar yerde yatıyordu.
Erkek, kadın ve hatta çocuklar…
Sanki uyuyorlar gibiydiler.
Hepsi ölmüştü.
Neden…
Bacaklarımı hissedemiyorum.
Bu nedir, ne ol…? Yok, düzgün düşünemiyorum.
Sayıları yüze ulaşan arkadaşlarım önümde yatıyorlar.
Ah… Hepsi… Ölü? Yalan, öyle değil mi?!
Aklım bir şeye odaklanamıyor. İhtiyacım olmamasına rağmen derin bir nefes almak istiyorum.
Bir kalbimin olmamasına rağmen göğsümün içinde haykırarak atıyor.
[Bu da ne, ne oldu?]
Kelimeler dudaklarımın arasından kaçtı.
Uzaklardan duyulabilecek soğuk bir ses yankılandı.
Kalbimin soğuduğunu hissettim.
Rigurdo titrerken açıkladı,
[Bir süre önce kendilerini Batı Azizleri Kilisesi ismi altında adlandıran bir grup saldırıda bulundu.
Anlık bir uyuşukluk hissi yüzünden diğer gruplarla birden bire teması kaybettik…
Buna ek olarak kendilerini maceracılar olarak gizlemiş bir grup tarafından saldırıya uğradık.]
Batı Azizleri Kilisesi… Hinata’ nın bahsettiği grup beklediğimden önce varmış.
Söz sırası yaşlı (kıdemli) Hobgoblin de idi
[Emrettiğiniz gibi insanlara zarar vermeden onur içerisinde karşıladık…]
[A-Ahmak! Bunun Rimuru-sama’ nın suçu olduğunu mu söylüyorsun?]
Rigurdo cevap verdi, sinirden çıldırmışçasına.
[L-Lütfen beni affedin! Bunun gibi bir şey ima…]
Uzaklarda yankılanan bir af kalbime ulaşmadı.
Anladım, yani söylediklerim buna neden olmuştu.
Ben bir canavarım.
…daha önce insandım.
Sadece insanlarla iyi anlaşmak istedim.
…gerçek çok daha acı.
Peki o zaman ne yapıyor olmalıyım!!!
…kim bilir? Kendin düşün.
Kafamın içinde bir ses yankılandı, sorumluluğu yok sayan.
Ama buna izin vermeyeceğim. Bu trajedinin nedeni benim; sorumluluk sadece benim.
Kalbimin derinliklerinde dayanılmaz bir pişmanlık ve sinirin arttığını hissettim.
* * *
Yaşlılara (kıdemlilerle) bir konferans yapıldıktan sonra durumu değerlendirdik.
Bu dengesiz durumumda bile aklım durumu algılayabiliyordu.
Öncelikle, saldırganlar on kişiydi.
On dakikada bizden yüz kişiyi öldürebilmişlerdi.
Görünüşe göre bariyeri aktifleştiren grup dışarıda kalmıştı, yani kesin sayıları bilinmiyordu.
Bunları söylemişler,
[Batı Azizleri Kilisesi bu şehri canavarlara ev sahipliği yapmasından dolayı kınadı.
Bir hafta içerisinde Farmas Krallığı ile birlikte bu toprakları arındıracağız.
Yüce Kahraman Kral Endomarisu bizi yönlendiriyor!
Eğer teslim olmayı seçerseniz hayatınızı ve benliğinizi Tanrımız adına garanti edeceğiz.
Bu gereksiz karşı koyamaya son verin ve teslim olun!
Yoksa sizi sadece ölüm beliyor!
Ey akllı maceracılar! Adaletin kiminle olduğunu biliyor olmalısınız.
Umarız doğru kararı verirsiniz. Bu kadar!!!]
Demişler ve kaçmışlar.
Bunları haykırırken acımasızca ve merhametsizce kadın ve çocukları katletmişler…
Benimaru bir şey söylemek istiyor gibiydi ama kendisini tutuyordu… yüzü acı içerisindeydi.
Eğer emirlerim olmasaydı şehri korumakla yükümlü olanlar bunun gibi bir şeyin gerçekleşmesine asla izin vermezdi – asla bunun gibi bir şey gerçekleşmezdi.
Kelimelerim bu trajedinin nedeniydi.
[Şehirde olan maceracılar?]
[Yan odada bekliyorlar…]
İçeri girdik.
Sayıları elliye ulaşan grup içerideydi.
Şunları söylediler,
[Bu durum hakkında, lütfen…]
[Farmas Krallığı’ nın amaçlarının neler olduğunu çıkarabiliyoruz ama biz maceracılar burayı sevmeye başladık. Farmas Krallığı’ nın kullandığı yöntemleri kabullenemeyiz. Saldıracaklarını söylediler, mücadelenizde yardım etmemize izin verebilir misiniz?]
[Ancak, Kiliseyi düşman haline getirmek… Ne kadar da kötü bir durum oldu bu.]
Ve bunun gibi şeyler ağızlarından çıktı.
Acımıza karşı destek olma gayretlerini görebiliyorum.
Kelimelerine olan şükranlarımı ifade ettim.
[Duyarlılığınıza teşekkür ederim ama bu sorunun altından biz kalkacağız. Bilakis bu durumu en kısa zamanda dışarıya duyurmanızı isterim.]
[O zaman bir ulak yollamamız yeterli olmaz mı?]
[Yok, bu iyi olmaz…]
[Neden?]
Düşüncelerimi açıkladım.
Daha ziyade orada beklemekte olan insanların düşündüğünden şüphelendiğim şeyleri açıkladım.
Bizim kana susamış canavarlar olduğumuzu söyleyerek ulağı öldüreceklerdi ve bu suçu üzerimize atacaklardı.
Bunu ifade ettim.
[…Anladım. Mantıklı ama bu kadar ileri giderler mi?]
[Kilisenin varlığının amacı adalet değil mi?]
[Olamaz…]
Diye cevap verdiler.
Ama
[Yok, bir saniye. Hatırlardım!
O grup yaptıkları ile kötü ün salmış Kanlı Gölgeler değil miydi?
Çocukları bile tereddütsüz öldürmelerini hatırlıyor musunuz?]
[Ne? Ah o söylenti, ha…?]
[Hmm. Bu cidden onların yapacağı bir şey gibi gözüküyor…]
[Benimle dalga mı geçiyorsunuz? Cidden var olduklarını düşünmek….]
[Hemen sonra bir savaş bildirgesi açıklamış olmalarına rağmen?]
[Yani, Kanlı Gölgeden de beklenilen bu.]
[Düşmanlarının canavarlar olduklarını düşünürsek… Ah, öyle demek istemedim.]
Birden bire gürültü arttı.
Görünüşe göre Kiliseye hizmet eden gizli bir grup hakkında bir söylenti var.
Katlederken kahkahalar atan bir grup – dinci fanatikler.
Ama eğer durum bu ise zahmetli bir düşmana sahibiz.
Yani, biz canavarız diye ülkemizi tanımıyorlar ve bu savaşı bir zapt görevi olarak görüyorlar…
Bu nedenle bütün maceracılar şimdi buradan ayrılmalı.
Eğer geride kalırlar ve ölürlerse bizim yaptığımızı söyleyeceklerdir.
Bunu onlara söylediğimde isteksizce kabul ettiler.
Yani hemen hazırlanıp şehir dışına çıkmalarını sağladık.
Rigurdo bizim at arabalarımızı kullanmalarını teklif etti.
Bu şekilde bir sürü elveda ile Brumund Krallığı’ ndan gelmiş misafirlerimizi yolladık.
Burada olup bitenleri anlatacaklarını ve destek ile geri döneceklerini söylediler.
Ama bu gerçekten olası mı?
Tek bir ülke Kilise’ nin düşmanı bile sayılamaz.
Onlardan fazla bir şey beklemiyorum. Yardıma da ihtiyacımız yok zaten.
Bu bizim ülkemizin problemi; yapmam gereken tek şey suçluları katletmek – Şahsen.
Sonuçta eğer hiçbir şey yapmazsam kalbimi dolduran bu öfke ve acı dinmeyecek…
Gittiklerini doğruladıktan sonra, Rigurdo’ ya bir süredir aklımı oyalayan bir şeyi sordum.
[Bu arada Shion nerede?
Onu daha göremedim.]
Bu kelimeleri duyunca sadece Rigurdo değil Benimaru, Souei, Hakurou ve Shuna, hepsi hareket etmeyi durdurdu (donmuşçasına yerlerinde sabit bir şekilde hareketsizce duruyorlardı).
Nasıl bir tepki bu…
Olmaz… yok…?
[O salak intikam almak için tek başına bir yere gitmemiştir, değil mi?]
[H-Hayır… Bu konu hakkında…]
Hmm? Garip.
Gözlerini kaçırıyorlar.
[O zaman nerede?]
Kimse cevap vermedi.
Eğer dikkatli bakarsam Shuna gözyaşlarının akmasına izin vermiyordu, kendisini kasıyordu.
İçimde kötü bir his var.
(Her saniye) Aklımın karanlık köşelerinden korku ve endişe sürüne sürüne tırmanıyordu.
Ama yok, lütfen… bana bunun olmadığını söyleyin…
[Anladım. Kızmayacağım o yüzden nerede olduğunu söyleyin…]
Shuna’ ya sordum, cevap vermedi.
[Anlaşıldı… Bu taraftan, beni takip edin.]
Benimaru’ nun kelimelerine kafa sallayarak onu takip ettim şehir merkezine doğru.
Yerde yatanlar arasında bir kız vardı.
Beyaz bir örtü ile örtülmüştü, yerde yatan onca bedenin arasına karışmıştı.
Fark etmemem içindi bu – dikkat çekmemek içindi.
Haha, fark etmemiş olmam… Gülemiyorum.
Gözlerini aç…
Bu mümkün değil.
Lütfen gözlerini aç…
Bu gerçek değil.
Neden? Neden böyle bir şey…
Shion bir çocuğu korumuştu…
Büyü yoğunluğu azaldığından….
Gücü de azalmıştı…
Shion’ un her zaman bariyerlerle arası kötüydü…
Ve onu inciten kılıç Ogre Biçen Büyülü kılıcıymış…
Açıklamada bulunuldu ama duymak istemedim.
Kalbim dinlemeyi reddetti.
Shion, açsana gözlerini…
Ağlamak istiyorum ama ağlayamam.
Kalbim parçalara ayrılmış olasına rağmen bu beden ağlamayı gerekli görmüyor.
Anlıyorum… Sonuçta ben bir canavarım.
Nedense bunu algıladığıma mutlu oldum.
[Kusuruma bakma, beni biraz yalnız bırakabilir misin?]
Kelimelerimle birlikte hepsi yanımdan ayrıldı.
Bir süre Shuna ağlarken bana sarıldı… Ama sonra diğerleri gibi yanımdan ayrıldı.
Evet.
Yalnız kalmak istiyorum.
Kendimi anlamıyorum.
Aklımı kaybetmek üzere olamama rağmen kafam dehşete düşürecek kadar sakin.
Aşırı üzüntü, pişmanlık, öfke…
İçimde karışan bu hisler bir yerden dışarı çıkmak istiyor.
Neden böyle bir şey ol…
≪Çözüm. Hesaplanması imkânsız. Algılanması imkânsız. Cevap vermek mümkün değil.≫
Ne yapsam iyi olurdu?
≪Çözüm. Hesaplanması imkânsız. Algılamak imkânsız. Cevap vermek mümkün değil.≫
İnsan şehrine gitmek hata mıydı?
≪Çözüm. Hesaplanması imkânsız. Algılamak imkânsız. Cevap vermek mümkün değil.≫
Hey… Ben hatalı mıydım?
≪Çözüm. Hesaplanması imkânsız. Algılamak imkânsız. Cevap vermek mümkün değil.≫
Bak şu işe [Ulu Ermiş] bile cevap veremiyor.
Benimle kafa buluyor…
Eğer bu benim şehrim olmasaydı…Öfkemi serbest bırakırdım, önümdeki her şeyi sonlandırırdım…
Benimle alay etmeyi kes…
Önem verdiğim birini benden çalmak…
Eğer düşünürsem ilk defa kendime yakın birini kaybettim.
Daha önce bir yakınını kaybetmemiş birisi bu üzüntünün derinliklerini anlayamaz.
Şimdi, hayatımda ilk defa, etin kemikten ayrılmasından daha acı bir hissi tattım.
Acı Direnci mi? HA… Bir işe yaramıyor.
İçimde güçlü bir büyü enerjisinin duygularımla birlikte arttığını hissettim.
Buna dayanamayarak Anti-İblis Maskesinde bir çatlak oluştu.
Sanki yüzümden bir yaş akarmışçasına…
Ve sonra gece habersizce geldi.
Ay’a baktım.
Ne yapmalıyım?
Bir cevap yok. Zihnim açık olsa da bir şey düşünemiyorum.
Bir cevap arayışında Ay’a bakmaya devam ettim.
Ama bir cevap verilmedi.
Hareketsiz… Sanki bir ahmak gibi bu anlamsız davranışa devam ettim.
Ay’ın ışığı bana ulaşamıyordu.