Three Days of Happiness - Bölüm 9
Çeviren: Kylerxy Düzenleyen: Xyrante
Doğru Olmak İçin Aşırı İyi
Takip eden bir kaç gün boyunca itaatkâr bir şekilde davrandım. Yemek dışında dışarı çıkmadım ve kendimi küçük bir alana kısıtladım, kırtasiyeden aldığım bir ton origami kâğıdıyla, kâğıt turnalar yaptım.
Masanın üzerine dizilmiş bütün turnalara bakarken Miyagi sordu ‘’Bin turna zinciri mi yapıyorsun?’’
‘’Evet. Gördüğün gibi’’
Miyagi onlarca arasından mavi bir tanesini aldı, her iki kanadından da sıktı ve ona ilgili gibi görünüyordu. ‘’Yani tüm bunları kendi kendine yapmak istiyorsun? Ne için?’’
‘’Ölmeden önce mutlu bir hayat dilemek için’’ cevapladım.
Anlamsız bir işten keyif alıyordum. Daireyi renkli turnalar ile doldurmuştum. Pembe turnalar, kırmızı turnalar, turuncu turnalar, sarı turnalar, sarı-yeşil turnalar, açık mavi turnalar, gök mavisi turnalar, menekşe turnalar.
Turnalar masanın dışına taşmıştı ve yavaşça dönen vantilatör nedeniyle zeminin her yerine dağılmış ve donuk odayı renklendirmişti.
Onlara bakarken hafif bir tatmin olmuşluk hissetmiştim. Anlamsız ama yine de güzel bir şey yapmaktan daha güzel bir saf istek var mıydı?
Turnaları katlarken, Miyagi ile birçok kez konuşma dürtüm vardı ama mümkün olduğunca az konuşmaya çalıştım. Ona dayanmak istemediğimi hissetmiştim. Bu ona yardım etmenin doğru yolu gibi görünüyordu.
Ama bu arada Miyagi’nin bana karşı olan tutumu yumuşamıştı. Gözlerimiz buluştuğunda o da bana bakıyordu. Bana bir nesne gibi bakmak yerine, aslında öncekinden çok daha sıcak olduğunu söyleyebilirdim.
Belki de istasyondaki sohbetimizden dolayı kalbini bana açmıştı. Belki de gözlemcilere gözlemlediklerinin yaşam süreleri azaldıkça daha iyi davranmaları söylenmişti.
Her ne olursa olsun işi için benimle birlikteydi. Eğer bunu unutursam, kesinlikle beni ısırmak için bir gün geri gelirdi.
Beş gün sonra görev sonunda tamamlanmıştı. Onları saymaya devam ederken düşündüğümden daha iyi yapılmış turnalar bulmuştum.
Ben uyurken belli meraklı bir kişi tarafından yapılmış olmalıydı.
Bir bir turnalardan ip geçirdim ve tamamladığımda tavana astım.
Şimdi mektup hakkında konuşalım.
Turnaları katlamayı bitirdiğim gece, kot pantolonumun ceplerini yıkamadan önce kontrol ettim ve buruşuk bir mektup buldum. Gelecekteki kendime on yıl önce yazdığım mektuptu. Zaman kapsülünü açtığım günden beri cebimde bırakmıştım.
Kot pantolonumu ters çevirdim ve makinenin içerisine koydum sonra daha önce gözden kaçırdığım mektubu tekrar okudum.
Yazanlar bunlardı.
On yıl sonraki bana:
Bunu yapmak için güvenebileceğim tek kişi sensin.
On yıl içinde eğer hala boştaysam, Himeno ile buluşmak istiyorum.
Çünkü Himeno bensiz umutsuz ve ben de Himeno’suz umutsuzum.
Miyagi’ye mektubu göstermeye cesaret ettim.
‘’On yıl önce şaşırtıcı bir şekilde dürüst ve nazikmişsiniz.’’ Okuduktan sonra söyledi, etkilenmişti ‘’Öyleyse ne yapmayı düşünüyorsunuz?’’
‘’Himeno ile buluşmayı’’ dedim ‘’Bunun ne kadar aptalca ve anlamsız olduğunu anlamaya başlıyorum. On yıldır görmediğim çocukluk arkadaşıma hala bu kadar bağlı olmanın ne kadar aptalca olduğunu kesinlikle anlayabiliyorum ama bu kendimden gelen bir istek. Bunu on yıl önce şuan ki bana yazdım ve ona saygı duyuyorum. Tabi, bana daha fazla acı getirebilir. Daha da hayal kırıklığına uğrayabilirim. Ama kendi gözlerimle görene kadar pes edemem’’
‘’…Onunla sadece son bir kez daha konuşmak istiyorum. Ve bana hayatımı satma şansı verdiğiniz için teşekkür ederim, ona sattığım 300.000 yeni vermek istiyorum. Zaten bir kısmını harcamış olsam bile. Karşı çıkabilirsin ama umursamıyorum. Bu benim hayatım ve benim param’’
‘’Seni durdurmayacağım’’ Miyagi söyledi “Duyguyu anladığımı söyleyemem’’
Miyagi’nin bu kadar kolay kabul etmesini beklemiyordum bu yüzden kısa bir süre afalladım. Ayrıca sözlerinin önemini de düşünmemiştim. Ama daha sonra onları tekrar düşünür ve gerçek anlamlarını fark ederdim. Miyagi sadece hisleri ‘’anlamamıştı’’. Biliyordu. Ben yapmadan çok uzun zaman önce…
‘’Yarın Himeno’nun evine gitmeyi planlıyorum. Ailesinin yanında olup olmadığını biliyor musun?’’
‘’Aslında, görünüşe göre kocasından ayrıldığından beri onlara güveniyor’’
Bunu söyledikten sonra Miyagi, yüzümü gözlemleyerek gözünü açtı. Önümde Himeno hakkında konuşmakta tereddüt ediyordu. Mantıksızca tedirgin olacağımdan endişeleniyordu.
Ona alışılmadık bir şekilde ‘’Teşekkürler’’ dedim.
‘’Sözünü bile etme’’ Miyagi rahatlayarak söyledi.
Himeno’nun okul değiştirdikten sonra nerede yaşadığını nasıl bildiğimi açıklamak için ilk önce Himeno’dan 17 yaşımdayken yazın aldığım yek mektup hakkında konuşmak zorundaydım.
Okuldan sonra tarif edilemez bir gariplik hissetmiştim. Bu onun yazacağı bir şey gibi görünmüyor, diye düşünmüştüm.
Anlamsız şeylerle doluydu. Okumaya zaman bile ayıramayacak işlerle nasıl meşgul olduğu, bu mektubu yazmak için sayısız ev ödevleri arasında nasıl boşluk bulmak zorunda kaldığı, gitmeyi umduğu üniversite, kışın ziyarete gelebileceği hakkında birçok şey vardı.
Gerçektende 10 yaşındaki bir kızın yazabileceği şeyler gibi görünüyordu ama yazı 17 yaşındaki bir kıza aitti. Ve bu çok garipti. Eğer sıradan 17 yaşında bir kız olsaydı o zaman sorun olmazdı. Ama bu Himeno’ydu. Benden farklı olarak ‘’ortalamadan’’ uzak durması gereken kız.
Yine de aşağılayıcı ya da alaycı bir kelime bulamamıştım. Bu ne demekti? Tanıdığım dengesiz Himeno nereye gitmişti? Bir kişi 17 yaşına girdikten sonra bu kadar değişebilir miydi?
Yoksa basitçe, nasıl konuştuğuna göre her zaman sırada bir kız gibi mi yazıyordu?
Şüphelerime tatmin edici bir cevap bulamamıştım, iki hafta sonra aldığım mektuba içerik olarak oldukça benzen bir cevap gönderdim. Bir cevap yazabilmek için sınavlarla ne kadar meşgül olduğum ve hangi üniversiteye gitmek istediğim, Himeno’nun ziyarete gelmesi durumunda ne kadar mutlu olacağım hakkında yazdım.
Sabırla bir cevap beklemiştim ama bir hafta, bir ay sonra Himeno’dan başka bir mektup gelmemişti. Himeno da kış tatili için gelmemişti.
Bir tür hata mı yapmıştım? O zamanlar Himeno ile buluşmak istemem hakkında dürütçe hislerimi yazmıştım. Belki de düzgün yazamamıştım, o zamanki düşüncem buydu. Ama… o zaman, Himeno zaten tanımadığım birisinin çocuğunu taşıyordu. 18 yaşına geldiğinde evlendiği birisinin çocuğunu, bir yıl sonra boşandığı birinin çocuğunu.
Geriye böyle baktığımda, bunun iyi bir anı olduğunu söyleyemezdim. Ama gönderdiği mektup bana nerede olduğunu söylemişti. Bunun için çok minnettardım.
Bir daha asla okula gitmemeye niyetlenmiş olamam rağmen, Himeno’nun tam yerini bilmek için üniversitenin kütüphanesindeki bilgisayarı ödünç almam gerekiyordu.
Motorsiklete anahtarımı soktuğum ve ayağımı pedala koyduğumda Miyagi’nin söylediği bir şeyi hatırladım.
‘’Oh evet, Senden yüz metreden fazla uzağa gidemem, ha’’
‘’Evet’’ Miyagi onayladı ‘’Özür dilerim ama kendi başına çok uzağa gitmene izin veremem… Yine de bu bisiklet iki kişilik değil mi?”
‘’Sanırım öyle’’ dedim. Okula gitmek için aldığım ikinci el “Cup 110”, arka taşıyıcı yerine iki kişilik koltuğa sahipti.
Yedek kaskım yoktu ama kimse Miyagi’yi göremiyordu bu yüzden kimse bizi durduramazdı.
‘’O zaman bunu kullanmak mümkün. Sürmeme şiddetle karşı çıkmadığın sürece’’
‘’Sıkıntı yok. Bunun için endişelenme’’
Motoru çalıştırdım ve arkamı gösterdim. Miyagi ‘’affedersin’’ dedi ve kollarını karnımın etrafına sararak ikinci koltuğa oturdu.
Her zamanki yolarda normalden daha yavaş ilerledim. Hoş, nostaljik bir sabahtı.
Uzun düz bir yolda ilerlerken, gökyüzünde uzun bir bulut kulesi fark ettim.
Konuların dış hatlarını daha net görebildiğimi hissetmiştim ama ayrıca onlar daha boş görünüyordu.
Günlerdir ziyaret etmediğim kampüs alışılmadık derece de soğuk ve uzak hissettirmişti. Etrafta dolaşan öğrenciler tamamen farklı bir dünyada yaşayan mutlu yaratıklar gibi görünüyordu.
Yaşadığına dair son derece mutsuz olan birisi bile mutsuzluklarından hoşlanıyor gibiydi. Bir harita çıkardıktan ve çantama koyduktan sonra kütüphaneden ayrılmıştım.
Dükkânlar henüz açılmamıştı bu yüzden otomattan bir kahve aldım ve salonda kahvaltımı yaptım. Miyagi donut aldı ve bunları çiğnedi.
‘’Hey, bu gerçekten mantıklı bir soru değil ama eğer benim durumumda olsaydın son üç ayını nasıl geçirirdin?’’ Miyagi’ye sordum.
‘’Hmm… O pozisyonda olana kadar bileceğimi sanmıyorum’’ diye yanıtladı, daha sonra etrafına baktı ‘’Um, sana daha önce söylediğimi biliyorum ama benimle böyle bir yerde konuşmamalısın. Kendi kendisi ile konuşan garip bir adam olduğunu düşünecekler’’
‘’Onlara izin verelim. Ben garip bir adamım’’
Gerçekten de boş uzaya konuşurken salondaki insanlar bana dikkatli bir şekilde bakıyorlardı. Ama bunu aldırmadım. Aslında, bilerek garip olmak istemiştim. Bir garip olarak hatırlanmanın hiç hatırlanmamaktan daha iyi olduğunu düşünmüştüm, sanırım.
Kahvaltıyı bitirdikten sonra ayağa kalktığımda Miyagi yanıma geldi. ‘’Umm, sorduğun soru hakkında düşünüyordum. Bu… Ciddi bir yanıt olabilir ama bir kaç ay yaşayacak olsaydım kesinlikle yapmak istediğim üç şey vardı’’
‘’Oooh, onları duymak isterim’’
‘’Sana yarar sağlayacakları konusunda şüphem olsa da’’ Miyagi açıkladı.
‘’… İlk olarak belli bir göle gitmek, ikincisi, kendime bir mezar yapmak ve üçüncüsü, yaptığınız gibi benim için önemli olan kişiyi görmeye gitmek’’
‘’Anladım mı bilmiyorum. Biraz daha açmaya ne dersin?’’
‘’Göl… Sadece bir göl ancak orada inanılmaz yıldızlı bir gökyüzüne baktığımı hatırlıyorum. Eski püskü hayat deneyimlerim arasında gördüğüm en güzel manzaralardan birisi olabilir. Dünyada daha güzel yerler olduğuna şüphe yok ama ‘’bildiklerim’’ arasında bu göl en güzeli’’
‘’Anlıyorum… Ve mezar, bir parça toprak satın aldığından emin mi olmak istiyorsun?’’
‘’Hayır, Açıkçası büyük bir kayayı bulup ‘’işte bu benim mezarım’’ diye karar versem çok daha iyi olur. Önemli olan bir kaç on yıldır mezarımı satın almaya karar verdiğim bir yer var ve benim için önemli olan kişi hakkında…’’
Miyagi aşağı baktı
‘’Size söylememeyi tercih ederim Bay Kusunoki’’
‘’Huh. Bir erkek olarak mı varsaymalıyım?’’
‘’Şey, sanırım haklısınız’’
Belki daha derinlere inmek istemiyordu diye düşündüm.
Miyagi için önemli olan kişi. Şey, on yaşındayken bir gözlemci olmuştu. Ve bir zamanlar onun için önemli olan biri muhtemelen ondan daha öncesinden bahsediyordu.
‘’Sanırım bana zarar verebileceği kadar hayal kırıklığına uğrayacağımdan emin olsam da yine de onlarla buluşmaya giderdim. Tabi ki, yaptığınızı reddetmeye hakkım yok, Bay Kusunoki’’
‘’Bu senmişsin gibi görünmüyor. Sizden çok daha çekingen, huh?’’ güldüm.
‘’Eh, kendi geleceğim hakkında hiçbir şey bilmiyorum’’ Miyagi söyledi.
Himeno’nun evini kolayca buldum, iki kere kontrol etmiştim.
İlk başta onun evi olduğuna inanmamıştım. Başlangıçta başka aynı soyadına sahip bir aileye ait olduğundan şüphelenmiştim ancak etrafta başka bir ‘’Himeno’’ evi yoktu. Himeno’nun yaşadığı yer olduğuna şüphe yoktu.
Okulları değiştirmeden önce, Himeno çocuksu zihnimde ‘’prenses’’ olan bir kıza mükemmel bir şekilde uyan muhteşem Japon tarzında bir evde yaşıyordu. Ama harita ile bulduğum ev çok az zevke sahip eski püskü görünen bir konuttu, beş saniye boyunca uzağa bakarsanız unutacağız bir tarzdaydı.
Kapı zilini çalarken tereddüt etmemiştim çünkü orada olmadığına dair hala zayıf bir izlenimim vardı. Kapı zilini üç kez aralıklarla çaldım ama kimse kapıya gelmedi.
Geceye kadar beklersem birisinin eve geleceğini düşünmüştüm bu yüzden etrafta biraz zaman öldürmeye karar verdim. Geceye kadar zaman geçirecek yerleri aramak için okuldan yazdırdığım haritaya baktım.
‘’Halk kütüphanesi’’ dikkatimi çekmişti. Bu sabah okul kütüphanesini ziyaret ettiğimden beri hafif bir okuma arzusu içimde kabarmıştı.
Dışarıdan temiz küçük bir kütüphane gibi görünüyordu ama içine adım attığımda korkunç eski bir yer olduğu ortaya çıkmıştı. Güçlü bir kokusu vardı ve terk edilmiş bir okul binası kadar kirliydi. Ama kitaplar iyi düzenlenmişti.
Ölmeden önce ne tarz kitaplar okumak istediğimi düşünüyordum. Ya da başka türlü ‘’Hangi kitaplar ölmeden önce daha faydalı olur?’’
Sadece bu kitapları okuyacağımı düşünmüştüm. Bu noktadan sonra değerini kaybetmiş olanları okumak ve pişmanlıkla ‘’Bunu okumanın neresi zevkli?’’ diye düşünmek istememiştim.
Belki bir ay sonra farklı olacaktı. Ama o zamanki seçimlerim Paul Auster, Kenji Miyazawa, O. Henry ve Hemingway idi. Özellikle ilginç seçimler değildi.
Aldığım tüm kitaplar kısa olanlardı muhtemelen bunları daha çok sevdiğimden değil bunun yerine uzun hikâyeleri okumak istemediğimdendi. Belli bir uzunluktan daha uzun olan kitaplarla uğraşacak enerjimin olup olmadığından emin değildim.
- Henry’nin The Gift of the Magi adlı kitabını okurken önümde oturan Miyagi hareket etti ve beni izlemek için yanıma geldi ve bulunduğum sayfaya baktı.
‘’Aynı anda gözlemlemeyi ve okumayı mı denemek istiyorsun?’’ fısıldayarak sordum.
‘’Böyle bir şey’’ Miyagi daha da yaklaşarak söyledi.
Kesinlikle sakinleştirici bir kokusu olduğunu düşünmüştüm.
Kütüphane saat 18.00’de kapana kadar okudum. Bazen dışarı çıkıp gözlerimi dinlendirdim ve sigara içme alanında sigara içtim.
Başka birisi ile kitap okuduğum ilk deneyimimdi. Bu şekilde daha verimli bir okuma olmuş gibi görünüyordu. Sadece nasıl hissettiğimi değil ayrıca Miyagi’nin aynı yeri okurken nasıl hissettiğini düşünüyordum.
Himeno’nun evine geri döndük ama kapı zilini çaldığımda yine kimse gelmemişti. Komşuların ne düşündüğünü tamamen umursamadan birinin gelmesi için yaklaşık bir saat boyunca Himeno’nun evinin önünde bekledim.
Güneş batmış ve elektrik direklerinde ışıklar yanmıştı. Sigara izmaritleri ayaklarımın yanına yığılmıştı. Miyagi onlara onaylamayarak baktı bu yüzden çantamdan taşınabilir bir küllük çıkardım ve onları topladım.
Bir gün aramak ve başka bir zaman tekrar dememek en iyisi gibi görünüyordu. Himeno’nun gelmediği için kısmen rahatladığımı inkâr edemezdim.
Görünüşe göre geri dönüş yolunda yanlış bir yere sapmış ve kâğıt fenerlerle kaplı bir alışveriş bölgesine varmıştık. Daha önce hiç bu şekilde aşağı inmediğimden ailemin evinin yakınlarında olduğumu fark etmem biraz zaman almıştı. Önümüzdeki tapınakta bir yaz festivali var gibi görünüyordu.
Aç hissetmeye başlamıştım bu yüzden Cup’u bir park yerine bıraktım ve sos kokulu stantlara doğru yürüdük, yemek için iyi bir şeyler arıyordum.
On yıldır böyle bir festival görmemiştim. Himeno gittiğinden beri yerel alana gitmeyi bırakmıştım.
Sadece on ile on beş stantlı küçük bir festivaldi. Ama kendine has bir canlılığı vardı. Bir bölgede ne kadar az eğlence olursa o kadar çok heyecanlı insan olurdu.
Her şey beni sukiyaki ve frankfurter almaya itmişti ama bundan sonra biraz delilik tarafından yakalandım ve her stanttan bir şeyler almaya karar verdim.
Ahtapot köfte, rendelenmiş dondurma, ızgara tatlı mısır, usuyaki, bol yağda kızartılmış tavuk, şeker elma, çikolatalı muz, ızgara tavuk, ızgara kalamar ve tropikal meyve suyu aldım ve hepsini taş merdivenlere götürdüm.
‘’Bütün bunları alarak ne yapıyorsun?’’ Miyagi şok olarak sordu.
‘’Çocuksu bir rüyayı yerine getirmek. Bunları kendim yiyebilmemim bir yolu yok bu yüzden yardım etmek zorundasın’’
Onlar üzerinde çalışmaya başladım. Miyagi tereddüt ederek çantama ulaştı ve usuyaki yemeye başladı.
On iki parçanın hepsini tattığımızda Miyagi ve ben yemek kokusundan nefret ettik. Sonuçta ikimizin de küçük mideleri vardı, bu oraya bir voleybol topunu sokmaya çalışmak gibiydi. Aşırı dolu bir süre ayakta duramayacakmışız gibi hissetmiştik. Miyagi şeker elmayı ilgisiz bir görünümle yaladı.
Oturduğumuz yerden festival alanına bakabiliyorduk. Tapınağa giden dar yollar arabalar ile doluydu ve pist ışıkları gibi düz bir şekilde dizilmiş iki sıra kâğıt fener loş ortamı kırmızı renkte aydınlatıyordu.
Geçen herkes neşeli görünüyordu… Kısacası on yıl önceki o günden farklı değildi.
O gün de ben ve Himeno- aşağıya doğru yürüyen insanlara bakarak böyle oturuyorduk. Aralarına karışmaya hakkımız olmadığını kabul etmiştik.
Varlığımızı tanıyacak ve bizi tam olarak anlayacak ‘’bir şey’’ bekliyorduk.
Ve daha sonra Himeno önsezisini yapmıştı. ‘’Gerçekten iyi bir şey’’ olacak ve bundan on yıl sonra bir gün ‘’yaşadığımız için mutlu olacağız’’. Ayrıca eğer ikimiz de on yıl içerisinde evlenecek birisini bulamaz ve ikimiz de boşta olursak o zaman birlikte olmalıyız demişti.
Şey, şimdi o yazdaydım. Ve bu sözü veren kız boşta değildi bunun yerine duldu- ve hayatım sadece satılmamış ayrıca satılmaya değer olmadığından sona ermek üzereydi.
Ama sonuçta ikimiz de sahipsizdik. Bir kez daha yalnız kalmıştık. Himeno’nun şuanda nerede olduğunu ve ne yaptığını merak ediyordum.
Bir kez daha ağustos böceklerinin vızıltısıyla çevrili tapınakta dua ettim.
Çok fazla zaman geçtiğini fark etmiştim. Defterine karşı Miyagi’nin kaleminin sesini duymuştum. Festival kapanmaya başlamıştı ve insanların gölgeleri seyrekleşiyordu.
Başımı kaldırdım, çöpleri topladım ve yavaşça ayağa kalktım. Merdivenlerden çıkan birisi vardı.
Yüzünü görmek için çok karanlıktı ama onun hatlarını gördüğüm zaman benim için zaman durmuştu. Bazı şeyler güzel olmayacak kadar güzeldi. Yani insanlar öyle söylüyordu.
Ve yine de, insanlar bunu fark etmese de, işler şakacı ve sapkın bir yolla bir şekilde toparlanıyordu. Vücudumdaki hücrelerin neşeyle titrediğini hissetmiştim.
Attığı her adımda aklım 4 yaşında tanıştığımız günden gittiği ve okul değiştirdiği yaz gününe kadar gidip gelmişti. On yıl öncesinden farklı görünse de ne kadar değişsen de, bu onu tanıyamayacağım anlamına gelmezdi.
Birbirimizin yüzlerini görebilecek kadar yakın olduğumuz zaman, ona çatlak bir sesle seslendim.
‘’Himeno’’
Kız durdu ve boş gözlerle bana baktı.
İfadesi yavaş yavaş tamamen şaşırmış bir hale geldi.
‘’…Kusunoki?’’
Himeno ismimi sadece ona ait olan yarı hayalimsi bir sesle söyledi.