The Wolf Won't Sleep - C2Bölüm 1-09
Çevirmen: Arda Düzeleyen: Ragon
İkinci günün öğleninde, grup ufak bir köye vardı ama çok durmadılar. Sularını doldurup yola koyuldular. Eda garip gözlerle topallaya topallaya yürüyordu. Neden böyle olduğunu sorduklarında, aç olduğunu söyledi. Başka şansı olmadığını anlayan Lecan, kuru etini onunla paylaştı. Bu arada Eda, Chaney ona izin verdiğinden, en sonunda vagona binebilmişti.
İkinci günün güneşi batmak üzereyken bir dağda yol alıyorlardı. Lecan onlara yaklaşan büyülü canavarların varlığını hissetti.
“Bir sorun mu var, Lecan-san?”
“Büyülü canavarlar. On sekiz tane. Ön taraftan geliyorlar. Vagonu durdur. Onlarla ben ilgileneceğim.”
“Pekâlâ. Eifun-san! Vagonu durdurur musun?”
“D-Düşman mı? Nerede?”
Grup çıt çıkarmadan canavarları bekledi. Eda, elindeki yayla kıpır kıpır önündeki ormanı izliyordu. Bu sırada hâlâ vagondaydı.
Ağaçlardan sesler gelmeye başladı.
“Üstümüzde.”
Lecan konuştu. [Varlık Sezme] düşmanın yüksekliğini hesaplayamadığından onların yeterince yaklaşmasını beklemek zorundaydı.
Çok sayıda canavar aşağıya atlamaya başladı.
“Uaa! Uaa!”
Eda bağırmaya başladı. Aynı zamanda rastgele okular atmaya başladı ama büyülü canavarlardan birine bile isabet ettirememişti.
Arabacı Eifun, büyülü canavarların saldırılarını savuştururken, onların hareketlerini dikkatlice izledi.
Bu büyülü canavalar şempanzeye benziyordu.
On yaşında bir çocuk kadar büyüklerdi ve siyah kıllarla kaplıydılar, yüzleri kıpkırmızıydı. Ayrıca oldukça da çeviklerdi.
Lecan sakince büyülü canavarları biçmeye devam etti.
Büyülü canavarlar biraz düzensiz hareket ediyordu ama Lecan’ın hareket görüşü ve saldırı hızı yüzünden ona, aşırı yavaş geliyorlardı.
Chaney, müşteri, vagonun içine saklanmıştı ve camları da kapatmıştı. Yani güvendeydi. Bu tarz canavarlar vagonu tek vuruşta yok edecek kadar güçlü değillerdi ve zaten Lecan onlara şans vermiyordu.
Eda canavarlardan daha tehlikeliydi. Ona doğru iki ok geliyordu. İkinci ok onu sinirlendirdi ve oku havada ortadan ikiye kesti.
Bir canavar Eifun’a atlayıp onu ısırımak üzereyken, Lecan onu da biçti.
“Ah! Acıyor!”
Eda bağırıyordu. Muhtemelen canavarlar tarafından ısırılmıştı ya da bir yerleri kesilmişti. Lecan o kadar uzağa gitmeye uğraşamazdı.
“B-Bitti mi? Ah, vagon kanla kaplanmış ama şu an harcadığımız zaman daha önemli. Devam edelim.”
“Ah, Chaney-san! Bir dakika lütfen. Oklarımı toplamam lazım!”
Lecan, Eda’nın dediklerini duyduğunda kafasındaki bir gizemi daha çözdü. Eda’nın yedek odaklarını nereye koyduğunu bulamamıştı. Gerçek şuydu ki, Eda’nın yedek oku yoktu.
“Gidelim, Eifun-san.”
“Hoho.”
Chaney, Eda’nın ağlayışlarına kulak asmadı ve vagonun ilerlemesini söyledi. Eda telaşla birkaç ok topladı ve vagonun arkasından koştu. Bu arada Eda’nın taşıdığı on iki oktan bir tanesi bile canavarları vurmamıştı.
Dağdaki kampın üçüncü gününde Eda birden bağırdı.
“Büyü taşları!”
“Büyü taşlarına ne olmuş?”
“Şu, Kızıl Şempanzeleri’ni (Urudou) yendik ve büyü taşlarını almayı unuttuk!”
Bu demekti ki o canavarlar Kızıl Şempanzeler idi.
Lecan, onların zindanlarda ve ormanlarda çıkan en yaygın canavarlar olduğunu duymuştu. Şu ana kadar o canavarlarda birkaç tanesini öldürmüştü ama görünüşleri ve isimleri arasında bir türlü ilişki kuramamıştı.
Yine de Eda böyle saçmalıyordu. Chaney’in dediğini duymamış mıydı?
“Hem de bu çok iyi bir fırsatken!”
Eda’nın sorduğu soruyu bir kenera bırakırsak şu Kızıl Şempanzeler’in çekirdekleri almaya değecek kadar değerli değildi. Eğer onları toplayacak kadar düştüyseniz, Lecan’ın öğlen yendiği seksen büyülü canvar o büyülü taşlardan daha değerlidir. Zaten Chaney, uğradıkları köyün yaşlısından öldürdükleri canavarlardaki büyü taşlarını ve materyalleri almalarını istemişti. Böylece doğaya zarar vermeyeceler veya israf olmayacaklardı.
“Hadi ama! Geri dönmeyi düşünemez miyiz?”
Eda çok ses yapmaya başladığından, Lecan konuyu başka bir yere çekti.
“Eda. Boynundaki sarı atkı dikkat çekiyor.”
“Ne? Ah, çok güzel di’ mi? Hehe.”
“Karanlık yerlerde bile kolayca seçilebiliyor.”
“Oh, teşekkürler.”
“Büyülü canavarlara yerimizi çok güzel gösteriyor.”
“Ne?”
“Maceracılar o kadar şatafatlı şeyler giymez.”
“Uauauauaua! Ne?! Bana daha önceden söylemen lazımdı! Uaa! Demek bu yüzden benim üzerime gelip duruyorlardı. Uaa! Uaaa! Hatırlamak bile acı veriyor ya. Of, of!”
Böyle düşünmesine rağmen yine çok ses yapmıştı. Lecan’ın aklına göze çarpan kıyafetler giyen bir maceracı geldi.
[Kanlı] Rancy diye anılan kadın bir maceracıydı. Alev kızılı saçlarıyla kan rengi deri bir zırh giyiyordu. Ellerinde de parıldayan yakutlar vardı. Kesinlikle gösterişli bir kadındı. Kılıcıyla büyülü canavarları kestiğinde, düşmanlarının kanıyla resmen banyo yapardı. Ayrıca deşhet gibi bir kadın olduğundan çoğu erkek ona aşıktı. Fakat sonuç olarak hepsinin kalbi kırıldı…
Lecan birdenbire eski dünyasını özlediğini hissetti.
Yukarı baktı. Sadece yıldızlar vardı, Ay yoktu. O parlak Ay, bu dünyada yoktu.
Bir faydası yoktu ama onu özlemeye devam etti.