The Second Coming of Gluttony - Bölüm 14
Bölüm 14: Tehlikeli Hazine Avı (2)
Çevirmen: Haspanity & Redaktör: Barktooth
Bu iyi düzenlenmiş listeyi görünce, Seol’un kafası otomatikman aşağı yukarı sallandı. Bu bilinmeyen öğrencinin kimin çocuğu olduğunu bilmiyordu ama çok iyi düzenlenmiş olduğu kesindi.
Büyük olasılıkla bir onur öğrencisi, sınıfının birincisi veya öyle bir şey…
Artık harcayabileceği zamanı olduğundan dolayı Seol’un acelesi yoktu ve rahatça koridorda yürümeye başladı. Sınıf 3-2’de üç-dört kişinin yoğun bir şekilde koşuşturduğunu fark etti. Daha sonra Shin Sang-Ah’ı 3-3’ün içinde “Yaay!” diye sevinç içinde zıplarken gördü. Daha sonra koridordan ona baktığını görür görmez araba farını gören bir geyik gibi dona kaldı.
Seol, 3-4 sınıfının pencere pervazında üç sikke buldu ve 3-5’e girdi ama karşılaştığı kişi, erkenden görmeyi beklemediği birisiydi.
Yun Seora’ydı. Kuytu köşeyi aramanın ortasındaydı. Sınıf kapısının açıldığını fark ettiğinde hazine avına devam etmeden önce üstünkörü bir şekilde baktı. Sınıftaki her bir masayı açıp araştırmaya devam etti.
Bunu gören Seol kafa karışıklığı ile başını eğmekten kendini alamadı.
Neden tüm masaları teker teker arıyor? Zaten haritaya sahip değil mi?
Seol’un düşüncelerinin sadece yarısı doğruydu. Her ikisi de haritaya sahipti ama içlerinde barındırdıkları bilgi oldukça farklıydı.
Örneği bilinmeyen öğrencinin günlüğünde gösterilen bilgiler olabildiği kadar özlü ve keskindi; ona, Sınıf 3-5 içinde 3. sıradaki 2. masada bir adet, 5. sıradaki 6. masada ise 4 adet olduğunu söylüyordu. Ancak Yun Seora’nın sahip olduğu haritada yalnızca Sınıf 3-4, bir masanın içinde gibi belirsiz ipuçları barındırıyordu.
Sınıflarda sadece bir tane bulunan öğretmen kürsüsü gibi bir şey olmadıkça, birçok dolap ya da masadan birinin içine gizlenen sikkeleri bulabilmek için kolunu sıvayıp çok çalışmak zorunda kalacaktı.
Yun Seora, sonunda tek bir Sikke buldu ve sonuçtan oldukça memnun kaldı. Sonra çantasının içine bıraktı ve arkasını döndü.
“?”
Sonra, Seol’un kapının yanındaki masanın içine gizlenmiş dört sikkeyi bulduğunu fark etti. Gözlerini şaşkınlıktan defalarca kez kırptı.
Tamamdır, hadi bakalım. Sırada….
Sonrasında ise Seol, sınıf 3-6’ya doğru yol aldı. Yun Seora şokunu atlatıp onu takip etti ama oraya gelene kadar Seol çoktan orayı silip süpürmüştü.
Çok kolay. Gerçekten çok kolay.
Seol, ıslık çaldı ve mutlu bir şekilde görevine devam etti. Daha öncesinde çok endişeliydi ama şimdi aniden yeni bir yol açılmıştı, kendini çok mutlu ve motive hissetmekten alıkoyamıyordu.
Ve böylece sınıf 3-7 de aynı şekilde yağmalandı. Ama odadan çıkarken adımları aniden durdu. Yun Seora kapının önünde duruyordu.
Bakışlarını Seol’a kaydırmadan önce genişçe açılmış dolap ile elindeki haritası arasında gezmişti. Yüzü hala eskisi gibi geçimsiz kalmasına rağmen gözlerini durmadan kırpmaya devam etti. Açıklanamaz bir şekilde Seol aniden biraz korkmaya başladı.
“….”
“….”
Bilinmeyen bir nedenden dolayı, yapmaması gereken bir şeyi yaptığını ve bu süreçte bir suçlu haline geldiğini bile hissetti.
…Belki de sınıf 3-8’i pas geçmeliyim….
Dikkatlice Yun Seora’nın yanından geçti ve sınıf 3-9’a doğru yol aldı. Vicdanının sızlaması onu rahatsız ederken adımları hızlı ve aceleciydi.
Ancak 3-8’i geçerken…. Yun Seora’nın sınıfa uğramak yerine neden onu takip etmeyi seçtiğini anlayamadı.
Seol artık bir gariplik duygusuyla kuşatıldı ve koşmaya başladı. Elbette onu arkadan takip eden aceleci ayak seslerini duyabiliyordu. Şimdi gerçekten telaşlanan Seol, hızla sınıf 3-9’a girdi.
[Sınıf 3-9, öğretmen kürsüsünün üstünde, x3]
[Sınıf 3-9, TV kabininin üstünde, x1]
Seol kürsüdeki sikkeleri cebe atarken; Yun Seora, düşmanına saldıran bir piyade kadar hızlı bir şekilde hücum etti ve TV kabinine atladı. Seol bakışlarını onun yönüne çevirdiğinde kolunu televizyon kabinin üstüne uzatmaya başlamıştı bile.
“….Ah.”
Ne yazık ki, eli oraya tam olarak ulaşamıyordu.
TV kabininin kendisi oldukça büyüktü ve yüksekliği kolayca iki metreyi aşıyordu. Bir başka deyişle, neredeyse tavana değecek kadar uzundu. Ortalama boyu 160 cm olan Yun Seora’nın oraya uzanabilmesi imkansızdı.
….Tek ayak üzerinde durmaya çalıştığında bile.
…..Topuklarının ikiside yerden ayrılırken parmak uçlarında durduğunda bile.
….Yeni olmayan ayakkabılarının üzerine atlayıp zıpladığında bile.
….Hem çok yakından hem de çok uzaktan olacak şekilde kolunu durmadan boş havada savurdu.
Bir süre bunu yapmaya devam etti. Daha yükseğe uzanabilmek için sandalye ya da masa kullanabilirdi ama…
Seol onun çırpınırken, nefes nefese kalıp terlemesini çok komik ve sevimli bulmuştu ve dudaklarından kısa bir kahkaha koptu.
“Si…. Ahahaha….” (Seol)
Hareket etmeyi durdurdu.
Seol ağzını kapatmıştı ama çok geçti. Yun Seora’nın kafası robotik olarak onunla yüzleşmek için dönerken ifadesi şaşkınlık içindeydi
Seol bir kez daha inanılmaz derecede mahcup hissetti. Herhangi bir mazereti yotku, kötü bir kişiliğe sahip olmamasına rağmen daha demin yaptığı şeyin oldukça büyük bir hata olduğunu biliyordu.
Kesinlikle bunu çok iyi biliyordu ama yine de…
Ağzından çıkmaya çalışan kahkaları tutabilmek için iradesinin her bir zerresini kullanmak zorunda kaldı. Şu ana kadar yeterince iyi bir şekilde engelleyebiliyordu ama… Yun Seora’nın şu anki tepkisi normaldeki kayıtsız ifadesinden oldukça farklıydı ve Seol bunu inanılmaz derecede komik bulmuştu.
Eskiler buna şöyle demez miydi “Kahkahanı ne kadar tutmaya çalışırsan o kadar zorlaşır.”.
Şimdi ne yapmalıyım?
Eğer bir şey söylemeye çalışırsa kahkahasını bastıramaycakmış gibi hissetti. Nefeslendi ve nefesini tutarmış gibi kahkasını tutarak TV kabinine doğru yürüdü. Sikkeyi aldı ve hızlıca Yun Seora’ya baktı.
Ne? Neden bu kadar üzgün görünüyor?
Seol aldığı sikkeyi dikkatlice ona hediye etti. Avucundaki paraya kısa bir süre baktı, sonrasında da Seol’a hiçbir şey söylemeden bakmaya başladı. Ancak “şu anda bana acıyor musun?” der gibiydi.
“….”
“….”
Aralarında garip ama kesinlikle tuhaf bir sessizlik dolaştı. Seol, patlamaya çok yakındı, (Ya lanet parayı alacaktı ya da almayacaktı.) acilen kararını verip sınıftan ayrılması gerekiyordu, böylece sonunda kendini bırakıp kahkayı patlatacaktı. Kahkahayı bastırmaya çalışması onu öldürüyordu.
“Al, al bunu….”
Seol daha fazla dayanamadı ve büyük bir zorlukla ağzını açtı. Ancak….
“….. A, gah, gah, ahahahahahahaha!!!”
Kahkahalarını daha fazla tutamadı ve içinden “Ha siktir!” demesine rağmen gülmeye başladı.
“Hayır, bekle! Hayır, ben sadece Gah, hahahaha….”
Yun Seora’nın umutsuzca sallanan elinden görünen teni son derece soluktu.
Sonunda durdurulamaz kahkahayı vücudundan atmıştı ama bir anda kaçınılmaz gerçeklik sert bir şekilde yüzüne vurdu.
Yun Seora oldukça şaşkın görünüyordu. Bakışlarını hafifçe indirmesine rağmen duygusuz ifadesini son ana kadar sürdürmüştü.
Sanırım bir sıkıntı yok?
Tam Seol içten içe rahatlamış gibiyken…
Burun çekme.
…Yun Seora’nın burnundan yumuşak bir burun çekme sesi duyabiliyordu. Kalkık gözleri, miktarı az olmasına rağmen gözyaşı ile ıslanmıştı.
Gururu zedelenmiş gibi görünüyordu, nefes alması son derece hızlanmış ve yüz kasları seğirmeye başlamıştı. Yakından baktığında hafifçe dudaklarını da ısırıyor gibiydi.
En sonunda gözlerini sildi ve ayaklarını çevirerek ilerlemeye başladı.
“Uhm….”
Seol, Yun Seora’nın sessizce uzaklaşmasını izlemeye devam ederken sikke hala avucunda duruyordu.
*
Beşinci katta, hazine avı başladıktan hemen sonra.
Kang Seok, uşaklarını banyoya yönlendirdi ve kapıyı arkasından kilitledi.
“Sorun ne? Önemli bir şey mi var? O sikkeleri çabucak bulmalıyız biliyorsun değil mi!”
Yi Hyungsik’in sözleri, Kang Seol’un yüzünde çarpık bir gülümseme oluşturdu.
“Neden bu kadar endişeleniyonuz? Onları daha sonra aramaya başlayabiliriz. Ya da onları çoktan bulmuş olanlardan toplayabiliriz.”
“Onlardan çalmak mı istiyorsun?”
“Kesinlikle.”
Kang Seok’un söylediklerini duyan Yi Hyungsik burnunu ovuşturdu. Belki de kısa süre önce burnundaki acı dolu deneyimi hatırladığından dolayı dudaklarından küçük bir inleme çıktı. Jeong Minwoo’nun da rengi atmıştı.
“O piç rahat durmayacaktır…”
“Doğru. Sikkeleri normal bir şekilde toplamanın daha iyi olacağını düşünüyorum.”
Kang Seok, ikilinin acınası cevaplarını duyduktan sonra öfkeyle sesini yükseltti.
“Siktir git, sadece bir kere dayak yediğin için korkmuş kediler gibi titriyor musun? Neden toplarını filan kesip atmıyorsun ki? Aptallar.”
“….”
“Eh? Siz ikinizin nesi var? O ibnenin önünde eğilip duracak mısınız? Ciddi misiniz siz?”
“A, ama….!”
“Bu saçmalığı böylece bırakamam. Ona faiziyle geri ödemeliyim. 10 kat, hayır 100 kat fazlasını. İnsan doğası böyle çalışmıyor mu?”
“….Bir planın falan mı var?”
Hala tam olarak ikna olmayan Jeong Minwoo sordu. Kang Seok oldukça uğursuz bir şekilde dudaklarını yaladı, kapının kilitli olup olmadığını tekrar kontrol etti ve sonra dalkavuklarını yanına çağırdı.
“Hadi ama, yaklaşın.”
Yi Hyungsik ve Jeong Minwoo yaklaşıp dikkatle dinlemeye başladılar.
“Biz de gidip o sikkeleri toplayacağız. Gece yarısına kadar elimizden geleni yapacağız. Anladınız mı?!”
“Uhm?”
“Dinlemeye devam et, çünkü işler burada ilginçleşecek.”
Kang Seok fısıldamaya başladı ve planını ikiliye açıkladı.
“Az, az önce ne dedin sen?”
Yi Hyungsik, ağzını şaşkınlıkla sonuna kadar açtı.
“Ne ….? Ama eğer bu olursa….”
“Ağzını kapalı tut.”
Kang Seok tehditkar bir şekilde homurdandı ve Yi Hyungsik’in dudaklarını hemen kapatmasına neden oldu.
“…Bu kadar ileri gitmemiz için bir neden var mı?”
“Evet, lanet bir sebebi var. O pislik evladı bize saldırdı, bu yüzden bizim yapmamız gereken de daha da sert bir şekilde saldırmaktır.
“Ama…. işe yarayacak mı?”
“Yarayacak. Bak, bak!”
Jeong Minwoo’nun başını bir o tarafa bir bu tarafa eğdiğini görünce Kang Seok derinden sırıttı.
“Bunun ne olduğunu sanıyorsun?”
Kang Seok daha sonra cebinden iki kağıt çıkardı ve dalkavuklarının yüzlerinin önünde salladı.
“Bu da ne?”
“Başlangıç ikramiyesi alan tek kişi o değil, ne demek istediğimi anlıyor musun? Eğer başarırsak kısa sürede borusu ötenler biz oluruz.”
Kang Seok kaşını hafifçe kaldırmadan önce muzaffer bir şekilde açıkladı.
“….Yani?”
Jeong Minwoo, ellerini birleştirmişken etrafta kıpır kıpır dolaşarak, omuzlarını silkti. Bunu gören Yi Hyungsik de elinde değilmiş gibi iç çekti.
“İyi, hiçbir şey için endişelenmenize gerek yok çocuklar. En fazla 5-10 dakikaya ihtiyacımız var, değil mi? Şimdi anladınız, değil mi?”
İki dalkavuk da başlarını salladı. Kang Seok dişlerini sıkmaya başladı.
“Tek yapmamız gereken o şerefsizi yenmek. O şerefsizi itin götüne soktuğumuzda her şey bizim olacak.”
*
[Gece yarısına kadar kalan süre: 00. 36. 12]
Hazine avının sonu yaklaşıyordu.
Toplam saklanan sikke sayısı 3000 olabilirdi ama bu hepsinin aynı anda bulunabileceği anlamına gelmiyordu. Bir bölgedeki sikkeler bulunup, alındıktan kısa bir süre sonra yeniden ortaya çıkmaktaydılar. Seol, bilinmeyen öğrencinin günlüğünün birçok kez güncellenmesinden sonra bunu öğrendi..
Bu sayede Seol, dördüncü ve beşinci katta birkaç kez dolaşmak zorunda kaldı, ancak sonunda uzuvlarını germek zorunda kalmıştı.
Tatmin olmuş hissediyordu. Yorulmadan çalışmıştı ve sonunda 1600 sikke bulmuştu. Tam olarak 1552 tane. Ava katılan on iki kişi vardı yani toplam paranın yarısından fazlasını tekele alınmış gibiydi.
Muhtemelen şimdi oraya gitmeliyim.
Çantasına hafifçe dokunduktan sonra Seol, yukarı çıktı. İsteseydi sikkeleri bulmaya devam edebilirdi ama Eşya Çekilişi Makinesi’ni kullanabilmek için zamana dikkat ediyordu.
Başkalarıyla işbirliği yapmak söz konusu olmadığına göre, kimse daha sonra ne olabileceğini bilmiyordu, bu yüzden endişeyle gece yarısına kadar beklemek yerine bir tür hazırlık yapmanın akıllıca olduğunu biliyordu.
Sanki diğerleri hala hazine avıyla meşgulmüş gibi, beşinci kattaki kütüphanede kendisinden başka kimse yoktu. Sözde çekiliş makinesi denilen şey; kırtasiye dükkanlarının önünde bulunan, içinde toplar olan çekiliş makinelerine benziyordu, tek farkı bunun biraz daha büyük olmasıydı.
[Çekilebilir ögelerin listesi]
- 1 Sikkeden 9 Sikkeye: Gıda, günlük ihtiyaçlar, Rehber’den bir not, tıbbi malzemeler….
- 10 Sikkeden 49 Sikkeye: Yardım malzemeleri, hediyelik eşyalar, çeşitli haritalar, hizmetçiden bir mektup….
- 50 Sikkeden 99 Sikkeye: Silahlar, savunma ögeleri, Hayatta Kalma Puanı , yepyeni son teknoloji bir akıllı telefon….
- 100 Sikke: Büyü topları, rastgele para kutusu (1 ~ 499 sikke içerir)
- 199 Sikke: Altıncı kat erişim anahtarı (%100 oran)
- 300 Sikke: Özel
Seol derin bir düşünceye kapıldı. Giriş ücreti olarak 100 sikkeye ihtiyacı vardı o yüzden bu miktarı düşmeliydi. Ve daha sonra ne olacağını bilmediği için, erişim anahtarını satın almaya gerekli miktarı da ayırmak zorundaydı.
Geriye harcayabileceği 1253 sikkesi kalmıştı.
Peki, dört kez “Özel”i mi denemeli, yoksa sadece bir iki kez deneyip onun yerine büyü toplarını mı almalıydı?
Çok uzun süre düşünmedi.
Her şeyden önce, Kang Seok ve ekibinin hareketlerini oldukça şüpheli buldu. Av sırasında birkaç kez karşılaştılar, ancak hiçbir şey denemediler, görünüşte sadece hazine avına ve başka hiçbir şeye odaklanmıyorlardı. Ancak onun gözlerini kandıramazlardı.
Renklerini gördüm.
Başlangıçta, sadece Kang Seok sarımsı bir renk yayıyordu, ancak şimdi, hem Yi Hyungsik hem de Jeong Minwoo aynı sarı tonu yayıyordu. Başka bir deyişle, onlara çok dikkat etmesi gerekiyordu. Renkleri aynı olduğu için, bu sadece kötü bir şey planladıkları anlamına gelebilirdi. Seol doğal olarak ikinci seçeneği seçti.
Bir çeşit silaha ihtiyacı vardı. Gerçekten de, kendisini akla gelebilecek en kötü durumda bulsa bile, ona yardımcı olabilecek her şeyi yıkıp yok edebilecek bir karta ihtiyacı vardı.
Seol, ilk sikkeyi aldı ama kısa süre sonra içten içe küfür etmeye başladı. Neden mi? Çünkü manuel olarak her bir sikkeyi sokmanın çok büyük bir iş olduğunu fark etti.
“Lanet olsun….”
Uzun bir süre sonra Seol, ağrılı parmaklarına masaj yaparken çekilen eşyaları çantasına doldurdu.
Sonuç aslında oldukça tatmin ediciydi.
[Rastgele sikke kutusu: 81 ekstra sikke içerir]
[Büyü topu: Örümcek Ağı, x1]
[Rastgele sikke kutusu: 136 ekstra sikke içerir]
[Büyü topu: Zehirli Sis, x1]
[Büyü topu: Kıvılcım, x1]
[Rastgele sikke kutusu: 292 ekstra sikke içerir]
[Büyü topu: Hidroklorik Asit, x1]
[ÖZEL: Anlama Aynası, x1]
Özellikle rastgele kutulardan ikisinin sonuçlarından memnundu. Her ne kadar büyük bir başarı olarak adlandırılamayacak olsa da, memnuniyetle buna orta seviye bir başarı ya da onun gibi bir şey derdi.
Yani, geriye 1061 Sikkesi kalmıştı. Özeli iki kez denese bile, 162 sikkesi kalırdı.
Seol orada durmaya karar verdi. Bu fazlasıyla yeterliydi ama aynı zamanda da süresi de bitiyordu. Saat gece yarısını vurduğunda, sözde Merhumun Saati başlayacaktı. Bu yüzden sessizce “güvenli bölge”ye dönmeli ve yarın öğlene kadar beklemeliydi.
Seol’un merdivenden inerken attığı adımlar kendinden emin ama aynı zamanda basitti. Bulmayı beklemediği şey ise sınıf 3-1’in hala ıssız olduğuydu. Sözde güvenli bölgeydi ve gece yarısına 10 dakikadan az bir süre vardı, ancak bir karınca bile görülmüyordu.
Seol, sınıfın sürgülü kapısının gürültülü açılışını duyana kadar orada durdu.
“Ah? Çoktan gelmişin buraya.”
Seol içinden “Elbette diğelerinin de gelme zamanı gelmişti.”diye düşünerek arkasına döndü.
İlk giren Hyun Sangmin’di ama pek iyi görünmüyordu. Kısa bir süre sonra Shin Sang-Ah da içeri girdi.
“Siz ne durumdasınız? Ben neredeyse boku yedim.”
“Be, ben de.. “
“Yani, ne olacaktı ki? Deli pisliğin biri her yeri silip süpürmüş gibiydi. Tek bir sikkeyi bile bulmak neden bu kadar zor? “
“Çok haklısın. Yani başlangıçta birkaç tane bulduktan son bu kadar heyecanlanmamalıydım. Sonunda sadece 70 tane sikke bulabildim.”
Shin Sang-Ah ayaklarına masaj yaparken şikayet etti.
“Yine de benden daha kötüsün. En azından 100 sikke sınırını geçebildim.”
Hyun Sangmin’in sesi de oldukça zayıftı.
Seol, Shin Sang-Ah’a 30 sikke vermeye karar vermeden önce bunu uzun süre düşündü. Kalan 162 sikkeye yedek olarak tuttuğundan, tereddüt bile etmedi.
“Uhm….”
Shin Sang-Ah’ın gözleri sonuna kadar açıldı.
“Bu, bunları bana mı veriyorsun?”
Gözlerindeki bakış, minnettarlığı geçip kurtacısına tapma seviyesine gelmişti.
“Ha, Hadi be….? Tekte 30 sikke mi veriyorsun?”
“Lütfen, alın. Ne, senin de mi ihtiyacın var?”
“Lanet olsun. Kaç tane bulmayı başardın?”
Seol utançla yanağını kaşıdı.
“…Hayatta kalmaya yetecek kadar sanırım?”
Hyun Sangmin’in ifadesi, kahkaha atarak geriye düşmeden önce ne kadar şaşkına döndüğünü gösteriyordu.
“Tanrım, bunu yapan sendin yani.”
“?”
“Biliyordum. Birisi içeri girip her yeri silip süpürmediği sürece hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Gerçekten her bir köşeyi aradım, dostum…! Yani suçlu olan Yun Seora değildi, eh.”
“Neden? Yun Seora’nın nesi var?”
“Mm? Şimdiye kadar senin de fark ettiğini sanıyordum. Tüm sikkelerin yerlerini bildiğini ve kendisi için hepsini topladığını düşünüyordum. Bu şekilde düşünen tek kişinin ben olmadığına eminim. “
Bu mantıklıydı.
Hyun Sangmin ona bencil bir orospu gibi hakaretler ettiğinden kötü hissettiğini de ekledi, bu da Seol’u daha büyük bir suçluluk duygusunun içine çekti ancak başlangıçta niyeti herkesi rahatsız etmek olmasa da herkesi rahatsız ettiğini biliyordu.
[Merhumun Saati şu andan itibaren başlamış bulunmaktadır.]
Sonunda gece yarısı geldi. Sanki üçü birbirine önceden söz vermiş gibi ağızlarını aynı anda kapattı. Ancak şu anda bile güvenli bölgede sadece üç kişi vardı
“Herkes nerede?”
“Bu çok açık, değil mi?”
Hyun Sangmin sigara çıkartırken Seol’un sorusuna cevap verdi.
“Ben bile geri dönmeli miyim diye düşünüyorum. Neticede 100 sikke bulmayı başardım, bu yüzden geri dönmeye karar verdim ama… Diğerleri muhtemelen aynı şekilde düşünmüyordur.”
“Öyle mi düşünüyorsun?”
“Evet. Muhtemelen biraz daha fazla, biraz daha fazla ve sonra…. Tek başlarına giriş ücretini ödeyecek kadar sikkeyi bulmak için delirecekler. Ve ölenleri canlandırmak isteyenler, görünüşe göre artık umursamıyorlar bile.”
Demek tüm olan biten buydu.
Seol kadar olmasa da, Yun Seora kendisi için önemli miktarda sikke bulmuş olmalı. İkisi mevcut sikkelerin çoğunu silip süpürürken geriye çok fazla şey kalamazdı.
Yani, yarışmanın daha da kötüleşeceği gün ışığı kadar açıktı. Seol sikkeleri toplarken işlerin bu kadar kötüleşeceğini düşünmemişti. Hayır, hiç düşünme zahmetine bile girmedi.
“Ah neyse. Eğer hayatta kalmak istiyorlarsa eninde sonunda buraya geleceklerine eminim.”
Hyun Sangmin sigarasını çekerken mırıldandı.
“Ne…. Yapacaksın?”
Shin Sang-Ah, Seol’un tepkisini ihtiyatlı bir şekilde incelerken sordu.
Seol çelişkili duyguların arasındaydı. Kang Seok ve ekibini pek umursamıyordu ama Yun Seora ve Yi Sungjin’i düşündüğünde kendini rahatsız hissetmeden edemedi.
“Sanırım… Bulabildiğimi bulmalıyım.”
“Evet. Sana yardım edeyim.”
Shin Sang-Ah ifadesiyle ne kadar rahatladığını gösterirken hemen kabul etti. Bunu fark eden Seol, onun stat penceresini merak etmeden edemedi. Ve tam göz atmak üzereyken…
“Oww, lanet olsun.”
….Hyun Sangmin, yavaşça oturduğu yerden kalktı.
“Bundan hiç hoşlanmadım ama…. Evet, ben de yardım eli uzatacağım. Söz sözdür, değil mi?”
Sanki uzun bir inilti çıkarır gibi konuştu ve çenesiyle kapıya doğru şakacı bir şekilde işaret etti.
“Gidelim mi, Lider?”
….O zaman olan oldu.