Three Days of Happiness - Bölüm 11
Çeviren: Kylerxy Düzenleyen: Xyrante
Bir Otomat Makinesi ile Tura Çıkmak
Cemiyet merkezinden dört saat yürüdükten sonra sonunda apartmana ulaştık. Kendi odamın kokusu nostaljikti. Bedenim ter içinde sırılsıklam olmuştu ve ayaklarım kabarmıştı. Duş almak için kapıyı açtığımda aniden Miyagi’nin ilk önce kullanmasına izin verip vermemem gerektiğini düşündüm. Ama eğer çok fazla endişeli gözükürsem, aramızda yarattığı mesafe duygusunu yok eden ben olabilirdim.
Suyu akıtma dürtüsüne direnerek, hızlıca kendimi yıkadım, üstümü değiştirdim ve oturma odasına geri döndüm.
Şimdiye kadar gördüğüm kadarıyla Miyagi sessizce duşa giriyordu. Banyoya geri dönmek üzereyken ayak sesleri duydum bu yüzden hızlıca gözlerimi kapattım.
‘’Bay Kusunoki’’ Miyagi söyledi.
Onu fark etmemişim gibi davrandım.
‘’Bay Kusunoki, uyuyor musunuz?’’ Miyagi yastığımdan fısıldadı.
‘’Soruyorum, çünkü yarı uykulu gibi görünüyorsunuz. Ve eğer gerçekten öyleysen, o zaman benim için endişeli olmamanın çok güzel olacağını düşünüyorum… İyi geceler. Duşunu ödünç alacağım’’
Duş kapısının sesini duyduğumda kalktım ve Miyagi’nin her zaman olduğunu odanın köşesine baktım.
Bu gece tekrar orada uyuyor olacak değil mi? Hiç uyuyamayacağınız bir pozisyonda, izlemek için bir kaç dakika ve uyumak için bir kaç dakika ayırarak.
Tıpkı bir deney olarak Miyagi’nin oturuşunu taklit ederek uyumaya çalıştım. Ama uykum gelmeyecekti.
Miyagi geri döndü ve omzuma dokundu ‘’Orada ne yapıyorsun? Yatakta uyumalısın’’ diye uyardı.
‘’Bu benim sınırım. Yatakta uyumalısın. Böyle uyumak çok saçma’’
‘’Ne kadar saçma olursa olsun buna alışığım’’
Yatağımın sol tarafına uzandım ‘’Artık sol tarafta uyuyacağım. Ne olursa olsun, sağ tarafa girmeyeceğim, hatta bakmayacağım bile. Beni yakından gözlemlemek için mükemmel bir yer olurdu. Kullanmak isteyip istememek sana kalmış ama her şekilde ben sol tarafta uyuyacağım’’
Bir anlaşma noktası bulmaya çalışıyordum. Miyagi’nin benim gibi birisiyle yerde birlikte yatmayı kabul edip etmeyeceğinden şüpheliydim. Bu yanımda yatmanın sorun olmadığını söylesem de kolayca kabul edeceği anlamına gelmiyordu.
‘’Hala yarı uykulu musun? Bay Kusunoki.’’ Miyagi sanki niyetimi onaylıyormuş gibi sordu.
Onu görmezden geldim ve gözlerimi kapattım. Yirmi dakika sonra, Miyagi’nin diğer tarafa geçtiğini hissettim.
Bir yatağı sırt sırta paylaşmıştık. Önerinin kendimi tatmin etmek için olduğunu kabul etmiştim. Böylece Miyagi’yi tekrar rahatsız ediyordum. Gerçekten bunu yapmak istememeliydim. Benim nezaketime yanıt vermek yıllar boyunca bir gözlemci olarak inşa ettiği azmine zarar verebilirdi. Dahası ölüme yaklaşan birisinin nezaketi değişkendi, kararsız bir şeydi. Bu nezaket insanlara yardım etmez daha da yaralardı.
Yine de Miyagi hala harika hassasiyetli bir stille benim cansız nezaketimi kabul etmişti. Bana saygı gösterdiğini sanıyordum. Ya da belki de sadece ölümcül derece yorulmuştum.
Odayı dolduran kırmızı bir gün batımı ile uyandım. Miyagi’nin uzun süredir uyanık olduğunu düşünmüştüm ama biraz daha uyuyacakmış gibi görünüyordu. Yataktan kalktım ve parlak güneş ışığına göz kırptım.
Göz teması kurduğumuzda ikimiz de uzağa baktık. Böyle derin bir uykudan sonra saçları ve kıyafetleri dağınıktı ve neredeyse savunmasız görünüyordu.
‘’Sadece bugün biraz yorulmuştum’’ Miyagi bir bahane sundu ‘’Yarından itibaren her zamanki yerimde uyuyacağım’’
Daha sonra ekledi ‘’Ama çok teşekkür ederim’’ Gün batımında Miyagi ile yürüdüm. Ağustos böcekleri vızıldıyordu. Belki de yatak olayından dolayı Miyagi bugün biraz daha uzak görünüyordu. ATM’ye bıraktığım az miktardaki parayı geri aldım ve ay için yarı- zamanlı iş paramı topladım.
Bunlar benim için son savaş fonlarımdı. Dikkatlice kullanmam gerekecekti.
Bir yaya köprüsünden gün batımını izledikten sonra özel bir dana çorbası dükkanına gittik. Bir yemek bileti sistemi kullanılıyordu bu yüzden Miyagi kendi biletini aldı ve bana verdi.
‘’Yapacak şeylerin bitmesi’’ Miso çorbamı bitirirken söyledim.
‘’Ölmeden önce yapılacaklar listemdeki her şeyi yaptım. Peki , şimdi ne yapacağım?’’
‘’İstediğini yap. Bir çeşit hobiniz bile olmalı değil mi?’’
‘’Evet, müzik dinliyor ve okuyorum… Ama şimdi düşündüğümde bunlar sadece yaşamaya devam etmemin araçlarıydı. Müzik ve kitapları hayyatla uzlaşmak için kullandım. Artık kendimi devam etmeye zorlama eskisi kadar ihtiyaç olmadığından devam etmeye gerek yok’’
‘’Belki de onlardan zevk alma şeklini değiştirmelisin. Artık güzelliklerinin saf tadını çıkarabilirsin’’
‘’Evet, ama bir sorun var. Kitaplara nasıl baktığım ya da nasıl müzik dinlediğim önemli değil, uzak hissediyorum, sanki benimle hiçbir ilgileri yok.”
… Bunu düşününce. Dünyadaki çoğu şey yaşamaya devam edecek insanlar için yapılır. Tabi ki de bu doğal. Yakında ölecek insanlar için bir şeyler yaratamazsın’’
Et çorbacısında çalışan yaklaşık elli yaşındaki adam ölüm hakkında kendi kendime konuştuğum için kaşlarını çattı.
‘’Basit bir şeylerde hiç mi eğlenemiyor musun?… Örneğin, terk edilmiş yerlere bakmak ya da yollarda yürümek ve demir yolu bağlarını saymak ya da on yıllarca terk edilmiş pasaj dolapları ile uğraşmak?’’
‘’Bunlar son derece spesifik şeyler. Tahmin edeyim böyle adamları gözlemledin?’’
‘’Evet. Geçen aylarda bir kamyonetin arkasında uzanıp gökyüzünü izleyerek zamanını geçiren bir adam bile vardı. Hayatını satarak kazandığı tüm parayı tanımadığı bir yaşlı adama verdi ve insanların durdurmayacağı yerlerde kamyoneti sürmesini istedi’’
‘’Kulağa huzurlu geliyor. Bu şaşırtıcı bir şekilde göçmek için en zekice yol olabilir gibi görünüyor’’
‘’Oldukça ilgin. Manzarayı uçarken izlemek yeni bir duygu olacaktır’’
Hayal etmeye çalıştım. Mavi gökyüzünün altında, kırsal yollardan aşağı inerek, rahat bir esinti hissederek,- her yere gitmek. Tüm hatıralar ve pişmanlıklar kafamdan uçacak ve yolda kalacaktı. Ne kadar ileri giderseniz, bu anılardan o kadar uzaklaşacaksınız- ölmekte olan bir insan gibi.
‘’Daha fazla duyabilir miyim? Hiçbir şey olmadığı sürece gizlilik ya da iş nedenlerinden dolayı bana söyleyemez misin?’’ diye sordum.
‘’Daireye döndüğümüz zaman sana istediğin kadar anlatabilirim’’ Miyagi söyledi.
‘’Ama burada konuşmaya devam edersen oldukça şüpheli görüneceksin’’
Geri dönüş yolunda küçük bir ayçiçeği tarlasını, eski bir okul binası ve eğimli arazide inşa edilmiş bir mezarlığı geçerek büyük bir sapağa geldik.
Ortaokulda büyük bir etkinlik vardı ve böcek spreyi ve deodorant kokan sağlıklı, bronzlaşmış çocuklar yanımızdan geçti. Saf, yoğun bir yaz gibi hissettiren canlı bir geceydi.
Eve döndüğümüzde, Miyagi ile Cup’a bindim ve tekrar yola çıktık. Belki de ikimizde hafif giyindiğimizden, bedeninin pürüzsüzlüğünü düzgünce hissettim ve dikkatsiz oldum.
Yanlışlıkla bir kırmızı ışıktan geçtikten sonra, hızlı bir şekilde freni yakaladım, bizi birbirimize daha da yakınlaştırdım ve hızlanmış nabzımı hissetmediğini umut ettim.
Tepelere çıktım ve şehrin en güzel manzarası gibi görünen bir yere park ettik. Bize otamattan iki kahve aldım ve kuru manzaradan keyif aldım. Aşağıda uzaktaki şehrin ışığına kıyasla çok küçük görünen sadece ufak bir turuncu parıltı bırakan bir yerleşim bölgesi vardı.
Geri döndükten sonra dişlerimi fırçaladım, yatağa uzandım ve Miyagi’nin konuşmasını dinledim. Bana birisinin bir çocuğa hikaye kitabı okuması ile aynı ritimde eski denekleri hakkında daha az acı veren hikayeleri anlattı. Bu hikayeler hakkında özel bir şey yoktu tabiri caizse çoğu edebiyat eserlerinden daha çok beni yatıştırmışlardı.
Ertesi gün, kalan origami kâğıtları ile daha fazla turna katlarken ne yapmam gerektiğini düşündüm. Kağıt turnalarda boğularak ölmek kötü olmaz dedim, ellerimde bazılarını toplayarak onları havaya fırlattım. Miyagi de benzer şekilde birçoğunu elinde topladı ve onları kafamdan aşağı döktü.
Origami’den bıktığımda biraz temiz hava almaya gittim. Sigara dükkanından kısa Hope aldım, anında bir tane yaktım ve otomattan bir bardak kahve içtikten sonra bir şeyleri fark ettim.
Burnumun dibindeydi ama görememiştim.
Sanırım biraz mızmızlanmak için dışarı çıkmış olmalıydı çünkü Miyagi yüzüme baktı ve sordu ‘’Bu nedir?’’
‘’Hayır, şey, çok aptalca… Sadece gerçekten sevebileceğim bir şeyi hatırladım’’
‘’Lütfen bana da söyle’’
‘’Otomatları seviyorum’’ başımı kaşıyarak söyledim.
‘’Ah’’ Miyagi söyledi, yanlış anda söylemiş gibi görünüyordu ‘’… Peki ya onların neyini seviyorsun?’’
‘’Hmm. Kendimden emin olup olmadığımı söyleyebileceğimi bilmiyorum. Ama bir çocukken büyüdüğümde gerçekten bir otomat olmak istiyordum’’
Miyagi yavaşça başını eğdi ve boş boş bana baktı.
‘’Um, sadece kontrol amaçlı ama kahve, soda ve benzeri şeyler satan otomattan mı bahsediyorsun? Az önce kullandığın gibi’’
‘’Evet, ama bundan daha fazlası. Sigaralar, şemsiyeler, takılar, yaki onigiri, udon, buz, dondurma, hamburger, oden, patates kızartması, salamura etli sandvinç, fincan noodle, bira, likör… Otomatlar her türlü şeyleri sunar. Japonya otomatların ülkesi. Çünkü düzeni sağlamak için iyidirler’’
‘’Ve böylece o zamanlar otomatlara olan sevginiz başladı’’
‘’Evet, öyle. Onları kullanmayı seviyorum, sadece onlara bakmaktan bile hoşlanıyorum. Düz eski bir otomat bile gözüme takılıp yakından bakmama neden olabilir’’
‘’ Hmm, şey… Bu biraz bireyselliği olan bir hobi’’ Miyagi takip etmeye çalıştı ama gerçekten de aptal bir hobiydi. En azından yaratıcı değildi. Aptal değersiz bir hayatın sembolü diye düşünmüştüm.
‘’Ama sanırım anlıyorum’’ Miyagi beni neşelendirmek için söyledi.
‘’Bir otomat için yanan bir arzum var’’ gülümsedim.
‘’Hayır, anlayabileceğini sanmıyorum. Ama görüyorsun… Otomatlar her zaman orada. Para verdiğin sürece, her zaman sana sıcaklık sunacaklar. Ürünlerinin toplamından daha fazlasını sunuyorlar. Değişmezler ve kalıcı net bir şekilde aynı muameleyi gösterirler’’
Mini konuşma içimde bir şeyleri etkiledi. ‘’Wow. Senin söylediklerin benim söylemek istediklerimden çok daha iyiydi’’
‘’Teşekkürler’’ Kafasını eğdi, özellikle memnun olmuş görünmüyordu.
‘’Otomatlar biz gözlemciler için önemlidir. Müşterilerin aksine bizi görmezden gelmiyorlar… Yani otomatlardan hoşlandığımızı söylemek oldukça mantıklı. Ama o zaman ne yapmak istiyorsun?’’
‘’Peki, sevdiğim başka bir şey hakkında konuşalım. Bu sigara dükkanına her geldiğimde, Paul Auster’in ‘’Smoke’’ unu hatırlarım. Gerçekten her gün aynı sigara dükkanının önünden geçmek ve sürekli aynı yerin fotoğrafını çekmekten hoşlanmıştım. Bunun gibi basit bir şeye yatırım yapmak gerçekten heyecan vericiydi… Bu yüzden, Auggie Wren’i taklit etmek ve ilk bakışta anlamsız fotoğraflar çekmek istiyorum. Herkesin yapacağı şekilde sıradan otomatların fotoğraflarını çekmeye devam etmek.’’
‘’Ne söyleyeceğimden emin değilim’’ Miyagi söyledi ‘’Ama sanırım bundan ben de hoşlandım’’ Ve böylece otomat turum başladı.
Ucuzluk pazarından bir gümüş kamera ve on rulo film satın aldım. Yapmam gereken tek hazırlıklar bunlardı. Dijital kameranın fotoğrafı yönetmenin daha kolay ve ucuz yolu olacağını biliyordum ama fotoğraf çekme hissini daha fazla algılamayı istiyordum.
Fotoğraf makinesini filmlerle doldurdum, Cup’ı aldım ve etrafta kuytu köşede gözüme çarpan her otomatın fotoğraflarını çektim.
Her fotoğraf çekişimde yapabildiğim kadar otomatın etrafını çevreleyen eşyalarını almaya çalıştım. Sundukları içecekler ve düğmelerin düzeni gibi ufak farkları kafaya takmıyordum. Otomatın ne durumda ve ne tarz bir yerde olduğunu yakalamaya çalışıyordum.
Kasabada aramaya başladığımda beklediğimden daha fazla otomat buldum. Sadece apartmanın etrafında bir düzine fotoğraf çekmiştim. Kaç kez geçmeme rağmen her zaman göz ardı ettiğim birçok otomat vardı ve bunun gibi küçük keşifler kalbimi yerinden oynatıyordu.
Bazen aynı otomat gece ve gündüz çok farklı görünüyordu. Bazı otomatlar daha parlak yanıyor ve etrafına böcekler akın ediyorken diğerleri elektrik tasarrufu için sadece düğmelerini aydınlatıyordu bu yüzden karanlıkta yüzüyorlardı.
Bir hobi kulağa bu kadar aptalca gelse de benden çok daha takıntılı insanlar vardı ve onlarla rkabet edemezdim. Ama gönlümde umursamıyordum. Birinin söylediği gibi bu benim için en uygun yöntemdi.
Her günün başında fotoğraf stüdyosuna gidiyordum ve filmin çıkmasını beklerken otuz dakika da kahvaltı yapıyordum. Her günün sonunda o sabah çıkardığım fotoğrafları masanın üstüne koyuyor, Miyagi ile onlara bakıyor ve dikkatlice albüme koyuyordum.
Tüm fotoğraflarda ortak nokta, bir otomata odaklanmasına rağmen tüm fotoğraflar onları farklı yapan diğer şeyleri gün yüzüne çıkarıyordu.
Aynı kişi onların ortasından aynı ifade ve poz ile fotoğraf çekiyordu. Otomatlar bir ölçüm cihazı olarak hizmet ediyordu.
Fotoğraf stüdyosunun sahibi her sabah otomatların fotoğraflarını çıkarmak için geldiğimden bana ilgi duymaya başlamış gibi görünüyordu. Kırklı yaşlarında, çok zayıf ve mütevazı birisiydi. Bir gün benim rahatlıkla boş alanla konuştuğumu fark etti ve sordu.
‘’Yani orada birisi var değil mi?’’
Miyagi ve ben birbirimize baktık.
‘’Bu doğru. Miyagi adında bir kız. Görevi beni gözlemlemek’’ dedim. Anlamsız olduğunu bilmesine rağmen Miyagi de başını ona eğdi. Buna inanmasını beklemiyordum ama ‘’anlıyorum’’ diye hızlıca Miyagi’nin varlığını kabul ederek kafa salladı. Görünüşe göre arada sırada garip birisi çıkıyordu.
‘’Yani bu garip fotoğraflar o zaman- aslında onun fotoğraflarını mı çekiyorsun?’’ sordu.
‘’Hayır, bu o değil. Sadece otomatların fotoğrafları. Miyagi’nin yardımıyla otomat turu yapıyorum’’
‘’Ve bu onun için mi?’’
‘’Hayır, bu sadece benim hobim. Miyagi sadece benimle geliyor. Bu onun işi’’
Mağaza sahibinin yüzü hiç anlamadığını söylüyordu ‘’Eh, devam et’’ dedi.
Mağazadan ayrıldık ve Miyagi’nin Cup üzerinde ikinci koltukta duran bir fotoğrafını çektim.
‘’Ne yapıyorsun?’’ Miyagi başını eğerek söyledi.
‘’Başkaları sadece bir bisikletin anlamsız bir fotoğrafı olarak görecek’’
‘’Tüm resimlerim başkaları için anlamsız’’ dedim.
Tabi ki de insanlar fotoğraf stüdyosunun sahibini seviyordu ve sevmeselerdi endişeli olurdum ama sevmeyen azınlıktı.
Bir sabah, bir çöplüğü ziyaret etmek için apartmandan ayrıldığımız ve Miyagi’nin ayakkabılarını giymesi için kapıyı tutarken komşum aşağı geldi. Zorla iş yaptıran gözlere sahip uzun bir adamdı. Miyagi dışarı çıktı ve ‘’Üzgünüm beklettim ‘’ dedi ve kapıyı kapatarak ‘’Tamam, hadi gidelim’’ dediğimde bana rahatsız olmuş bir bakış attı.
Tamamen açık ve rüzgârlı bir gündü. Daha önce hiç görmediğim ve duymadığım bir alanda kaybolmuştum, iki saat dolandıktan sonra sonunda bildiğim yerlere ulaştım- ve burası benim ve Himeno’nun memleketiydi. Belki de kaybolduğumda içgüdüsel olarak girdiğim yol buydu.
Tabi ki de bu otomatların bulunduğu bir yer olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Fotoğraf çekerken Cup ile yokuş aşağı indim. Çocukken çok gittiğim şekerci dükkanında bir dondurma otomatı buldum Benim en sevdiklerim, çikolatalı arpa pofudukları, kinako çubukları, zar karamel, portakal sakızı, Botan Pirinç şekeri- bir düşününce, tatlılardan başka bir şey yememiştim.
Şeker dükkanı uzun zaman önce kapanmıştı ama ilk kez aynı yeri ziyaret ettiğimde kırmızı paslı otomat her zamanki yerinde duruyordu.
Dışarıdan sokağın diğer tarafındaki telefon kulübesinden umumi bir banyo gibi görünüyordu ama uzun süredir orada olmasına rağmen yine de makine zar zor çalışmaya devam ediyor gibi görünüyordu.
Miyagi ve ben ağaçlardan gelen gün ışığı ile aydınlatan çimlerin üzerindeki bir bankta oturuyor ve sabahları yaptığımız gibi onigiri yiyorduk.
Etrafta kahverengi benekli kedi ve siyah bir kedi dışında kimse yoktu. Kediler uzaktan baktı ve sanki hiç tehlike hissetmemiş gibi yavaş yavaş yaklaştılar.
Onlara yiyecek vermek istemiştim ama ne yazık ki kedilerin yiyebileceği yiyecekleri üzerimde taşımıyordum.
‘’Düşününce, Miyagi kediler seni görebilir mi?’’
Miyagi ayağa kalktı ve kediye doğru yürüdü. Siyah kedi kaçtı ve kahverengi benekli kedi mesafesini korudu ve birkaç saniye sonra diğerini takip etti.
‘’Evet, kedi ve köpekler beni görebilir’’ Miyagi arkasını dönerek söyledi.
‘Dediler ki, sanki benden hoşlanmıyorlarmış’’
Yemekten sonra kısa bir süre dinlendik ve Miyagi not defterine bir kalemle çizmeye başladı.
Kedileri bulmak için etrafı taradım. Bir kaydırağın üstüne çıkmışlardı ve Miyagi bu sahneyi beğenmiş gibiydi.
Böyle bir hobisi olduğu için şaşırmıtşım. Belki de tüm süre boyunca bir gözlem günlüğü yazıyormuş gibi görünürken kendi eğlencesine dalmıştı.
‘’Yani bu senin bir hobin?’’ diye söyledim.
‘’Evet, şaşırdın mı?’’
‘’Evet. Yine de çok iyisin’’
‘’Pratik yapma nedenim bu. Ve o kadar da iyi değilim’’ Miyagi bir nedenden gururla söyledi.
‘’Bana neler çizdiğini gösterebilir misin?’’
Aniden defteri kapattı ve çantasına koydu.
‘’Şimdi yola devam etmeliyiz’’ beni acele ettirerek söyledi.
Bir sonraki şehre giderken tekrar şeker dükkanını yanından geçtiğimden günün yarısını harcamıştık. Mağazanın önünde Snow Brand bankında oturan birisi vardı. Ve çok iyi bildiğim birisiydi.
Cup’ı yol kenarına park ettim, motoru durdurdum ve bankta oturan yaşlı kadına yaklaştım.
‘’Merhaba’’
Yavaşça tepki verdi. Ama sesim ona ulaşıyor gibi görünüyordu ve gözlerini bana çevirdi.
90 yaşının üzerinde olmalıydı. Binlerce kırışıklık olduğunu hissettiren elleri ve yüzü kucağına katlanmıştı. Şeffaf beyaz saçları cansız bir şekilde sallanıyordu ve kederli görünümü trajikti.
Ben bankın önüne çömeldim ve tekrar onu selamladım.
‘’Merhaba. Muhtemelen beni hatırlamıyorsun değil mi?’’
Sessizliğini bir onay olarak kabul edebilirim gibi görünüyordu.
‘’Anlaşılabilir. Buraya en son on yıl önce geldim’’
Beklenildiği gibi cevap vermedi. Yaşlı kadının bakışları önündeki bir kaç metrede takılı kalmıştı. Konuşmayı kendi kendime devam ettirdim.
‘’Ama ben seni çok iyi hatırlıyorum. Sadece gençliğimizde iyi bir hafızaya sahip olacağımız gerçekten doğru değildir. Ben hala sadece 20 yaşındayım ama geçmiş hakkında her şeyi unuttum. Mutlu ya da üzgün ne varsa, hatırlama şansın olmaz ise yakında sen de hepsini unutacaksın. İnsanlar farkına varmadıkları şeyleri unutmuş olmalılar. Eğer herkes en mutlu anıları mükemmel bir şekilde koruduysa, sadece onların bakış açısından içi boş hediyeler ile yaşamaları üzücü olurdu. Ve eğer herkes en mutsuz anılarını mükemmel bir şekilde koruduysa, yine de üzücü olurdu. Herkes sadece hatırlamanın gereksiz olduğunu şeyleri hatırlıyor’’
Cevap ya da söz yoktu. Yaşlı kadın hala bir korkuluk gibi hareketsizdi.
‘’Hafıza ne kadar dengesiz olsa da o zamanlar bana ne kadar yardım ettiğini hala unutmadım. Çok nadir bir şeydi. Tabi ki, on yıl önce insanlara nadiren minnettar olurdum. Yetişkin bana nazik olsalar bile, sadece hayatların olmam gereken bir pozisyon olduğuna ikna olmuştum, bu yüzden hiç kimse saf bir niyet ile yaklaşmıyordu… Evet, cazibesi olmayan bir çocuktum. Böyle bir çocuk evden kaçmayı bile düşünebilirdi. Sekiz yaşındayken ya da dokuz yaşındayken, tam olarak ne zaman olduğunu unutuyorum, anneme kavga ettim ve evden ayrıldım. Ne için kavga ettiğimizi tamamen unuttum. Aptalca önemsiz bir şey olmalıydı’’
Yaşlı kadının yanına oturdum, banka yaslandım ve uzaktaki direklere ve mavi gökyüzündeki bulutlara baktım.
‘’Çok fazla düşünmemiştim bu yüzden şeker dükkanında zaman öldürmeye karar vermiştim. Açıkçası o yaşlardaki bir çocuğun yanlız yürümeye başlayacağı bir zaman değildi bu yüzden ban sordun ‘’Eve gitmen gerekmiyor mu?’’ Bir ebebeynim ile hararetli bir tartışma yaşadım, geçmişteki bir şeye hüngür hüngür ağladım. Bunu duyduğunuz zaman, bana arkadaki gişir kapısını açtınız, içeri yönlendirdiniz ve bana içerden şekerler ve çaylar çıkardınız. Bir kaç saat sonra ailemden bir telefon geldi ve orada olup olmadığımı sordular. ‘’Buradaydı ama bir kaç saatti yok’’ dediniz ve telefonu kapattınız… Belki de sizin için hiçbir şey ifade etmiyordu. Ama bence bu deneyim sayesinde, en derin umutlarımı hala başkalarına koyabilirdim- ya da en azından bu sayede kendime güvenmiştim’’
Biraz daha sohbet edelim mi diye sordum. Yaşlı kadın gözlerini kapadı, gittikçe ölüleşiyor gibi görünüyordu.
‘’Beni unuttuysan, o zaman eminim ki Himeno’yu da unutmuşsundur… Her zaman onunla bu dükkana gelirdim. Adından anlaşılacağı gibi bir peri masalındaki prenses gibiydi. Ona saldırı yapmış gibi olmak istemiyorum ama eşsiz güzelliği bu kasabaya tamamen uymayan bir şeydi. Ben ve Himeno okulda ikimiz de kara koyunduk. Muhtemelen sadece sümüklü bir çocuk olduğumdan nefret ediliyordum. Ama sanırım Himeno farklı bir çocuk olduğundan nefret ediliyordu… Kaba olduğumu biliyorum ama bunun için minnettar hissetmekten kendimi alamıyorum. Çünkü gruptan uzaklaştıkça Himeno ve ben birlikte olmuştuk. Sadece Himeno’yu yanımda tutarak diğer herkesin yaptığı zorbalığa göğüs gerebilirdim. Her halükarda Himeno ve bana aynı şekilde davrandıklarını düşünebilirim’’
Her seferinde Himeno dediğimde yaşlı kadın bir tepki gösteriyor gibiydi. Bundan mutlu olmuştum, devam ettim.
‘’Dördüncü sınıfın yazında, Himeno ailesinin iş değişikliği nedeniyle okulunu değiştirmek zorunda kaldım. Bu onu giderek tanrılaştırdığım görüntüsü için bir tetikleyici olmuştu. On yıl boyunca ‘’20 yaşında kimseyle birlikte olmama’’ sözünü kullanmıştım. Ama geçen gün, Himeno’nun benim için düşkünlüğünün belli bir noktayı geçtikten sonra korkunç bir nefrette dönüştüğünü öğrendim. Gözlerimin önünde intihar etmeyi bile planlamıştı.”
“…Sonra aniden hatırladım. Himeno ile tekrar bir araya gelmeden önce, sınıfımızın mektuplarla doldurduğu ve ilkokulda gömdüğümüz bir zaman kapsülünü kazmaya gitmiştim. Gerçekten yapmamam gerektiğini biliyordum ama bazı nedenlerden dolayı çok yakın zamanda ölecektim bu yüzden en azından buna izin vermeleri gerektiğini düşünmüştüm’’
Şimdi.
Sonuçları karşılaştırmaya ne dersin.
‘’Şimdi garip olan Himeno’nun mektubu zaman kapsülünde değildi. Bunun nedeninin o gün Himeno’nun okula gelmediği için olduğunu düşünmüştüm ama bir kez düşündüğümde, bunun mümkün olmadığını fark ettim. Bu mektuplar öğretmenimizi hazırlamamız için bolca zaman verdiği bir şeydi. Sadece okula gelmediği için birinin mektubunu zaman kapsülüne gömemeyeceği bir şey değildi. Birinin benden önce kazmış ve zaman kapsülünden Himeno’nun mektubunu almış olması akla en yatkın olandı. Ve eğer bu olmuşsa- Himeno’nun kendisinden başka bunu yapabilecek birisini düşünemiyordum’’
Bunu önceden fark edememiştim. Ama tam o zaman zihnimde bir araya gelmeye başlamıştı.
‘’17 yaşındayken Himeno’de tek bir tane mektup almıştım. Mektubun içeriği hakında özel bir şey yoktu. Alıcı ben olduğum ve Himeno gönderen olduğundan sadece bu benim için yeterliydi. Onlarla ne kadar yakın arkadaş olursa olsun asla başkalarına mektup yazacak ya da arayacak türden birisi değildi. Yani ondan bir mektup geldiğinde… Bunu fark etmeliydim’’
Evet.
Çok daha önce fark etmeliydim.
‘’Bu mektup Himeno’nun bir SOS biçimiydi. O mektupla yardımımı istemiş olmalıydı. Tıpkı benim gibi, köşeye sıkıştığında, geçmişine sarılmıştı, zaman kapsülünü kazmış, bir ve tek çocukluk arkadaşını hatırlamış ve bana mektup göndermişti. Niyetini fark edememiştim, artık bu pozisyon için uygun değildim bu yüzden Himeno’yu kaybetmiştim. Bir hayalet olmuştu ve onu ben bunu fark ettiğimde ben de hayalet olmuştum. Himeno yakında intihar edecek ve ben de hayatımın sonlarına girecektim… Durmak için kötü bir yerdi ama bu kasvetli bir hikayenin sonuydu. Seni tüm bunlarla sıktığım için çok üzgünüm’’
Ayrılmak için ayağa kalktığımda, yaşlı kadın dudaklarını birbirinden ayırır ayırmaz ‘’Güle güle ‘’ dedi.
Bu ayrılık kelimesi bana söylediği tek şeydi.
‘’Çok teşekkür ederim, güle güle’’ diye yanıtladım ve şeker dükkanını arkamda bıraktım.
Geçmişimdeki bir hayırsever tarafından unutulmak beni çok fazla incitmezdi. Anılarıma ihanet etmeye başlamıştım. Ama o zaman belirli bir olasılığı tamamen göz ardı etmiştim.
Her zaman yanımda olan, her türlü hayal kırıklığı yaşadığımda destek olan kız.
Benim gibi umutsuz hisseden ama yine de hayatını satacağı yerde zamanını satan, geleceği olmayan kız.
Nezaket eksikliğini inanılmaz tatlılığı ile telafi eden kız.
Miyagi’nin bana ihanet etme olasılığını göz ardı etmiştim.
‘’Bay Kusunoki? Bay Kusunoki’’
Sadece çift kişilik koltukta otururken beni kucaklamaktan tereddüt etmeyen Miyagi ben sürerken yandan beni dürttü.
Yavaşladım ve ‘’Ne?’’ diye sordum ve sanki beni etkilemek istiyormuş gibi söyledi ‘’Sana iyi bir şeyler söyleyeceğim’’
‘’Şimdi hatırladım. Uzun zaman önce de bu yola gelmiştim. Bir gözlemci olmadan çok önce… Yolu dümdüz biraz takip eder, daha sonra sağa döner ve dümdüz giderseniz Yıldızlı Göle ulaşacaksınız’’
‘’Yıldızlı Göl?’’
‘’Sana söylediğim göl, ölmeden önce tekrar ziyaret etmek isteyeceğim. Resmi olarak nasıl adlandırıldığını bilmiyorum’’
‘’Oh evet, bana bundan bahsetmiştin’’
‘’Bu iyi bir şey değil mi?’’
‘’Evet, öyle’’ kabul ettim, ruh halini de hafifletmeye çalışıyordum ‘’Kesinlikle gitmeliyiz’’
‘’Yeterince hazın olduğunu düşünüyor musun?’’
‘’Bir yerde dolduracağım’’
Depoyu en yakın benzin istasyonundan gidebileceği kadar fulledikten sonra, Miyagi’nin talimatlarını takip ettim. Gece yarısını çoktan geçmişti. Bir dağ yoluna çıktık, gerektiğinde motoru dinlendirdik ve yaklaşık yarım saat sonra Yıldızlı Göl olarak adlandırdığı yere ulaştık.
Yakındaki marketten bir fincan ramen satın aldıktan ve yedikten sonra Cup’ı park alanın önüne koydum ve çoğunlukla ışıksız yolda yürüdüm.
Miyagi tüm binalara sevgiyle bakarken, sen bakamazsın diye beni tekrar tekrar uyardı. Görüş alanımın kenarında gerçekten de inanılmaz yıldızlı bir gökyüzünün parçasını görebiliyordum ama Miyagi’nin söylediği gibi başım aşağıda yürüdüm.
‘’Şimdi söylediklerimi dikkatlice dinle’’ Miyagi söyledi ‘’Sana rehberlik edeceğim bu yüzden ben açmanı söyleyene kadar gözlerini kapalı tutmanı istiyorum’’
‘’Bana en sonuna kadar göstermek istemiyorsun, huh?’’
‘’Evet. Tüm bu çabalardan sonra, yıldızları en iyi durumunda görmek istemiyor musun? Bay Kusunoki… Şimdi gözlerini kapat’’
Gözlerimi kapattım ve Miyagi kafamı tutatrak bu şekilde bana rehberlik etti. Gözlerimi kapalı tutarken daha önce duymadığım sesleri duymama izin verdi.
Yaz böceklerinin seslerinin hepsinin tek bir ses olduğunu düşünmüştüm ama şu anda dört farklı tür sayabiliyordum. Düşük uğultulu böcekler, cırtlak yüksek sesli böcekler, kuş benzeri seslere sahip böcekler ve kulaklara zarar veren kurbağa sesli böcekler.
Hafif esintinin ve uzak dalgaların seslerini duymuştum ve ayak seslerimi onunkilerden bile ayırabiliyordum.
‘’Söyle bana Bay Kusunoki. Seni kandırıp çirkin bir yere götürürsem ne yapardın?’’
‘’Nasıl çirkin?’’
‘’Hmm… Bir uçurum ya da köprü gibi. Düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalacağınız bir yer’’
‘’Bunu düşünmedim ve düşünmeyeceğim de’’
‘Neden?’’
‘’Böyle bir şey yapman için bir neden görmüyorum’’
‘’Bu doğru mu?’’ Miyagi sıkıcı bir sesle söyledi.
Ayaklarımın artık asfaltta olmadığını kumda olduğunu hissettim ve kısa süre sonra ahşaplar gelmişti. Sanırım bir iskeleye varmıştık.
‘’Dur, gözlerini kapalı tut’’ Miyagi elimi bırakırken söyledi ‘’Adımına dikkat et ve yere düz uzan. Daha sonra gözlerini açabilirsin’’
Kendimi indirdim, dikkatlice yere sırtımı yasladım, derin bir nefes aldım ve gözlerimi açtım.
Gözlerimin önündeki tanıdığım “yıldızlı gökyüzü’’ değildi. Belki de bu şekilde söylemeliyim- o gün ilke kez yıldızların nasıl göründüğünü öğrenmiştim.
Yıldızları kitap ve televizyon aracılığıyla görmüştüm. Samanyolu’nun içinden geçen ve bir mürekkep püskürmesine benzeyen Yaz Üçgenli bir gökyüzü biliyordum.
Ama bu referans noktaları ile rengi ve şeklini bilerek o şeyin boyutunu gerçekten hayal edemezdim. Gözlerimin önündeki görüntü hayal ettiğimden çok çok daha büyük bir şeydi. Köşeleri güçlü ışık yayan kar tanesi yağması gibiydi.
‘’Ölmeden önce burayı bu kadar çok görmek istemeni anlıyorum gibi hissediyorum’’ yanımdaki Miyagi’ye söyledim.
‘’Öyle değil mi?’’ kendini beğenmişçe söyledi.
Uzun süre yıldızlara bakarak iskelede uzandık. Üç tane kayan yıldız gördük. Bir sonrakini görünce ne dileyeceğimi merak etmiştim.
Bu noktada hayatımı geri almak gibi bir niyetim yoktu. Himeno ile buluşmak istememiş ve zamanı geri sarmak istememiştim. İşleri yeniden başa saracak enerjim yoktu. Burada huzur içinde ölmek istemiştim, sanki uykuya dalmak gibi- bu benim dileğimdi. Bundan daha fazlasını istemek yerimi bilmemekti.
Miyagi’nin ne dileyeceğini düşünmeme gerek bile yoktu. Onun dileği gözlemciliği bırakmaktı- böylece görünmez bir kadın olmayacaktı.
Varlığı herkes tarafından göz ardı edilmişti, sadece müşteriler onu görebilmişti… Bir yıl içerisinde öldüğünü görebiliyordum. Miyagi ne kadar dayanıklı olursa olsun bu otuz yıl yaşayabileceği anlamına gelmiyordu.
‘’Miyagi’’ diye seslendim ‘’Benim aşkım için yalan söyledin değil mi? Himeno’nun beni zar zor hatırladığı yalanı gibi’’
Miyagi bana döndü, hala uzanıyordu ve cevap vermek yerine ‘’Benim de çocukluk arkadaşlarım vardı’’ dedi.
Hatırlamaya çalışırken konuştum ‘’Bu kişi ‘’sizin için önemli olan’’ diye bahsettiğiniz mi?’’
‘’Evet. İyi hatırladın’’
Sessizce bekledim ve Miyagi yavaşça başladı.
‘’Hayatımda bir zamanlar sizin Bayan Himeno’ya sahip olduğunuz gibi ben de birisine sahiptim. Bu dünyada yaşamaya alışkın olduğumuzu asla hissetmemiştik bu yüzden birbirimize güvendik ve karşılıklı kendi mutualist dünyamızda yaşadık.. Bir gözlemci olduktan sonra, ilk günümde yaptığım ilk şey onu kontrol etmekti. Kaybolduğum için çok üzgün olacağını düşünmüştüm. Kabuğuna çekilecek ve geri dönmemi bekleyecekti- öyle olmayacağını düşünmemiştim.”
…Ancak, bensiz bir kaç hafta sonra bensiz bir dünyaya hızlıca adapte olmuştu. Hayır böyle değil, kaybolduktan bir ay sonra, bizi farklı görerek reddedenlerle aynı şekilde asimile olmuştu’’
Miyagi tekrar gökyüzüne baktı ve dudaklarını sıcak bir gülümseme sardı. ‘’O zaman fark ettim. Ona göre ben sadece bir zincirdim.. Dürüst konuşmak gerekirse, onu mutsuz etmek istemiştim. Hüzünlü ve umutsuz olmasını, kabuğuna çekilmesini ve geri dönüşümü beklemesini ama yine de bir şekilde zar zor nefes alabilmesini istemiştim. Kendi başına yapabileceğini bilmek istemiyordum… O zamanda beri onu görmeye gitmedim. Mutlu ya da mutsuz olsun, bu sadece beni üzecekti’’
‘’Ama ölmeden önce yine de onunla buluşmak mı istiyorsun?’’
‘’Evet. Çünkü başka bir şey bilmiyorum. Her şeyin sonunda, bu tutunabileceğim tek şey’’
Miyagi kendini kaldırdı ve dizleri yukarda oturdu. ‘’Bu yüzden nasıl hissetiğini anlayabiliyorum. Belki de anlamamı istemiyorsun’’
‘’Nah’’ dedim ‘’Anlayışın için teşekkürler’’
‘’Bahsetmeye değmez’’ Miyagi geri gülümseyerek söyledi.
Yakınlardaki otomatların fotoğraflarını çektik ve daha sonra apartmana geri döndük. Miyagi yatağa girdi ‘’sadece bugün çok yorucu bir gün olduğu için’’ diye açıkladı. Miyagi’ye gizlice bakmaya çalıştığımda, aynı şeyi yapıyormuş gibi görünüyordu bu yüzden ikimiz de hızlıca gözlerimizi kaçırdık ve sırtı sırta uyuduk.
Kayan bir yıldızdan her şeyin böyle devam edebilmesini dilemeliydim. Uyandığımda Miyagi gitmişti. Yatakta sadece defteri kalmıştı.