Three Days of Happiness - Bölüm 12
Çeviren: Kylerxy Düzenleyen: Xyrante
Bir Yalancı ve Küçük Bir Duacı
Miyagi gözlemcim olarak apartmana ilk geldiğinde, bakışları tarafından sinirim bozulmadan edemedim.
Düşüncem şuydu ‘’Gözlemcim onun yerine çirkin, kirli ve orta yaşlı birisi olsaydı eminim daha fazla rahatlayabilir ve yapılacak doğru şeyin ne olduğunu düşünebilirdim’’
Şimdi Miyagi’nin yerine önümde duran gözlemcim bunun gibi bir adamdı.
Kısaydı, çirkin kel noktaları vardı, yüzü bıyıkları yemyeşil bir sarhoş gibi kırmızıydı ve cildi yağlıydı. Alışılmadık şekilde genelde gözlerini kırpıyor, nefes alırken homurdanıyor ve boğazında balgam varmış gibi konuşuyordu.
‘’Her zaman ki kız nerede?’’ ilk sorum buydu.
‘’Arada’’ adam açıkça söyledi ‘’Bugün yarın ben olacağım’’
Elimi rahatlayarak göğsüme koydum. Gözlemcim değişmediği için müteşekkirdim. Miyagi sadece iki gün sonra geri dönecekti.
‘’Yani gözlemciler bile mola verebiliyor’’ dedim.
‘’Elbette. Senden farklı olarak, hala yapmamız gereken birçok şey var’’ dalga geçerek söyledi.
‘’Huh. Şey, rahatladım. Ve molası iki gün içinde bitecek ve her şey normale dönecek değil mi?’’
‘’Evet, plan bu’’ dedi adam.
Uykulu gözlerimi ovuşturdum ve yine aynı köşedeki adama baktım ve benim albümümü tuttuğunu gördüm. Tüm otomatların resimlerinin albümü…
‘’Bu lanet olası şey de ne?’’ diye sordu.
‘’Otomatları bilmiyor musun?’’ dalga geçtim.
‘’Tch. Bu tarz fotoğrafları neden çekeceğinizi sormaya çalışıyordum’’
‘’Gökyüzünü seven insanların gökyüzünü çekmesi ile aynı mantık. Çiçek seven insanlar çiçek çeker, tren seven insanlar tren sever. İstediğinden yapıyorsun. Ve otomatları seviyorum’’
Adam sıkılarak bir kaç sayfa çevirdi, daha sonra ‘’Çöp’’ diye açıkladı ve albümü bana fırlattı. Daha sonra etrafa saçılan tüm kâğıt turnalara baktı ve abartılı bir iç çekti.
‘’Yani hayatını böyle harcıyorsun, hu. Cehennem kadar aptalca… Yapacak daha iyi bir şeyin yok mu?’’
Onun tutumu beni o kadar rahatsız etmedi. Dürüstçe ne düşündüğümü söyleyecek olursak onunla başa çıkmak daha kolaydı. Ben bir objeymişim gibi köşeden bakmayı daha çok tercih ediyordu.
‘’Yapabilirim ama bundan daha eğlenceli bir şey yapsaydım bedenim bunu kaldırmayabilir’’ diye güldüm.
Her şeyde aynı şekilde hata bulmaya devam etti. Bu gözlemci çok daha agresif diye düşünmüştüm. Öğle yemeğinden sonra vantilatörün önünde uzanıp müzik dinlerken nedenini öğrendim.
‘’Hey, sen’’ adam dedi. Onu duymamış gibi davrandım ve boğazını temizledi. ‘’O kıza herhangi bir sorun çıkarmadın, değil mi?’’
‘’O kız’’ kelimesinin ima edebileceği sadece bir kişi vardı, ama adamın Miyagi’yi bu şekilde ima etmesini beklemiyordum bu yüzden cevabım gecikmişti.
‘’O kız derken Miyagi’den mi bahsediyorsun?’’
‘’Başka kim olabilir?’’ Adam sanki ismini söylememden rahatsız olmuş gibi kaşlarını çattı. Bunu görünce adam için biraz sevgi hissetmiştim. Yani sen benim müttefikimsin, huh.
‘’Tahmin edeyim, Miyagi’nin arkadaşı mısın?’’ diye sordum.
‘’…Hayır, öyle değil. Demek istediğim, birbirimizi gerçekten hiç görmedik’’ Adamın sesi aniden uysallaştı
‘’ Belgeler aracılığıyla sadece bir kaç kez konuştum hepsi bu. Ama onun zamanını satın alan kişi bendim bu yüzden onu uzun süre önce on dakikalığına görmüştüm’’
‘’Ne düşünüyorsun?’’
‘’Zavalı kız’’ diye açıkça söyledi. ‘’Gerçekten, gerçekten ona acıyorum’’
Bunu kastediyor gibiydi.
‘’Benim hayatımda onun ile aynı değere sahipti. Zavallı, huh?’’
‘’Kapat çeneni, yakında zaten öleceksin’’
‘’Muhtemelen olaylara bakmanın doğru yolu budur’’ diye kabul ettim.
‘’Ama o kız, kesinlikle satmaması gereken şeyi sattı. O zaman sadece on yaşındaydı, onun rasyonel bir seçim yapmasını bekleyemesin. Ve şimdi onun gibi zavallı bir kız senin gibi çaresiz adamların etrafında dolanmak zorunda kaldı’’
‘’…Şimdi tekrar soruyorum- ona bir sorun çıkarmıyorsun, değil mi? Cevabına göre son ayların daha korkunç bir hal alabilir?’’
Giderek bu adamı daha çok seviyordum.
‘’Oh, sanırım ona sorun yarattım’’ dürüstçe cevap verdim ‘’Ona zarar veren şeyler söyledim ve fiziksel olarak onu yaralamaya çok yaklaştım… Ve yakın geçmişte, neredeyse onu yere yatırmaya zorluyordum’’
Adamın ten rengi değişti ve her an beni boğazlamak üzereyken Miyagi’nin not defterini ona uzattım.
‘’Bu ne?’’ not defterini alırken sordu.
‘’Ayrıntıları orada bulabilirsin. O Miyagi’nin gözlem günlüğü. Ama müşterinin okumasına izin veremezsin değil mi?’’
‘’Gözlem günlüğü?’’ Parmağını yaladı ve not defterini açtı.
‘’İşinizin nasıl ilerlediğini bilmiyorum, gerçekten ve bana göre kurallar çok katı görünmüyor. Ama Miyagi bunu arkada bıraktığı için cezalandırılabilecekse bunun olmasını istemiyorum. Onun tarafında gibisin bu yüzden bunu sana vereceğim’’
Adam sayfaları çevirerek yüzeysel taradı. İki dakika içerisinde son sayfaya ulaştı ve sadece ‘’aha’’ dedi.
Orada ne olduğunu bilmiyordum. Ama bundan sonra adam daha da az agresifti. Miyagi benim hakkımda olumlu şeyler yazmış olmalıydı. Bunun kanıt olmasından dolayı mutluydum.
Eğer kendime ait bir not defteri alma fikrim olmasaydı, bunu şimdi yazmazdım. Adamın Miyagi’nin not defterine gösterdiği tepkiden sonra benim de kendime ait bir tane olması gibi bir dürtüm vardı. Kırtasiyeye gittim ve bir tane Tsubame B5 defter ve ucuz bir dolma kalem aldım, sonra ne ile dolduracağımı düşündüm.
İki gün boyunca yedek gözlemciye sahip olduğumdan Miyagi buradayken yapamayacağım şeyleri yamak için zamanım olduğunu biliyordum. İlk başta ahlaksız şeyler yapmayı düşünmüştüm ama bir daha Miyagi’yi gördüğümde, gelmese bile, gizliden suçlu hissedeceğimi düşündüm. Bu yüzden Miyagi’nin görmek istemeyeceği şeyler yaptım ama sağlıklı bir şekilde.
O eski binanın merdivenlerinden tırmandığım ve dördüncü katta ömrümü sattığımdan günümüze kadar geçen olayların hepsinin kaydını tuttum. İlk sayfada ilkokulda aldığım ahlak dersini yazdım. Düşünmeden bile bir sonraki sayfada ne yazmam gerektiğini biliyordum.
İlk gün hayatımın değerini düşünmüştüm. Bir gün ünlü olacağım konusundaki inancımı. Himeno ile verdiğimiz sözü. Kitapçıda ve CD dükkânında hayat hakkında söylenenleri… Orada Miyagi ile karşılaşmamı.
Kelimeler durmadan akıyordu. Sigara içerken boş bir kutuyu küllük olarak kullanarak hikâyeyi sarmaya devam ettim.
Dolma kalem kâğıt üzerinde rahat bir ses çıkardı. Oda sıcaktı ve ter düşmüş ve harfleri bulandırmıştı.
‘’Ne yazıyorsun?’’ adam sordu.
‘’Bu ay olanları kayıt ediyorum’’
‘’Ve? Kim okuyacak?’’
‘’Dostum. Gerçekten önemli değil. Yazmak işleri halletmeme yardımcı oluyor. Bir şeyleri birleştirmek gibi olayları daha mantıklı yerlere taşıyabilirim’’
Gecenin geç saatlerinde bile elim durmamıştı. Güzel bir yazı olmaktan çok uzaktı ama ne kadar düzgün yazabildiğime şaşırmıştım. Yirmi iki saat sonra nihayet aniden durmuştum. Bugün daha fazla yazabileceğimi hissetmiyordum.
Dolma kalemimi masanın üzerine koydum ve biraz temiz hava almaya gittim. Adam gönülsüzce kalktı ve beni arkamdan takip etti. Amaçsız bir şekilde dışarıda yürürken bir yerlerden taiko davulu sesi duydum. Muhtemelen bir festival için pratik yapıyorlardı.
‘’Bir gözlemci olduğundan sen de mi zamanını sattın?’’ döndüm ve adama sordum.
‘’Eğer evet deseydim bana sempati duyar mıydın?’’ adam gülerek homurdandı.
‘’Evet, duyardım’’
Adam şaşkınlıkla baktı ‘’… Eh, sana minnettar olduğumu söylemek isterim, ama gerçek şu ki, hayatımı, zamanımı ya da sağlığımı satmadım. Bu işi istediğimden yapıyorum’’
‘’Kötü zevk. Bu kadar eğlenceli olan ne?’’
‘’Eğlenceli olduğunu söylemedim. İnsanların mezarlarını ziyaret etmek gibi bir şey. Bir gün ben de öleceğim. Kaldırabildiğim kadar çok ölüm deneyimi yaşayabilirim.’’
‘’Yaşlı bir adamın fikri gibi geliyor’’
‘’Evet , çünkü ben yaşlıyım’’ dedi adam.
Daireye geri döndüm, duş aldım, bira içtim, dişlerimi fırçaladım ve uyumak için üstümü örtüm. Ama yan kapı bir kez daha gürültüydü. Üç ya da dört kişi pencere açıkken konuşuyordu. Gündüz ya da gece her zaman misafirleri var gibi hissetmiştim. Benim odamdan büyük farkı benimkin de sadece gözlemciler olmasıydı.
Kulak tıkacı gibi kulaklıkları taktım, ışıkları kapadım ve gözlerimi kapadım. Belki de beynimi çok fazla kullandığımdan normal değildim bir kez uyanmadan on bir saat deliksiz uyudum.
Ertesi günümü not defterime kelimeler doldurarak geçirdim. Konu beysbol hakkındaydı. Akşam günümüze yetişebilmiştim. Kalemi onlardan çıkardığımda parmaklarım titriyordu. Kollarımdaki ve ellerimdeki kaslar çığlık atıyordu ve başım ağrırken boğazımı ovuşturdum.
Yine de bir şeyleri bitirmenin başarı hissi kötü değildi. Ayrıca anılarımı kelimeler ile tekrardan açıklamak iyi anılarımın tekrardan tadını çıkarmamı ve kötü anılarımı kabul etmemi kolaylaştırmıştı.
Yere uzandım ve tavana baktım. Oraya nasıl geldiğinden emin olmadığım siyah bir leke vardı ve çakılmış bir çivi dışarı çıkmıştı. Köşede bir örümcek ağı bile vardı.
Yerel alanda bir ortaokul beysbol maçı izledikten ve market alanında bir süre dolaştıktan sonra, bir kafeteryaya gittim ve yemek yedim.
Miyagi yarın geri dönecek diye düşünmüştüm.
Erken yatmaya karar verdim. Açık bıraktığım not defterini kapattım, kitap rafına koydum ve yatağa girdim. Sonra yedek gözlemci konuştu.
‘’Bu herkese sorduğum bir şey ama… Paranı ne için kullanıyorsun?’’
‘’Gözlem günlüğü bunu sana söylemedi mi?’’
‘’… Çok detaylı okumadım’’
‘’Banknot banknot dağıtırken yolda yürüdüm’’ diye yanıtladım
‘’Hayat masraflarım için birazını kullandım ama asıl planım başka birisine vermekti. Ama gitti bu yüzden tüm parayı yabancılara vermeye karar verdim.”
‘’Banknot banknot mu?’’
‘’Evet.10.000 yenlik banknotlarla dağıtırken sadece yürüdüm’’
Adam kahkahalar patlatmaya başladı.
‘’Komik, huh?’’ dedim, adam kıkırdayarak yanıtladı ‘’Hayır, güldüğüm şey bu değil’’
Tuhaf bir gülüştü. Sadece komik olduğundan gülüyor gibi görünmüyordu.
‘’…Şey, huh. Hayatınızın karşılığı olan tüm parayı öylece yabancılara ücretsiz olarak dağıttınız’’
‘’Bu yaptığım şey’’ diye kafa salladım.
‘’Senin gibi bir salak için hiç umut yok’’
‘’Kabul ediyorum. Bunu kullanabilmek için sayısız iyi yol vardı. 300.000 yen ile çok şey yapılabilirdi’’
‘’Hayır. Bu seninle dalga geçme sebebim bile değil’’ Adamın sözleri bir şeyler hakkında gibiydi. Sonunda bunu söyledi.
‘’Hey, sen- bana söyleme- hayatının 300.000 yen değerinde olduğunu söylediklerinde ciddi bir şekilde buna inandın mı?’’
Soru beni derinden sarstı.
‘’Ne demek istiyorsun?’’ adama sordum.
‘’Başka ne demek istiyor olabilirim? Hayatının 300.000 yen olduğunu söyledin ve hepsi bu, ah evet, bu kesinlikle doğru ve 300.000 yen aldın değil mi?”
‘’Şey… Evet, başlangıçta ben de oldukça düşük olduğunu düşünmüştüm’’
Adam kahkahalar atarak yere yığıldı.
‘’Doğru, doğru. Şey hiçbir şey söylemek istemiyorum ama…’’ adam hala gülmeye devam ederken karnını tuttu.
‘’Şey, o kız bir daha buraya geldiğinde ona ‘’Benim hayatım gerçekten 300.000 yen değerinde mi’’ diye sor’’
Adamı daha fazla sorgulamaya çalıştım ama artık bana söylemek istemiyor gibi görünüyordu.
Zifiri karanlık odamda tavana bakmaya devem edereken uyuyamadım. Sözlerinin ne anlama geldiğini düşünmeye devam ettim.
‘’Günaydın, Bay Kusunoki’’
Miyagi pencereden gelen ışıktan uyandığımda konuştu. Odanın köşesinde dostane bir gülümseme veren bu kız bana yalan söylüyordu.
‘’Bugününü nasıl harcamayı planlıyorsun?’’
Boğazımdan çıkmak üzere olan sözleri yuttum. Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmaya devam etmeye karar vermiştim. Miyagi’ye sorun yaratacak kadar kötü gerçeği bilmek istemiyordum.
‘’Her zamanki gibi’’ diye yanıtladım.
‘’O zaman otomatları gezmek’’ Miyagi mutlu bir şekilde söyledi.
Her yere sürdük mavi gökyüzünün altında, çeltik tarlaları boyunca, kıvrımlı kırsal yollardan aşağı.
Tuzlu ızgara char ve yol kenarında servis edilen bir dondurma yedik, daha sonra insanlardan hiçbir iz olmayan ve birçok kepenkli binalarda garip sokaklar boyunca bolca otomat fotoğrafları çektik. Gece göz açıp kapayıncaya kadar gelmişti.
Küçük bir barajda Cup’ı durdurduk ve merdivenlerden aşağı yürüyüş yolundan indik.
‘’Nereye gidiyorsun?’’
Arkamı dönmeden ‘’ Seni kandırıp aşırı tehlikeli bir yere götürseydim ne yapardın?’’ dedim.
‘’Yani, güzel bir manzara görebileceğimiz bir yere mi gidiyoruz?’’ Miyagi anladığını söyledi.
‘’Yanlış anlıyorsun’’ dedim ama söylediği gibiydi.
Nehir boyunca çalılıkların götürdüğü bir köprüyü geçtikten sonra, amacımı anlamış gibi görünüyordu.
Manzara tarafından büyülenmiş gibiydi.
‘’Um, bu izlenim ana konuyu kaçırmışım gibi kulağa gelebilir ama… Ateşböcekleri gerçekten parlıyor değil mi?’’
‘’Duh, onlar ateşböcekleri’’ diye güldüm ama ne demeye çalıştığını biliyordum.
Miyagi muhtemelen o göldeki yıldızları gördüğüm gibi hissediyordu. Böyle bir şey var olduğunu biliyorsunuz. Ama neye benzediğini bilseniz de, bir kaç adım daha iyi olan güzelliği kendi gözleriniz ile görmediğiniz sürece hiçbir şey bilmeyeceğiniz bir şeydir.
Etrafta süzülen sayısız yeşil ateş böceklerinin ışıkları titrerken yavaşça küçük yol boyunca yürüdük. Onlara doğru bakmak odağınızı kaybetmenize ve biraz baş dönmesi hissetmenize neden oluyordu.
‘’Sanırım, hayatımda ilk kez ateş böceklerini görmüş olabilirim’’ Miyagi söyledi.
‘’Son zamanlarda bunlardan çok azaldı. Eğer doğru yere gitmezsen bulmam çok zor. Muhtemelen günlerce burada bir daha göremeyeceğim’’
‘’Buraya sol sol geliyor musun Bay Kusunoki?’’
‘’Nah, buraya geçen sene sadece bir kaç kez geldim. Sadece dün hatırladım’’
Ateş böceklerinin parıldaması zirveye ulaştı ve geldiğimiz yoldan geri döndük.
‘’… Bunu göldeki gece için teşekkürler olarak yorumlayabilir miyim?’’ Miyagi sordu.
‘’Sadece istediğimden görmeye gittim. Ama istediğin gibi yorumlamakta özgürsün’’
‘’Anladım. Özgürce yorumlayacağım. Hem de çok fazla’’
‘’Bana her şeyi söylemene gerek yok’’
Apartmana geri döndüm, o gün ki resimleri hallettim, yatmaya hazırlandım, Miyagi’nin ‘’iyi geceler’ ine aynı şekilde yanıt verdim ve ışıkları kapatmak için gittiğimde adını seslendim.
‘’Miyagi’’
‘’Evet? Ne oldu?’’
‘’Neden bana yalan söyledin?’’
Miyagi yüzüme baktı ve gözlerini kırpıştırdı.
‘’Ne demek istediğinden tam olarak emin değilim’’
‘’O zaman biraz daha basitleştireyim… Hayatım gerçekten de 300.000 yen değerinde mi?’’
O gece ay ışığının altında Miyagi’nin gözlerinin renginde bir değişiklik hissedebildim.
‘’Elbette öyle’’ diye yanıtladı ‘’Söylediğim için özür dilerim ama senin değerin çok daha fazla. Bunu bir süre önce kabul ettiğinizi düşünüyorum’’
‘’Şey, öyle yaptım, Dün geceye kadar’’ dedim.
Miyagi ne düşündüğümü tahmin edebiliyor gibi görünüyordu.
‘’Bana sadece sena sormamı söyledi, hepsi bu. Bana bundan daha somut bir şey söylemedi’’
‘’Evet, şey 300.000 yen 300.000 yen’’ habersizce rol yapmaya devam etti.
‘’Bana yalan söylediğini duyduğumda ilk başta benim almam gereken paradan bir miktar aldığını düşünmüştüm’’
Miyagi bana alabora olmuş gözlerle baktı.
‘’Belki de 30 milyon ya da 3 milyar olduğunu düşünmüştüm ve sen beni kandırmıştın, sahte bir değer söylemiştin.” Bu ilk başta düşündüğüm şeydi.
…Ama buna inanamadım. Öyle olduğunu düşünmek istemiyordum. Beni en başından beri kandırıyordun. Gülüşünün arkasında böyle bir yalan saklıyordun. Sadece basit bir hata yapıp yapmadığımı merak ettim. Bütün gece fark edene kadar bunu düşündüm… En başından beri hatalıydım.
O öğretmen bana on yıl önce söylemişti. Bu düşünce hattından uzaklaşmak istiyordum.
‘’10.000 yen’in bir yıl için mümkün olan en düşük değer olduğuna neden inanmıştım ki? Neden normal hayatların on ya da yüz kat daha fazla yapması gerektiğine inanmıştım ki? Belki de önceleri düşüncelerime çok fazla güveniyordum. Belki de herkesin konuştuğu hayat saçmalıklarının her şeyden çok daha değerli olduğuna inanmak istiyordum. Her halükarda benim sıradan sağduyuma çok fazla güvenmiştim. Düşüncelerimde daha esnek olmalıydım’’
Nefes aldım ve söyledim:
‘’Daha önce hiç görmediğin bir insanın tüm hayatına 300.000 yen vermek istemeni sağlayan şey ne?’’
Miyagi ‘’Ne söylediğine dair hiçbir fikrim yok’’ dedi ve arkasını döndü.
Odanın karşı köşesine aynı onun gibi diz üstü pozisyonda oturdum. Bu Miyagi’yi biraz güldürmüştü.
‘’Bilmiyormuş gibi davranmaya devam edebilirsin, bu işe yarıyor’’ dedim ‘’Ama sadece teşekkür etmek istiyorum’’
Miyagi başını iki yana salladı ‘’Her şey yolunda. Bu işi devam ettirirsem, borcu ödemeden önce tıpkı annem gibi ölürüm. Ödeyebilsem ve özgür olsam bile, daha sonra güzel bir hayat vaat etmiyorlar. Bu yüzden parayı bu şekilde kullanmanın daha iyi olacağına karar verdim’’
‘’Peki, gerçekten ne kadar değerim var’’ diye sordum.
Bir an duraksadı.
‘’…Otuz yen’’ Miyagi fısıldadı.
‘’Otuz dakikalık bir telefon görüşmesi kadar’’ diye güldüm. ‘’300.000 yenini bu şekilde kullandığım için üzgünüm’’
‘’Aslında. Daha çok kendin için kullanmanı isterdim’’
Miyagi’nin sözleri sinirliydi ama sesi nazikti.
‘’…Ama kesinlikle nasıl hissettiğini anlayabiliyorum, Bay Kusunoki. Belki size 300.000 yen verme ve onları yabancılara dağıtma sebebi özünde aynı. Yalnız, üzgün, boş ve çaresiz hissettim. Bu yüzden gittim mantıksızca ve fedakârca bir şey yaptım. Bununla birlikte düşünmeden eğer size 300.000 yen değerinde olduğunuz hakkında yalan söylememiş ve gerçeği söylemiş olsaydım belki de satmazdınız. O zaman en azından daha uzun bir hayat yaşayabilirdiniz. Yaptıklarım için üzgünüm’’
Miyagi tırnaklarına bakarak kafasını eğdi ve çenesini dizlerinin arasında gömdü.
‘’Belki sadece bir kere, birilerine bir şeyler veren kişi olmak istedim. Bana verilmesini istedim ama… Belki de kimsenin bana vermeyeceği gibi acınacak şartlarda olan birisini kurtarmak için vermeye çalıştım. Her halükarda, eylemlerim çarpık iyi niyetimin bir ürünüdür. Üzgünüm’’
‘’Bu doğru değil’’ diye inkâr ettim. ‘’Bana en başından ‘’30 yen değerindesiniz’’ deseydin, çıldırır ve her şeyi satardım. Belki de üç aydan daha az üç gün bile bırakmazdım. Eğer yalan söylemeseydin, otomatları gezemez, turna katlayamaz, yıldızları göremez ya da ateş böceklerini izleyemezdim’’
‘’Umutsuzluğa kapılman için hiçbir neden yoktu. Otuz yen sadece bazı üst yöneticilerin kararlaştırdığı bir değer’’ Miyagi ısrar etti ‘’En azından benim için Bay Kusunoki siz 30 milyon ya da 3 milyar yen değerindesiniz’’
‘’Kes şunu bu çok garip bir teselli’’ diye gülümsedim.
‘’Bu doğru!’’
‘’Eğer bana karşı çok kibar olursanız, acınacak hale geleceğim. Zaten iyi bir kız olduğunu biliyorum bu yüzden daha fazla ileri gitmene gerek yok’’
‘’Çok sinir bozucusun. Sadece sessiz ol ve seni neşelendirmeme izin ver’’
‘’…Daha önce hiç böyle söylememiştin’’
‘’Üstelik bu teselli ya da nezaket değil. Sana sadece söylemek istediklerimi söylüyorum. Ne düşündüğün umurumda değil.’’ Miyagi biraz utanmıştı, kafasını eğerek söyledi.
Sonra bana bunu söyledi.
‘’Aslında, ilk başta, sadece otuz yen eden birisi olduğunu düşünmüştüm. Sana 300.000 verdiğimde, tamamen kendimi tatmin etmek içindi bu yüzden kim olduğunun bir önemi yoktu, Bay Kusunoki… Ama yavaş yavaş fikrim değişti. Tren istasyonundaki olaydan sonra, hikâyemi kalpten dinledin değil mi? Zamanımı satmak zorunda olduğum duruma sempati duydun. O andan itibaren Bay Kusunoki artık sadece benim gözlemlediğim müşterim değildin. Bu tek başına önemli bir sorundu ama bundan sonra daha fazlası olmuştu’’
‘’Senin için önemi olmadığını biliyorum ama benimle konuşmak istediğinde sevinmiştim. Çünkü her zaman görünmezdim. Görmezden gelinmek işimin bir parçasıydı. Restoranlarda yemek yemek ve benimle konuşmak, alışverişe çıkmak, sadece kasabada dolaşmak, el ele tutuşup nehirden aşağı inmek sanki bir rüya gibi hissettirmişti. Sen zaman ya da durum fark etmeksizin her zaman bana ‘’oradaymışım “gibi davranan ilk kişisin’’
Nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum. Birinin bana minnettar olacağını hiç düşünmemiştim.
‘’…İstersen bunu yapmaya devam edebilirim’’ diye şaka yaptım ve Miyagi kafa salladı.
‘’Bunu çok isterim. Çünkü… Seni seviyorum’’
Yakında gidecek birini sevmenin bir yararı olmasa da. Üzgünce gülümsedi. Göğsüm sıkıştı ve ağzım bir süre açılmadı.
Bir donma yaşıyormuşum gibi hiçbir şey söylemedim, gözlerimi bile kırpmadım.
‘’Biliyorsunuz, Bay Kusunoki. Sana söylediğim daha birçok yalan var’’
Miyagi hafif bulanık bir sesle söyledi ‘’Hayatınızın değeri ve Himeno’nun dışında. Örneğin, diğerlerine sorun yaratsaydınız hayatınız nasıl sonlanacağı gibi. Bu bir yalandı. Ve benden yüz metre uzaklaşırsan nasıl öleceğin. Bu da bir yalandı. Hepsi kendimi korumanın yollarından başka bir şey değildi. Yalandan başka bir şey yok’’
‘’…Bu doğru mu?’’
‘’Eğer sinirlenirsen bana istediğin her şeyi yapabilirsin?’’
‘’Her şeyi mi?’’ diye tekrar ettim.
‘’Evet, şehvet kadar korkunç bir şeye kadar’’
‘’O zaman memnuniyetle’’
Ayağa kaldırmak için Miyagi’nin elini tuttum, daha sonra ona sıkıca sarıldım.
Ne kadar süre böyle kaldığımızdan emin değildim. Onları hatırlamaya çalıştım. Yumuşak saçları. Güzel şekilli kulakları… İnce boynu. İnanılmaz omzu ve sırtı. Mütevazı göğsü. Düzgün kavisli kalçaları…
Her şeyi hafızama kazımak için duygularımı limitlerine kadar kullandım. Ne olursa olsun hatırlamalıydım. Böylece bir daha asla unutmazdım.
‘’Bu oldukça korkutucu’’ Miyagi koklayarak söyledi ‘’Bunu yaptıktan sonra asla seni unutmayacağımı biliyorum’’
‘’Evet, öldüğüm zaman benim için çok fazla yas tut’’ dedim.
‘’Eğer bu konuda sizin için bir sakınca yoksa ben ölene kadar yapacağım’’ Daha sonra Miyagi gülümsedi.
O an anlamsız geçen son aylarım için bir hedef bulduğum zamandı. Miyagi’nin sözleri içimde inanılmaz bir değişikliğe neden olmuştu.
İki ayım bile kalmamış olsa da ne olursa olsun, Miyagi’ye olan borcumu tamamıyla ödeyeceğime karar verdim. Ben, tüm hayatı ile bir meyve suyu kutusu alamayan ben. Sanırım sadece bunu söyleyebilirdim çünkü sadece yerimi bilmiyordum.