The Second Coming of Gluttony - Bölüm 5
Bölüm 5: 16 Mart, 22:30 (2)
Çevirmen: Haspanity & Redaktör: RuyaGezer
“Oraya düşsen bile ölmezsin.”
Bir anda berrak bir ses yankılandı. Etrafta hiç kimse olmadığı için sesi normalden daha fazla çıkmış gibiydi.
Kısa bir süre sonra, karanlıktan bir figür belirdi. Beyaz bir bluz, siyah bir ceket ve kıvrımlarını açıkça gösteren gri bir etek giyiyordu. Elinde deri ofis çantası ile tipik bir iş kadınına benziyordu.
“Su burada fazla derin değil. Sadece yüzebilmek için iyi bir yer.”
Sesinin tonu cümlenin sonuna yaklaştıkça yükseldi. Ciddi bir iş kadını olarak görünmesine rağmen şakacı bir şekilde konuştu.
Seol yavaşça sudan çıkmaya başlayınca kadın hafifçe gülümsedi.
“Seol, Sen misin?”
“Sen de kimsin?”
Kadın yavaşça yaklaşırken sözlerini yuttu ve rahat adımlarla Seol’un yanına geldi. Deneyimli bir jest ile kartvizitini çıkartarak ona uzattı.
“Bu benim.”
Seol karta baktı.
[Sinyoung İlaç Şirketi]
[Yönetici Kim Hannah]
Seol kartı almak için hiçbir tepki göstermeyince, utanarak elini geri çekti. Sonra ona bir mendil uzattı.
“Al bunu. Şahsen yetişkin bir adamın ağlamasını görmeyi pek sevmiyorum.”
Mendili almak yerine kıyafetinin kollarıyla gözlerini sildi. Başkaları bu hareketlerden rahatsız olabilirdi ama Kim Hannah, onun bu dikkatini ilginç bulmuştu.
“Kumar bağımlılarının üstüne çırılçıplak bir kadın atlasa dahi, parmaklarını bile kıpırdamayacaklarını duymuştum. Sanırım bu doğru.”
Seol, dünya dışı bir güzelliğe sahip gözlüklü kadına düzgünce baktı. Onu rüyasında görmüş gibi hissediyordu.
Daha açık olmak gerekirse, onu ilk sahnede gördüğünü hatırladı. Tancheon Nehri’nde bira içerken, bir kadın ona yaklaşmıştı.
Ona anlatacak harika haberleri olduğunu söyledi. Ve gerçekten harika bir haberdi. Ona borçlarını ödemesi için yeterli parayı vereceğini ve çok çalıştığı sürece daha fazlasını vereceğini söyledi. Para dolu zarfı teslim ettiğinde, rüyasındaki Seol bunun sonucunda kendinden geçmişti.
Karşılığında bir ‘sözleşme’ imzalamak zorunda kalsa da, rüyasındaki Seol bunu hiç umursamadı. Ne de olsa nakit para cebine hemen girmişti ve ekstra para kazanmak için tıbbi testlere kobay olacağını düşünüyordu.
Tabii ki, kandırıldığını daha sonra öğrendi. Daha önce hiç görmediği bir yere sürüklendi ve imzaladığı sözleşme ise bir kölelik sözleşmesiydi.
Her ne kadar bunlar bir rüya olsa da, nasıl köpekler gibi çalıştığını hatırlayınca ürperdi.
‘Hayır, bekle.’
Seol aniden bir şeyin farkına vardı. Sadece bir rüya olarak gördüğü şeyler gerçekte yaşanıyordu. Bir kez bunun farkına varınca, soğuk kalpli birine dönüşüp uyanıklığı tavan yaptı.
“Göründüğünden çok daha sakinsin.”
“?”
“Kumardan bahsedersem tepki vereceğini düşünmüştüm.”
Tabii ki de Seol’un tepkisi, Kim Hannah’a sadece şaşırtıcı geliyordu. Ama şu an dikkatini başka bir şeye vermişti.
“Her neyse bu benim için daha iyi. Görünüşe göre seninle konuşmak düşündüğümden daha kolay olacak.”
“Konuşmak mı?”
“Evet. Sana Mü~kemmel haberler getirdim.”
Kim Hannah kendini komik bulmuş gibi kıkırdamaya başladı. Aynı zamanda, Seol yaşadığı şoku saklayamıyordu.
Harika haberler vermeye geldim.
Bu sözlerin aynısını rüyasında da duymuştu. Şimdi ise rüyasında yaşadığı şeylerin saçmalık değil de, gelecekten gelen önseziler olduğuna inanmaya başladı.
“Hey!”
Kim Hannah sağ bileğine asılı deri çantayı indirdi. Çantanın sapı yana doğru açıldığında çantanın içindekiler gözükmüştü ve düzgün bir biçimde destelenmiş 50,000 wonluk banknotlar göründü.
“Neden bir bahse girmiyoruz?”
Direkt işin detayına indi. Genç adamın geçmişini araştırmayı çoktan bitirmişti zaten. Geriye kalan tek şey yemi atmaktı.
Kumar bağımlıları oltaya yakalanması en kolay avlardı. Ancak Kim bir mükemmeliyetçiydi. Her zaman mükemmel bir zamanlamayla hareket etmeye çalışıp hedeflerinin asla reddetmemesini sağlardı.
Ve bu günde aynısını yapıyordu.
Genç adamın çantasına sabit bir şekilde bakmasından dolayı başarılı olacağından emindi.
Seol yavaşça başını kaldırdı. Karşısındaki kadını konuşmaya teşvik edermişçesine kollarını bağladı.
“Hayır, teşekkürler.”
“Harika, oynayacağımız oyun….”
Kim Hannah cümlenin ortasında durakaldı.
“Kumarı bıraktım. Oyunu oynamayacağım.”
Seol kendini tekrarlayınca, kadın soğukkanlılığını geri kazandı. Hızla gözlerini kırpıştırdı ve başını hafifçe eğdi.
“Bir kez kazanırsan tüm bu para senin olacağı halde de mi?”
“İlgilenmiyorum.”
“Ya kazansan da kaybetsen de bu parayı sana vereceğimi söylesem? Eğer yanlış hatırlamıyorsam, ödemen gereken çok fazla borcun var.”
“Onlarla kendi başıma ilgileneceğim.”
“O zaman sana bu teklifi yapmamın sebebini merak etmiyor musun?”
“….”
“Her şeyi açıklayacağım. Tek yapman gereken benimle oyun oynamak. Tabii ki, kazanıp kazanmadığına bakılmaksızın parayı da alacaksın.”
Dürüst olmak gerekirse, bu oldukça cazip bir teklifti. Bir bakışta bile, Seol en az kırk adet banknot sayabiliyordu. Kadının kendinden emin konuşması onu güvenilir birisi gibi gösteriyordu. Onu dinlemek o kadar da kötü bir fikir gibi gelmiyordu.
Tam Seol başını sallayarak onay verecekken, kafasında alarm zilleri çalmaya başladı. Dünden kalma olan duyguları onu şiddetli bir şekilde sarsıyordu.
Aynı zamanda garip bir çekim hissediyordu. Çelişki duygularının girdabı içerisinde, Seol derin bir nefes aldı.
‘Az daha…. büyük bir hata mı yapıyordum?’
Bir rüya ne kadar inandırıcı olursa olsun uyandıktan kısa bir süre sonra hızlıca unutulurdu. Seol’un bu kadını şu an bile hatırladığına göre, bu onun önemli bir role sahip olduğunu göstermez mi? Kendine sakin kalması hakkında telkinde bulunuyordu.
Seol’un şüphesi doğruydu. Kadının söylediği ’Tek yapman gereken benimle bir oyun oynamak’ sözleri bin bir türlü yorumlanabilirdi.
“Reddediyorum.”
Ah evet? Kim Hannah içinden mırıldandı.
Onun tepkisi, kendisini kesinlikle şaşırtmıştı. Kim Hannah, Seol’un para yığınlarını gördüğü anda açlıktan ölmek üzere olan bir hayvan gibi üstüne atlamasını bekliyordu. Bu Kim Hannah’ın bildiği Seol’du.
Ama bu durum da tamamen beklenmedik değildi. Ara sıra, onun gibi daha fazla şey elde edebilmek için sert davranan aptallar çıkıyordu.
Kim Hannah, Seol için yaptığı değerlendirmeyi tekrardan gözden geçirdi. O kadar da kötü gözükmüyordu. En azından diğer pervasız aptallardan daha iyi. Ne yazık ki…
‘Yanlış bir rakip seçtin piç herif.’
Bu onun ilk rodeosu1 değildi. Onun gibi insanları nasıl ikna edeceğini çok iyi biliyordu.
“Ne kadar zahmetli….”
Kim Hannah kollarını göğsüne bağlar gibi yapıp ceketinin iç cebine baskıda bulundu.
Buzz- Bir şey titreşti.
“Ah, üzgünüm, bir dakika bekle.”
Telefonunu çıkardı ve ustaca kulaklarını kulağına taktı.
“Evet, ben Kim Hannah. Evet, şu anda onunla konuşuyorum. Evet, evet…. Ciddi misin sen?” Yani o kişiyi işe alıyoruz?”
Arkasına döndü ve Seol’a gizlice göz attı. O zaman…
“Evet. Tabii ki, sıkıntı olmaz. Müşterim reddetti. Her neyse, o zaman geri dönüyorum~”
Kulaklıklarını çıkardı ve gülümsedi.
“Ne tesadüf. Sahip olduğumuz son yer şimdi doldu.”
Kim Hannah konuşurken ‘son yer’ kısmını vurgulamıştı.
“Reddettiğine göre, sanırım bir işimiz kalmadı. Affedersiniz o zaman. Umarım yapmak istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz.”
Kim Hannah deri çantayı aldı ve hiç tereddüt etmeden arkasına doğru döndü. Sonra adım adım uzaklaşmaya başladı.
Deneyimlerinden, iki şeyden birinin olmasını bekliyordu. Ya onu hemen durdurur ya da biraz bekledikten sonra onun peşinden koşacaktır.
“Bekle.”
Kim Hannah sırıttı.
“Evet, noldu?”
Başını hafifçe çevirdi. ‘Noldu?’ diyen alaycı ifadesi ekstradan söylediği bir kelimeydi.
‘Beklentimden biraz farklıydın, ama senin gibilerin bana karşı kazanabileceğini mi düşündün he?’
Muzaffer bir gülümseme yapıyordu. İşte o anda.
“Eğer Sözleşme yapmazsak….”
Seol ağzını açtı.
“Eğer Sözleşme yapmazsak, seni dinleyeceğim.”
Hepsi bu kadar. Sadece tek bir cümleyle, Kim Hannah’nın düşünce treni tamamen durakladı.
Sadece gözlerini kırpıştırabiliyordu. Çenesi açık bir şekilde önündeki adama baktı.
“Tekrar eder misin…”
Zar zor bir cevap vermeyi başarmıştı.
“İstediğim şey ….”
Sonrasında gelenler ise…
“… bir Davet, Sözleşme değil.”
… Hayal ettiği tüm senaryoları yok etmişti.
“… Sen.”
Kim Hannah’nın gülümseyen yüzü tamamen yok oldu. İfadesi buza dönüşürken yavaşça gözlüklerini çıkardı.
“Sen de kimsin?”
Konuşma tarzı değişti. Hatta sesinde düşmanlık bile hissediliyordu.
“Zaten biliyorsun.”
Kadının kibar konuşmayı bırakması ile Seol’da normal konuşmaya başladı. Kim Hannah’nın bakışları daha da keskinleşti.
“Sen zaten o taraftan mısın?”
“Öyle olmadığını herkesten daha iyi bilmen lazım.”
Kim Hannah neredeyse kabul ediyordu. Seol’u yarım yıl önce hedeflerinden biri olarak seçmişti. Şimdiye kadar hiç garip bir harekette bulunmamıştı.
Dahası, eğer sadece bir kez gitmiş olsaydı, vücudunda o şey olmalıydı. Ancak, ‘Damga’nın aurasını vücudunda hissedemiyordu. Bu Seol’un diğer dünya ile hiç bir ilişkisi olmadığının en temel kanıtıydı.
Hiç hayal etmediği bir durumla karşı karşıya kalan Kim Hannah ne yapacağından emin değildi. Bildiği kadarıyla, bu olmasına imkan yoktu.
“Buna inanmamı mı bekliyorsun? Davet ve Sözleşme arasındaki farkı dahi bildiğin halde bile?”
“Ne olmuş yani? ‘Davet’ demem yasak mı?”
Seol’un utanmaz tepkisi Kim Hannah’nın dudaklarını ısırmasına neden oldu.
“Buraya kelimelerle oynamaya gelmedim. Kimdi o? İlk kim seninle temasa geçti?”
“Bu önemli değil.”
Seol bilerek konuyu değiştirdi. Şimdiye kadar söylediği her şey rüyasından gelmişti. Hem Davet hem de Sözleşme.
Duygularının söylediği gibi onları dışa aktarmıştı. Kim Hannah’nın gerçeği bilmesine imkan olmadığı için yanlış anlamasına izin vermenin daha iyi olacağını düşündü. Ne de olsa ona karşı kullanabileceği tek silah buydu.
“Önemli olan, sözleşme yerine davet istemem.”
Bunu duyan Kim Hannah derin bir nefes aldı.
“Tamam, istemiyorsan bana söyleme. Merak ediyorum ama seni dinlemek için bir sebebim yok.”
Bir, iki, üç, dört. Kim Hannah kendini sakinleştirmek için içinden sayı saymaya başladı. Genç adamın istediği gibi yönlendirildiğini hissediyordu.
“Peki bundan ayrı olarak, bana neden davetiye istediğini söyle.”
“Çünkü kontratı alıp köle olarak yaşamakla ilgilenmiyorum.”
Seol basitçe cevap verdi. Kim Hannah’ın kaşları seğiriyordu.
“Değerli davetimi neden değersiz bir kumar bağımlısı üzerinde kullanmak zorunda olduğumu açıkla bana!”
Seol homurdandı. Farkına varamadan, sabah gördüğü rüyaya gerçekmiş gibi davranmaya başlamıştı. Bunu göz önünde bulundurarak, devam etmeli diye şüpheye düşmüştü.
Hala çok geç değildi. Konuşmayı şimdi bitirebilir ve bugünkü konuşma hiç olmamış gibi davranabilir. Kumarı bırakmaya çoktan karar vermişti. Doğru düzgün bir iş bulup düzgünce çalışarak kaybettiği güveni tekrardan kazanabilirdi.
Ancak, Kontratı almakla ilgilenmediğini açıkladığında hissettiği belirsiz nefret duygusunun yok olduğunu hissediyordu. Şimdi ise geriye kalan tek şey garip cazibeydi.
Kendi kendine çok merak ediyordu. Onaylamak istediği bir şey de vardı.
Rüyanın son sahnesini aklına getiriyordu. Ölmekte olan adamın pişmanlık duygusu Seol’u ileri doğru itiyordu. Ona ilerlemesini söylüyordu.
Seol sonunda daha önce ne hissettiğini anladı. Oraya gidebilmek için, kontratı almayı kesinlikle reddetmesi gerekiyordu.
Seol dişlerini sıktı. Tüm dikkatiyle zihnini boşalttı.
“Eğer bana davetiye vermezsen pişman olabilirsin.”
“Ne?”
“Shinyoung Eczacılığın Müdürü Kim Hannah olduğunu söylemiştin, değil mi?”
“Yani?”
“Shinyoung, son birkaç yıldır sürekli yeni ilaç geliştirmeleri ile ünlü… Bu dünyayla bir ilgisi olmalı, değil mi?”
Seol’un zafer girişimi işe yaradı. Korumaya çalıştığı sakin ifadesi tamamen yok olmuştu.
Bugünkü rüyasını görmeden önce diğer dünya hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bu konudaki bilgilerin halktan gizli tutulduğu aşikardı.
Kim Hannah’nın bilerek mi yoksa istemeden mi sessiz kaldığını bilmiyordu ama bunun kışkırtmaya değer bir an olduğunu düşündü. Şu anki Seol, özgür bir vatandaş olduğu için kendisini tutmak zorunda değildi.
“Ağzımı açmama bile gerek yok. 21. yüzyıl Bilgi Çağı olarak biliniyor ne de olsa.”
“Beni tehdit mi ediyorsun?”
“Beni ilk sen kandırmaya çalışan sendin. Ne ekersen onu biçersin.”
“Komik. Sence herhangi biri sana inanır mı? Herkesin arasındaki bir kumar bağımlısına?”
“… Sanırım haklısın.”
Seol hatasını kolayca kabul ettiğinde, Kim Hannah’nın kalbinde bir huzursuzluk hissi boy göstermeye başlamıştı. Niye bu kadar rahattı?
“Ama patronların da aynı şekilde düşünür mü?”
Patt. Gıcırdamakta olan dişlerinin sesi duyulabiliyordu.
“Basit bir Sözleşmeyi tamamlayamayan, önemli bir sırrı saklayamayan birisi… Eminim seni seveceklerdir.”
“Orr***u çocuğu!”
Kim Hannah sonunda yüzündeki maskeyi düşürmüştü. Sonunda istediği yere yaklaştığını anlayabiliyordu. Bir dolandırıcıyı küfrettirmenin, onlara beyaz bayrak sallatmaktan hiçbir farkı olmadığını biliyordu.
Kısa süreliğine, onu daha fazla kışkırtmayı düşünmüştü ama bundan vazgeçti. Birkaç kez kırbaçladığına göre, şimdi sıra onu nazikçe yatıştırmaya gelmişti. Ne de olsa son kararı veren oydu.
“Tabii ki, ben de o kadar ileri gitmek istemiyorum. Bana sadece bir tane davetiye vermelisin.”
Seol geri adım attı. Kim Hannah hala dişlerini berbat bir suratla sıkıyordu.
“Sözleşme ile Davet arasında dağlar kadar fark var. Elimde olan yetkiyle sözleşme yapabilirim ama Davet veremem.”
“Az önce “değerli Davetim” gibi bir şey söylemedin mi?”
G*t herif. Kim Hannah alt dudağını ısırıyordu.
‘Ne orr***u çocuğu tanrısısın sen. Davetiyeyi kullanmaktan başka bir çaremin olmayacağı bir günün geleceğini söylemiştin. Demek istediğin bu muydu yani?’
Başka bir dünyanın tanrısına küfürler yağdırırken taranmış saçlarını bozdu.
“Yalan söylemiyorum. Normal bir davet için izin almam gerekiyor.”
Seol homurdandı. Onun sakin tavrını gören Kim Hannah’nın kaynayan kafası sakinleşmeye başlamıştı.
Sözleşme bir işti. Davet ise farklı bir anlam taşıyordu ama teknik olarak işin bir uzantısıydı. Bu anlamda Seol, Kim Hannah’nın beklentilerini aşmıştı. Bir köleden çok gerçek bir yetenek gibi görünüyordu. Daha çok, yıllarca o tarafta çarpışmış tecrübeli birisiyle konuşuyormuş gibi hissediyordu.
Tabii ki, böyle bir şeyin olamayacağını biliyordu.
Nefesini topladıktan sonra, Kim Hannah telefonunu açtı. Ama arama düğmesine basmadan önce içindeki yoğun bir mücadele onu durdurdu.
‘Kahretsin, bu orr***u çocuğu yüzünden nasıl bu hale düştüm…’
Sözleşmeyi Davet olarak değiştirmek kolay bir şey değildi. Sözlerini ne kadar süslerse süslesin, suçlanmaktan kaçmak zor olurdu. Kariyer odaklı bir kadın olarak Kim Hannah sicilinin lekelenmesine dayanamazdı.
Telefonu hala açıkken konuştu.
“Üç şartı kabul etmelisin.”