ArazNovel
  • Manga
  • Novel
Gelişmiş
Giriş yap Kayıt Ol
  • Manga
  • Novel
  • Aksiyon
  • İsekai
  • Shounen
  • Dram
  • Yaşamdan Kesit
  • Macera
  • Manga
  • Daha
    • One shot
    • Mecha
    • Josei
    • Harem
    • Bilim Kurgu
    • Webtoon
    • Fantastik
    • Seinen
    • Ecchi
Giriş yap Kayıt Ol
Prev
Next

Hai to Gensou no Grimgar - C1 Bölüm 11

  1. Ana Sayfa
  2. Hai to Gensou no Grimgar
  3. C1 Bölüm 11 - Sakın Gitme
Prev
Next

SEVİYE 1: Bir Fısıltı, Bir Arı, Bir Dua, Bir Uyanış

 

Bölüm 11: Sakın Gitme

 

 

Çevirmen: Gigantomachia & Redaktör: Ragon

Bu bölümü 12. sınıf boyunca benimle beraber manga ve novel okuyan aziz dostum Huzeyfe Özen’e adıyorum, okuyup keyif alması dileğiyle…

“Ranta! Biri yoluna gitti!” diye bağırdı Haruhiro.

“Biliyorum! Söylemeye gerek yok!” Hemen cevapladı Ranta’yı.

Moguzo ve Manato ön sırada yer alırken Yume ve Shihoru geriden savaşıyordu. Moguzo ve Manato’nun savaştığı üç goblinden biri onları geçip Yume ve Shihoru’ya gitti. Ranta, hedefe en yakın kişiydi, o ve Haruhiro hem arkadan hem de yanlardan düşmanlara saldırarak destekleseler de asıl rolleri geri safları savunmak için ön hattın boşluklarını doldurmaktı. Ranta araya girdi.

Ranta bazen kaçmak ve kendi yoluyla işi halletmek için formasyonu kıracak olsa da takım çalışması Damroww’a ilk geldiklerinden beri on üç gün içinde iyileşmişti. Ve bugün de adım adım ilerliyordu.

Ranta bir savaş narası attı “[HİDDETLİ DARBE]!” ve saldırdı.

Ya da belki de değildi. Ranta, yeni öğrendiği becerisiyle gobline uzun kılıcını ittirdi ancak goblin tekniğin menzili dışında kaldı. Ranta muhteşem bir şekilde kaçırmıştı.

Ranta gıcık eden rahat bir tavırla ‘özrünü’ beyan etti.

“Kaçırdım?! Muhtemelen normal bir goblin değildi!”

“Tabii ki normal bir goblindi!” Haruhiro, Manato’ya bir bakış attı.

Manato ve Moguzo kesinlikle iki rakibini tutabilirdi, bu yüzden Haruhiro paslı kılıcıyla Ranta’ya saldıran goblinin hemen arkasına gizlice girmek için manevra yaptı.

“Lanet olsun!” Ranta küfür etti, Haruhiro’ya goblinin darbesini saptırırken baktı.

Haruhiro, hedefleyecek bir noktaya karar verirken dik dik bakıp içinden Ranta’ya kızdı, “Bana bakmayı kessene anlayacak!”

Yeni bir dövüş tekniği öğrenen sadece Ranta değildi. Herkes loncalarına dönüp ve yeni bir yetenek edinmişti. Ancak; hepsi hala teoride nasıl kullanılacağını anladıkları bir seviyedeydi, hiçbiri yeni tekniklerini henüz kavgada kullanma konusunda emin değildi. Ama becerilerini en azından bir dövüşte kullanmazlarsa, pratikte yeterli bir seviyeye ulaşamazlardı. Bu yüzden eninde sonunda bunları kullanacaklardı.

Yeni tekniğini öğrenmek için loncaya çok miktarda para ödediğinden Haruhiro, tekniği kullanmaya kararlıydı. Yoksa ödediği bütün para israf olacaktı.

Ama söylemesi yapmaktan daha kolaydı. Goblin bir şekilde ondan şüphelenmişti ve sık sık arkasına bakıyordu, yaklaşan olası bir gizli saldırıyı önlemek için kılıcını Haruhiro’ya salladı. Haruhiro bunalmıştı ve bir açıklık bulmakta zorlanıyordu. Eğer Ranta sadece dikkatini birazcık çekebilseydi… Ama bu onun gibi birinden beklenemeyecek kadar fazlaydı. Ranta, düşmanla göğüs göğüse savaşacak tipte biri değildi ve Haruhiro da daha farklı sayılmazdı.

İkisi de doğrudan bir düşmanla yüzleşmekten korkuyordu, arkadan ya da en azından yandan saldırmayı tercih ediyorlardı. Bu yüzden hem Haruhiro hem de Ranta goblinleri daire içine alarak arkasına geçmeye çalıştı. Goblin, elbette, sırtında herhangi bir düşman istemiyordu, bu yüzden çok fazla daire çizdi ve artık ne goblinin ne de onların neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.

“Birisi bir şey yapsın!” Yume kukrisini çekti ve goblinin üzerine atladı.

Beklenmedik hamleye şaşıran goblin, bir saniyeliğine hareket edemedi ve Yume, kukri ile çapraz bir darbe vurdu. “[ÇAPRAZ KESME]!”

Goblin çığlık attı ve hızla geri çekildi, omuzdan göğsüne kadar sığ bir kesik vardı ve dikkati tamamen Yume’deydi. Artık Haruhiro sırtını hedefleyebilirdi.

Şimdi! Düşündüğü anda, vücudu hareket etti. Bir anda aralarındaki boşluğu kapatmış ve hançerini sırtına saplamıştı: [ARKADAN VURMA]. Goblin, zırh olarak sadece yumuşak deri giymişti, bu yüzden Haruhiro’nun hançeri dört santim içeri girdi. Haruhiro gayretle homurdanarak hançerini geri çekti ve goblin düşerken geri çekildi.

Goblin kan tükürdü, bir şey yapmaya hazırlanıyormuş gibi görünüyordu, sonra aniden güçten düştü ve yerde seğirdi. Hala yaşıyordu, ama işi bitmişti. Bundan sonra can çekişecekti ve… Değilse, o zaman savaşmaya devam ederdi.

“Ha?” Haruhiro düşen gobline baktı. Ardından tekrar son hedefine baktı. “Ben… Onu iyi bir yerde bıçakladım mı? Yoksa kötü bir yerden mi vurdum?”

“Öldürmeliyim!” Ranta can çekişen gobline sıçradı ve uzun kılıcıyla boynunu kesti. “EVVETT BEBEYİM! Artık bir vice’ım daha var!”

 

ç.n.// vice’ın karşılığı günah, hata v.b. olarak geçiyor ama estetik olmadığı için böyle bıraktım altta fikirlerinizi yazarsanız değiştirebilirim

Yume kaşlarını çattı. “Yume her seferinde aynı şeyi düşünüyor. Dehşet Şövalyeleri gerçekten vahşi.”

 

“Ben vahşi değilim! Ben asil bir zalimim! Biz Dehşet Şövalyeleri Lord Skulheill’in emrini yerine getiriyoruz. ‘İnsanlık dışı ve açıkça yüreksiziz; kandan ve gözyaşından azade şövalyeler olarak düşmanlarımıza ölüm getiriyoruz’.”

“Oom rel eckt,” diye bağırdı Shihoru, personeli ile temel bir glif çizerek. Vel!

Büyücüler elementler denilen büyülü varlıkların gücünü kullanıyordu ve Shihoru’nun önünde çağırdığı gölge elementi, kıvırcık siyah bir deniz yosunu görünümündeydi. [GÖLGE ÇARPMASI] büyüsü tuhaf bir vınlamayla Shihoru’nun ellerinden uçtu.

Shihoru Arve’yi -ateş büyüsünü-, Kanon’u -buz büyüsünü- ve hatta Falz’ı -yıldırım büyüsünü- öğrenmeyi seçebilirdi. Ama bunun yerine gölge büyüsü Darsh’ı seçti. Haruhiro, bu seçimin Shihoru’nun kendini yeni yeni göstermeye başlayan kişiliğine dair bir ipucu olduğunu seziyordu.

Gölge elementi Manato’nun eşleştiği goblini tam kafasının arkasından vurdu. Ancak sadece kafasını etkilemedi, tüm vücudu titremeye başladı.

“Gah! Gah!” Goblin garip bir sesle bağırdı.

[GÖLGE ÇARPMASI] yakan, donduran ya da çarpan bir sihir değildi, daha çok hasarını yüksek frekans ses dalgalarıyla veriyordu. Manato’dan beklendiği gibi kısa asasını kullanarak bir darbe indirdi, sonra goblini tekmeledi.

“[HİDDETLİ DARBE]!” Ranta, düşmüş gobline şiddetle saldırdı.

Zaten işi biten bir rakibe son darbeyi vurmak, Ranta’nın “özel” yeteneklerinden biriydi. Sağduyu, zayıflamış ve neredeyse bitmiş düşmanlarda dövüş tekniklerini kullanmanın gerekli olmadığını söyleyebilirdi ama bu ahlaki değerin Ranta’yı zerre kadar bağlamadığı bir gerçekti. Ranta’nın kılıcı havayı keserek ilerledi ama… Bitiremedi -çünkü goblin ölmüştü-. Ama bu Ranta’yı daha da öfkelendirdi.

“PİÇ! Kim olduğunu sanıyorsun! Bunu al! Ve bunu! Ve bunu da!” Ranta bağırarak seğiren taze goblin cesedini art arda bıçakladı.

Ranta ölmekte olan goblinleri kötüye kullanırken Moguzo son kalan goblinle savaşıyordu. Partinin şu an savaşı bitirmesi gerekiyordu. Ancak Haruhiro’nun yardım etmesi gerekli görünmüyordu. Goblin, paslanmış kılıcıyla Moguzo’ya doğru vahşi bir narayla saldırdı. Moguzo, kılıçları kilitlemek için devasa kılıcını kullanarak saldırıyı mükemmel bir şekilde engelledi ve goblinin hamlesini durdurdu.

Moguzo şu an avantajlı olan taraftı. Muazzam bir gücü vardı ve bir kılıç tekniği öğrenmişti. Kılıçlar gıcırdarken Mozugo, goblinin kılıcını kendi kılıcı etrafında döndürerek fırlattı, sonra kılıcının ucunu goblinin yüzünü kesmek için kullandı: [SARMAL DARBE]. Moguzo hızlı değildi ama oldukça becerikliydi. Goblin darbenin etkisinden çıktığı anda kaçmaya başladı.

Haruhiro cesaretle, “Git Moguzo!” diye bağırdı. Moguzo goblinin hemen arkasında pozisyon aldı.

Bir ayağını ileri attı, sonra tüm gücünü çaprazlama darbeye koyarak bağırdı. “TEŞEKKÜRLER!”

Moguzo’nun tekniği [PARÇALAYICI GAZAP], Savaşçı Loncası’na başladıktan sonra bütün savaşçılara öğretilen en temel becerilerdi. Sadece izleyerek ve taklit ederek ustalaşabilecek bir şeye benziyordu ancak kullanması kolay bir beceri değildi. Moguzo’nun [PARÇALAYICI GAZAP] kullanırken “Teşekkürler,” diye bağırmasının nedeni ise savaşçılar arasındaki bir espriydi.

Anlatılana göre sürekli sarhoş olan savaşçının biri her kapışmada rakiplerine “Seni öldürmeme izin verdiğin için teşekkürler,” diye bağırıyordu ve son kapışmasında rakibi de onu teşekkürler diyerek haklamıştı. Üstelik bu naranın tınısı bütün savaşçıların hoşuna da gidiyordu.

Fakat böylesine zararsız görünen bir sözcüğün arkasında müthiş bir güç vardı. Mozgo’nun devasa kılıcı, goblini omzunun üstünden göğsünün ortasına kadar kesmişti. Moguzo kendi etrafında döndü ve goblin, devasa kılıç tarafından havaya kaldırıldı -bu esnada kılıç hala goblinin göğsünde sıkışıktı-. Moguzo kılıcını geri çekerken goblin uçarak bir duvara çarptı.

Ranta, goblinin ardından koştu, bir zafer çığlığı attı ve sonra uzun kılıcıyla can çekişen gobline saldırmaya başladı. Yume ise olaya artık alışkın bir gözle bakıyordu: Ranta gerçekten bir vahşiydi. Yaptığı şey tamamen barbarlıktı. Goblinin vücudunu doğramayı bitirdiğinde, sivri kulaklarından birini kesmek için bir bıçak kullandı.

“Üst üste üç Vice!” diyerek güldü. “Bununla beraber toplamda on bir oldu bile ve şeytanımın gücüne güç katıyor! Bu gidişle yakın zamanda -eğer canı isterse-, dikkatini dağıtmak için düşmanın kulağına bir şeyler fısıldayabilecek! Müthiş!”

“’Eğer canı isterse’yle ne demek istiyorsun?” Haruhiro içini çekti. “Dehşet Şövalyesi’nin iblisi gerçekten de işe yaramaz.”

“Hey! Bunu duydum, Haruhiro!” Ranta bütün kinini kelimelerine yüklemişti. “Zodyak’ımı açıkça küçümsedin! Eğer lafını geri almazsan seni lanetleyecek uykulu-göz moron!”

Görünüşe göre ‘Zodyak’, Ranta’nın iblisine verdiği isimdi. Yoksa gerçek adı mıydı? Belki de bir evcil hayvan ismi? Haruhiro bilmiyordu ama önemli de değildi. Bu Zodyak’ın işe yaramaz olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

“Yine de haklıyım. Gündüzleri bile çağıramıyorsun,” dedi Haruhiro.

“Salak! On bir Vice topladıktan sonra seviye yükseliyor! Şimdi gün batımında ve güneş doğarken çağırabilirim!”

“Gün batımında Altana’ya dönüyoruz ve güneş doğarkense kimse uyanık değil.”

“Doğru, ama…” Yume de sohbete katılmıştı, yanaklarını rahatsız edici bir şekilde şişirmişti ama gözleri parlıyordu. Okumak için fazla karmaşık bir ifadesi vardı. “Efendisi tamamen ahmağın teki olabilir ama bence Zodyak-chan sadece küçük ve sevimli.”

“Ben onun efendisi değilim! Şeytanlar evcil hayvan değildir! Bir açıdan bakarsanız Zodyak bana değil ben Zodyak’a aidim. Ne de olsa o bir iblis!”

“Yani bu demektir ki,” dedi Shihoru yumuşakça kıkırdayarak ve Ranta’nın bakışlarından kaçınarak, “Haruhiro’yu lanetlemeden önce seni lanetleyecek.”

“Evet, sanırım bu doğru. Bir dakika ne?! Ciddi anlamda?! Zodyak, bu doğru mu? Cevap ver, Zodyak! Oh, hala gündüz, bu yüzden beni duyamıyor…”

“İyi iş çıkardınız millet,” dedi Manato, herkese gülümseyerek bakarak. “Yaralı var mı? Öyle görünmüyor ama ben yine de herkesi iyileştireceğim. Herkes iyi olunca, goblin torbalarına bir göz atalım.”

“Beni seç! Beni beni beni! Ne istersen yaparım! İzin ver!” Ranta anında gönüllü oldu.

Üç goblin torbasının içinden yedi gümüş, iki değerli görünümlü taş, kimsenin bir fiyat verip vermeyeceğinden emin olmadıkları üç diş ve bir kemik ve kesinlikle para etmeyecek birkaç hurda parçası vardı. Taşların ne kadar satacağına bağlı olarak bu, yaklaşık on gümüş ya da en azından sekiz gümüş kazandıkları anlamına geliyordu.

Sabah saat yedide Altana’dan ayrılmışlardı, saat sekiz civarında Damroww’a ulaşmışlardı ve şimdi öğlen olmuştu bile. Goblin cesetlerini sığ mezarlara gömdükten sonra biraz uzaktaki bir alanda öğle yemeği molası verdiler. Herkes sırt çantasına veya omuz çantalarına ekmek, kuru et ve benzerinden oluşan öğle yemeği paketlemiş ve yanında getirmişti. Herkes için keyifli bir zamandı.

“Dua etmeliyim.” Yume, paketlediği kurutulmuş etten birkaç ince şerit kesip yere koydu. Gözlerini kapayıp ellerini birleştirerek dua etti. “Beyaz Tanrı Eldritch-chan, her şey için teşekkürler. Yume yemeğinin bir kısmını seninle paylaşacak bu yüzden ona göz kulak ol, tamam mı?”

Haruhiro, “Dua etmek ve adakta bulunmak mı,” diye sordu ekmeğinden ısırarak, Nishimachi’nin hemen dışındaki Tattan’nın Fırını’ndan satın almıştı. Kaya gibi sertti, ama ucuzdu ve tadı da nispeten iyiydi. “Her yemekten önce Avcı Loncası’ndakilerin yaptığı bir şey mi?”

“Evet,” Yume gözlerini açtı ve bakışlarını Haruhiro’ya çevirdi. “Beyaz Tanrıça Eldritch-chan kocamaaaan bir kurttur ve aynı onun gibi kocamaaan bir kurt olan Kara Tanrı Rigel’le arasında kadim bir bağ var. Eldritch-chan bütün avcıları gözetir ve bütün avcılar onun sayesinde avlarından eli boş dönmez.”

“Başka bir deyişle, Avcılar ona tapıyor, değil mi?” Dedi Haruhiro. “Tanrıça Eldritch, yani. Ona Eldritch-chan olarak dua etmen ve çok az adak sunman gerçekten uygun mu?”

“Sorun değil,” diye güldü Yume. “Eldritch-chan’ın kocaman bir yüreği var, Böyle bir şeye kızacağını sanmıyorum… Kızacak bir şey olmadığı için değil ama yine de kızmaz.”

“Sanırım…” Shihoru ellerinde bir çeşit simit veya çörek benzeri ekmek tutuyordu. “Tanrıça Eldritch, Yume’nin duygularını anlıyor. Ya da en azından ben buna inanıyorum…”

Manato, keçi derisi bir kırbadan               bir yudum içki aldı ve yüzünde tatmin olmuş bir gülümsemeyle başını anlayışla salladı.

ç.n.//Bu Manato’da iyice keş çıktı, ağzı ne zaman boş kalsa alkole sarıyor arkadaş

“Tabii ki, kelimeler ve diğer şeyler önemlidir, ancak kelimelerin ardındaki duygular daha da önemli. Biz rahipler ışık sihri kullanırken dua ederiz, duayı yanlış yaparsak sihir işe yaramaz ama ben Yume Eldritch’e dua ettiğinde aynı şeyin olduğunu düşünmüyorum.”

“Yume çook, çooook fazla duyguyla dolu,” dedi Yume, her iki kolunu da açarak. “Yume gece uyurken Eldritch-chan rüyalarında ona geldi. Yume Eldritch-chan’a binip binemeyeceğini sordu ve Eldritch-chan ona gülümseyerek evet dedi. Yume sırtına tırmandı ve çok mutlu oldu. Eldritch-chan çok hızlı koştu! O kadar hızlıydı ki rüzgar kulaklarımda ıslık çalıyordu! İnanılmazdı!”

“Öyleyse,” dedi Ranta, gürültüyle ağzındakileri çiğnerken kaşlarını çatıyordu, “Asıl nokta nerede? Bu aptalca hikayeyi başından sonuna kadar vurucu espriyi bekleyerek dinliyordum, peki nerede? İyi bir espri hazırlamadıysanız, yemin ederim seni yumruklayacağım!”

“Ana fikir?” Yume gözlerini kırpıştırdı ve başını bir yana salladı. “Hikayemde hiç ana fikir yok.”

“Ne!?” Ranta elini dramatik bir şekilde alnına değdirdi. “Salak! Ana fikri olmayan böyle uzun bir hikayenin anlamı nedir?! Ben paramparça beklentilerin aşağı çeken dalgalarında boğulduğumda ne yapacaksın?”

“Bu nasıl kötü bir şey olabilir?” dedi Shihoru küçük bir fısıltıyla. “Sadece boğulup ölürsün ve dünya bir mankafadan daha kurtulmuş olur.”

“Hey!” Ranta parmağını Shihoru’ya doğrulttu. “Hey! Hey! Seni duydum! Ne dediğini duydum Shihoru! Ölmemi istiyorsun!”

“Sadece söylüyordum. Boğulup ölmen nasıl kötü bir şey olabilir?”

“Ölümü küçümsüyorsan, bunu kibarca yapıp yapmaman önemli değildir! Sen en kötüsüsün! Şimdiye kadarki en kötü insan! Tüm tarihin en kötü çürümüş kötüsü!”

“Sadece onu görmezden gel, Shihoru,” dedi Yume, Shihoru’ya sarılıp yavaşça kafasını okşayarak. “En düşük yaşam formu dinlemeye değer bir şey yok diyor. Shihoru yanlış bir şey yapmadı. Kötü olan düşük yaşam formu. Gerçekten o kadar düşük ki, insan olarak bile kabul edilemez.”

“Ben insanım!”

Kıvırcık saçlı bir insan mı? diye muzurca sordu Haruhiro. Ranta “Evet, kıvırcık saçlı…” ile onayladı. Sonra dik dik Haruhiro’ya baktı.

“Kıvırcık saçların bununla hiçbir ilgisi yok!” dedi Ranta, saçlarını çekerek. “Kıvırcık saçlı bir insan iyi bir insandır! Eğer kıvırcık saçların yoksa kendine insan diyemezsin!”

“Bu durumda… Nmh nmh,” Moguzo bir yumruk büyüklüğündeki ağız dolusu ekmeğini yuttu. “İnsan değilsem sorun değil.”

“Yume için de sorun yok”, dedi Yume.

“…Ben için de,” diye ekledi Shihoru.

“Burada da aynı,” diye kabul etti Haruhiro.

“Bekle,” dedi Manato, tamamen ciddi bir suratla. “Bunu rasyonel olarak düşünelim. Kıvırcık saç gerçekten sorun mu? Ben öyle düşünmüyorum. Kıvırcık saçlı olmak kesinlikle yanlış bir şey değil. Aslında, kıvırcık saçlar burada kurban bile olabilir…”

“Ha?” Ranta saçlarını çekiştirdi. “Kurban? Saçlarım mı? Yani bu durumda kötü adam ben mi oluyorum?! Ve benim yüzümden kıvırcık saçlar kötülüğün işareti mi oluyor!?”

“Ranta, sadece şaka yapıyorum.”

“Kahretsin, Manato! Her zaman yüzünde bu sırıtış var, bu yüzden ne zaman şaka yaptığını ya da ne zaman ciddi olduğunu anlamıyorum! Sen suratını o sırıtışla maskeleyen kara karınlı bir hainsin!”

“Hh- hiçte bile!” Shihoru aniden ayağa kalktı, yüzü parlak kırmızıydı. O kadar öfkeli görünüyordu ki kafasından buhar yükseliyor gibiydi. “Manato-kun öyle biri değil. Manato-kun kara karınlı ya da hain değil! Lafını hemen geri al!” Ranta hemen geri adım attı. “H-hey, tamam tamam. Ama biraz düşünürsen, lafımı geri alacaksam sizin de bana yemek ısmarlamalısınız, buna hakkım var.”

“SADECE LAFINI GERİ AL! YOKSA SENİ [GÖLGE ÇARPMASI]YLA TOZ OLANA KADAR VURURUM!” Shihoru resmen kükrüyordu.

ç.n.//Yakarsa Grimgar’ı tsudereler yakar 🙂

“İyi iyi! Lafımı geri alıyorum. Manato siyah karınlı filan değil. Karnı beyaz. Zaten her gün banyolarda görüyorum, bu yüzden beyaz olduğunu biliyorum. Manato’nun karnı bembeyaz. Ciddi anlamda. Ultra parlak ötesi bembeyaz. Bir erkek için çok fazla. Hatta bir kız için bile, bu beyazlık seviyesinin yüksek olduğunu söyleyebilirim.”

“Beyaz…” Shihoru aniden sarhoş gibi ileri geri sallanmaya başladı. “Manato… Göbek… Banyolar…”

“Bir kızdan daha beyaz, ha?” Manato, Rahip cüppesini ve altındaki gömleği kaldırdı. “Gerçekten sanmıyorum ama Haruhiro, karnım o kadar beyaz mı?”

“Ee… Şey,” Haruhiro, önce Shihoru’dan Manato’ya, sonra yine Shihoru’ya, sonra tekrar Manato’ya baktı.

Gerçekten de Manato’nun karnı beyazdı ama Shihoru’nun cildi aralarında en açık olandı. Ama asıl mesele bu değildi. Haruhiro zaten biraz şüphelenmişti ama şimdi kesin olarak biliyordu. Shihoru Manato’dan hoşlanıyordu. Manato fark etmemiş miydi? Hayır böyle bir durum olamazdı. Haruhiro Manato’nun fark edemeyecek kadar meşgul ya da dikkatsiz olduğunu sanmıyordu. Yoksa… Fark etmemiş gibi mi davranıyordu? Shihoru için benzer duygular beslemediği için görmezden mi gelmeye çalışıyordu? Eğer durum buysa, Haruhiro Shihoru için kötü hissederdi ama Haruhiro durumun hiçte öyle olmadığını hissediyordu.

“Sanırım Ranta’nın abarttığı kadar olmasa da evet, oldukça beyaz. Evet, bembeyaz bir cildin var. Ve cildin de oldukça pürüzsüz,” dedi Haruhiro.

“Pürüzsüz… Cilt…” Shihoru Her an düşecekmiş gibi görünüyordu. “Cilt… Pürüzsüz…”

“Shihoru… iyi misin?” Yume kendinde olmayan Shihoru’yu tutmak için harekete geçti. “Aynı anda çok fazla hayal kurmak gerçekten iyi değil. Her seferinde bir hayalle yetinmeyi öğrenmelisin. Shihoru? Hu hu, Shihoru?”

Shihoru iç çekti ve şaşkın bir yüz ifadesiyle Yume’ye yaslandı.

Ben bir günahkarım, diye düşündü Haruhiro. Belki de abartıyordu ama… O anda, Shihoru’nun ne kadar ilginç olduğunu, orada ne kadar sevimli -ya da en azından komik- olduğunu anlatmaya çalışmak boşunaydı. Kendine bir anlığına engel olamamıştı. Belki orada çok ileri gitmişti ama Shihoru şu an çok tatlı görünüyordu.

Ranta kaşlarını çattı ve alay eden bir yüz ifadesiyle ağzındaki lokmayı çiğnemeye döndü. Öğle yemeğiyle meşguldü ve bunun haricinde hiçbir şeyle ilgilenmiyora benziyordu. Yoksa bütün bu yaptıkları asıl gerçeği gizlemek için miydi? Ranta’nın Shihoru’dan hoşlanıyor olması mümkün müydü? Ve Shihoru Manato’yla ilgilendiği için Ranta bu şekilde mi ilgi çekmeye çalışıyordu?

Eğer öyleyse Ranta pek çok şeyi gözden geçirmeliydi. Şimdiye kadar kızları etkileyecek en ufak bir şey yapmamıştı. Aslında yaptığı her şey kızların ondan nefret etmesini sağlıyor gibiydi. -üstelik her seferinde adeta dibi olmayan bir çukur gibi bu nefrette daha derin bir noktaya batıyordu-

“Gerçekten iyi bir takım olduk,” diye ortaya söyledi Manato.

“Gerçekten mi?” Haruhiro inanamadı.

“Şu anda sorunsuz bir şekilde üç goblin haklayabiliyoruz ve şimdiye kadar kimse zarar görmedi yani onları kolayca yenebildik. Yume bir kukride bir yay kullanmaktan daha iyi aslında, kukri kullanmakta oldukça yetenekli. Dikkatli bir şekilde plan yaparsak, muhtemelen bir seferde dört goblin alabiliriz.”

 

“Anlıyorum…” Haruhiro bir an düşündü.

Moguzo ve Manato, birini alırken Haruhiro, Ranta ve Yume diğer ikisini halledebilirdi. Shihoru [GÖLGE ÇARPMASI]yla birini hemen devre dışı bırakabilirse ve ellerini çabucak tutarlarsa, dört tane ulaşılabilir bir hedefti.

Haruhiro, “Evet, muhtemelen dört taneyle başa çıkabiliriz.”

 

“Moguzo bizim için vazgeçilmez. O kadar büyük ki, sadece kavgadaki varlığı rakiplerimizi korkutuyor. Ayrıca kılıcı ustalıkla kullanıyor, bu yüzden devasa kılıcını salladığında bir kaza yaşanma olasılığı azalıyor.”

“Ben de öyle düşünüyorum,” dedi Haruhiro. “Moguzo kılıç oyunlarında oldukça yetenekli.”

Moguzo bir ağız dolusu ekmeği daha yuttu. “G-gerçekten mi? Bu konuda emin değilim ama hassasiyet gerektiren işleri idare etmeyi seviyorum.”

“Bu sana uymuyor!” Ranta, belirgin bir sebep olmadan öfkeyle Moguzo’ya çattı. “Ya da en azından ben böyle düşünüyorum.”

Haruhiro yan yan Ranta’ya baktı. “Merak etme Moguzo, bu iyi bir şey. Buradaki başkalarının aksine, sen çocukça sebepler yüzünden başkalarını suçlamıyorsun.”

“Ben mi?” Ranta geri adım atıp kendini işaret etti. “Benimle ilgili mi konuşuyorsun? Takma adımın ‘Hassas Kasırga Makinesi’ olduğunu biliyorsun, değil mi?”

Shihoru’yu güvence altına alan Yume, Ranta’ya soğuk bir şekilde baktı. “Yume, hiç kimsenin Ranta’yı bir kez bile öyle çağırmadığına emin.”

“Ranta inanılmaz,” Manato’nun ciddi ifadesi bu sefer şaka yapmadığını gösteriyordu. “Her zaman saldırıyor, her şeye saldırıyor. Başarısız olmaktan korkmuyor, bu yüzden muhtemelen becerilerde herkesten daha hızlı ustalaşacak. Ben dahil herkes, riskten kaçınır. Eğer Ranta olmasaydı asla ilerlemeye devam edemezdik.”

“Öyle mi?” Ranta’nın ifadesi belirsiz görünüyordu. “Bu durumda takma adım ‘İlerleme’nin Kasırga Makinesi’ mi oluyor?”

“’Hassas Kasırga Makinesi’ne ne oldu?” Haruhiro ciddi adam rolüne girmişti.

“Ve Shihoru…” Manato durakladı. Haruhiro, Manato’nun Shihoru hakkındaki düşüncelerini dikkatlice seçmesi gerektiğini tahmin etti. “Shihoru büyük resmi görüyor. Darsh büyülerinin çoğu, düşmanları şaşırtır ya da sersemletir ve takımı kavgalarda destekler. Gölge büyüsünü seçme sebebi, partiye birazcık da olsa yardımcı olmak istemesi bence. Haksız mıyım, Shihoru?”

Shihoru bir an için şaşkınlıkla baktı, sonra sessiz ama kararlı bir şekilde başını salladı. Haruhiro, ateş, buz veya yıldırım büyüsünü almak yerine daha özel kullanım alanları olan Darsh’ı seçmesinin Shihoru’ya oldukça uygun olduğunu düşündü. Belki bu tam olarak ona uyan şey değildi ama yine de Shihoru en çok sevdiği şeyi seçmek yerine takım için en faydalı olacağını düşündüğü şeyi seçmişti.

Ben çok aptalım, diye düşündü Haruhiro. Onu hiç tanıyamamışım.

Manato bakışlarını Yume’ye kaydırdı. “Yume cesur. Muhtemelen hepimizden daha fazla cesarete sahip. Bir şifacı olarak bazen daha dikkatli olmasını isterdim ama bir şey olursa, Yume yardım etmek için atlamaktan hiç çekinmiyor.”

“Yume gerçekten öyle mi?” Yume kendini gösterdi. İfadesi yumuşamıştı. “Yume kavgalarda gerçekten korkmuyor ancak Yume daha önce hiç cesur olarak adlandırılmamıştı. Belki sen haklısındır. Yine de Yume bir avcı olmasına rağmen yay kullanmakta iyi olmadığı için üzgün.”

“Herkesin zayıf olduğu alanlar ve iyi yapamayacakları şeyler vardır,” dedi Manato herkesten daha çok kendine hitaben, “Bunlardan biri bile sadece bir kişi için ölümcül bir kusur haline gelebileceği zamanlar var ama biz bir takımız. Birbirimizin zayıf yönlerini örtüyoruz.”

Doğru, Yume birkaç kez başını salladı. “Çok doğru. Bundan sonra, Yume takımı aşağı çekmemek için en iyisini* deneyecek.”

Ranta kaşlarını çattı. “’En iyi kişilik Lord Ranta’nınkidir’de olduğu gibi ‘en iyi’ demek istedin herhalde. ‘En kaliteli göğüs’ değil, değil mi? Çünkü ‘En kaliteli göğüs’ kulağa özel bir çeşit göğüs gibi geliyor.”

ç.n.// Yume burada ‘best/en iyi’ kökünden gelen ‘bestest/en iyinin en iyisi demeye çalışıyor ; ama bunun yerine ‘breast/göğüs’ kökünden gelen ‘breastest’ kelimesini kullanıyor. Bu da haliyle en kaliteli ,en hakiki göğüsler gibi kafa yakan çeviri sonuçları ortaya çıkarıyor

Yume ellerini göğüslerinin üzerinden geçirdi. “Yume en kaliteli göğüslere sahip olmanın nasıl olacağını merak ediyor. Muhtemelen Yume’nin küçüklerinden tamamen farklı bir tip.”

Araya girmek için çok iyi bir fırsattı, bu yüzden Haruhiro kendini tutamadı. “Belki bir çeşit alt tiptir.” dedi.

Yume ifadesi tamamen ciddi olan Haruhiro’ya baktı. “Haru, gerçekten öyle mi düşünüyorsun?”

“Ben ner… Hmm belki. Kim bilebilir?”

 

“Ne tür bir alt tip acaba? En kaliteli göğüsler. Söylenişi kulağa çok hoş geliyor.” dedi Yume.

“G-gö…” Moguzo konuşmaya çalıştı. Ama herkesin dikkati aniden ona döndüğünde alnından ter akmaya başladı. Moguzo bir eliyle terini silerken alçak sesle mırıldandı. “U-uh… Boşverin. Gerçekten boşverin. O kadar da önemli değildi zaten.”

“Ama artık merak ediyorum,” dedi Shihoru, gözlerini bir an bile Moguzo’dan ayırmadan.

Moguzo birkaç saniye sonra baskıya dayanamadı ve bakışlarını yere çevirdi. Bir süre geçip nihayet konuşacak cesareti bulduğunda “Ö-özür dilerim.” dedi.

Özrüyle kimse daha fazla uğraşmadı ama… Moguzo’nun söylemek istediği şey neydi? Üstelik merak eden tek kişi Shihoru değildi…

Gevezelikleri öğle yemeğini bitirdikten sonra bir süre daha devam etti. Goblin aramaya başladıklarında vakit nereyse ikindi olmak üzereydi. Tam Goblin aramaya başladıklarında Haruhiro bir şey fark etti. Manato’nun herkesin övülecek yanlarını saymıştı ama Haruhiro hakkında bir şey söylememişti. Belki Manato onu sadece unutmuştu. Ya da belki de kendisi hakkında övmeye değer hiçbir şey bulamamıştı.

Manato Haruhiro’yu değersiz biri olarak mı görüyordu? Sık sık sohbet etseler de Manato onu sadece beraber gevezelik edecek biri olarak mı görüyordu? Düşüncesi bile Haruhiro’yu depresyona sokmaya yetiyordu. Ama şimdi Manato’ya gidip ‘Hey, Manato beni de biraz över misin?’ diye sorabilirdi. Ama Haruhiro’ya bunu tek kelimeyle anlat deseniz ‘Acıklı’ derdi. Üstelik övülmek için başkalarına dilenmek çok zavallıcaydı.

Ah adamım, dedi kendi kendine.

Manato ya unutmuştu ya da konuşmanın yönü Manato ona gelemeden değişmişti. Bu iki nedenden biri olmalıydı, Manato o kadar kalpsiz bir adam olamazdı. Haruhiro biraz -ama sadece birazcık- daha iyi hissetti.

Yoğunlaşmalıydı. Bulundukları göreve konsantre olması gerekiyordu.

Haruhiro elini kaldırdı, partiye durması için işaret verdi. “Bir şeyler var…”

Herkes çabucak gölgelere gizlenirken, Haruhiro her zamanki gibi keşif için tek başına ilerledi. Ranta da nadiren de olsa keşfe çıkardı, ama dürüst olmak gerekirse, keşif tek başına olduğu zaman daha kolaydı ve Ranta gibi bir baş ağrısı yokken endişelenmesi gereken daha az şey vardı.

Haruhiro hareket ederken hiç ses çıkarmamak için elinden geleni yapıyordu ama istediği düzeye henüz ulaşamamıştı. Yeterli paraya sahip olduktan sonra, Hırsız becerisi [Sinsi Yürüyüş]‘ü öğrenmek istediği ilk şeydi. Sessizce hareket edebilmenin arkasında kesinlikle bir hile vardı -yani daha deneyimli hırsız çaylakları öyle diyordu- ve Haruhiro bunu öğrenmek istiyordu. Üstat Barbara ona öğretmezse ona yalvarabilirdi bile.

Goblinler taştan yapılmış iki katlı bir yıkık binadaydı. Balkonlu ve bir tür salon benzeri ikinci katın zemini hemen hemen çökmüştü ve birinci kattaki duvarların bir kısmı çökmüştü. İkinci kattaki balkonda sırtına çaprazlama kılıç bağlanmış ve plaka zırh giyen bir goblin vardı. Birinci kattaysa daha iri olan ikinci bir goblin oturuyordu. Bir goblin için oldukça büyüktü.

Normal goblinlerin boyu 120-130 santimetre civarında olurdu. İnsan çocukları boyunda olan bu ırk için 140 santimetreye ulaşan herhangi bir goblin, kendi türü için bir dev olarak kabul edilirdi. Yine de birinci katta oturan goblin bir şekilde farklıydı. Bu mesafeden söylemek zordu ancak ikinci kattaki goblinden en az bir veya iki beden daha büyük görünüyordu. Haruhiro ilk kez böyle bir goblin görüyordu.

Zincir zırh giydiğini ve hatta miğferi olduğunu görebiliyordu ama bu mesafeden ne tür bir silah taşıdığını tam olarak göremiyordu. Haruhiro binanın etrafındaki alanı araştırdı ancak başka goblinler yoktu -bu yüzden sadece plaka zırhlı goblin ve dev goblinin olduğunu var sayıyordu-. Haruhiro diğerlerinin yanına döndü.

“Kötü haber,” dedi. “Sadece iki taneler ama biri çok büyük. Neredeyse bizimle aynı boyda.”

Manato’nun gözleri hafifçe irileşti. “Bir hobgoblin. Bir goblin alt türü ancak normal bir goblinden daha büyük ve daha güçlüdür. Vahşi olmasına rağmen çok zeki değiller. Diğer goblinler onları bazen hizmetçi olarak kullanıyor.”

Ranta dudaklarını yaladı. “Eğer bir hizmetkarı varsa oldukça zengin olmalı. Kesinlikle bir sürü değerli eşya taşıyor olmalı.”

Haruhiro çenesini eliyle ovdu. “Haklı olabilirsin. Üzerinde plaka zırh vardı ve hobgoblin bir miğferle birlikte zincir zırh giyiyordu. Bu miğfer, birimizin kullanması için bile yeterince büyük olabilir.”

Moguzo yüksek sesle içini çekti. Savaşta rakipleriyle bire bir yüzleşmek zorunda kalanlar için koruyucu ekipman özellikle önemliydi. Ancak zırhlar pahalıydı. Yeni donanım zaten söz konusu değildi, bu yüzden diğer seçenekler ya bir savaşta yendiğiniz rakibin kullandığı ekipmanın ya da başkasından kalan yeterince yıpranmamış zırhın -çoğu durumda zırhtan çok zırhın bir parçasının- boyutunu ayarlatmak için bir zırh demircisine gitmekti. Bu nedenle, Moguzo dahil herkes, loncalarının sağladığı
-ki loncanın da bu kadar ekipmanı nasıl ve nereden sağladığı da bir muammaydı- ikinci el donanımı hala kullanıyorlardı.

“İki goblin.” Manato bakışlarını başını aşağı eğdi ve derin düşüncelere daldı.

Yume gözlerini Manato’ya çevirerek, “Sadece iki taneyse Yume onları alabileceğimizi düşünüyor.” dedi

“Büyüyle bir tanesini bağlayabilirsem,” dedi Shihoru, elindeki büyücü asasını iyice sıkarak. “Bundan sonrası kolay olmalı.”

“Yume de yayıyla saldırmaya çalışacak. Yume başaramazsa en azından Gobie’nin dikkatini dağıtacak, böyle yaparsak Yume de başarabileceğimizi düşünüyor.”

Manato sırayla takım arkadaşlarının her birine baktı. Belki sebebi daha önce Manato tarafından iltifat almalarıydı ama herkesin morali yüksekti ve planın bir parçası olmaya istekliydiler. Havadaki gerilim normalden daha fazlaydı. Haruhiro bu heyecanı özellikle paylaşmıyordu ama kimsenin hevesini de kursağında bırakmaya niyetli değildi.

“Bunu yapabilir miyiz?” diye sordu, Manato başını sallayarak.

Herkes Manato’nun sorusunu aynı anda cevapladı “Haydi yapalım şunu.”

Hızlı bir şekilde bir savaş planı hazırlandı. Haruhiro, Yume ve Shihoru ilk başta uzaktan saldırarak konuşlanacaktı. Düşman saldırı altında olduğunu fark ettiği anda, Moguzo ve Manato ön cepheye atılacaktı. Moguzo hobgoblini alırken Manato plaka zırhlı goblinle eşleşecekti. Haruhiro, Ranta ve Yume yanlardan baskı yaparken Shihoru uzaktan büyüyle destekleyecekti.

Tüm ekip birbirine bakacak şekilde bir daire oluşturdu ve ellerini ortaya koydu.

Manato alçak bir sesle -ama alçakta olsa şiddetli bir sesti- “Çarpışmaya!” dedi, partinin geri kalanıysa aynı anda ve aynı kararlılıkla “Ya hep ya hiç!” diye cevap verdi.

Bir süre önce bu küçük dövüş öncesi ‘parti kodu’na başlamışlardı, ama içten içe Haruhiro her zaman biraz garip bulmuştu. “Neden ‘Çarpışmaya!, Ya hep ya hiç!’?” diye düşündü yüksek sesle.

Shihoru başını bir yana eğdi. “Bilmiyorum… Ama bir nedenden dolayı tanıdık geliyor.”

“Yume’nin içinde de böyle bir his var,” dedi Yume. “Ama Yume nedenini bilmiyor. Çok garip.”

Haruhiro, Yume ve Shihoru ile iki katlı binaya doğru ilerledi. Manato, Moguzo ve Ranta, yaklaşık yedi sekiz metre geride kaldı. Yume’nin yayı daha uzun menzili vardı ama Shihoru’nun büyüsü de yaklaşık on metre menzile sahipti. Sezdirmeden goblinlerin on metre yakınına yaklaşabilirler miydi?

Binayı çevreleyen bir duvar nedeniyle kolay olmayacaktı hatta imkansıza oldukça yakın olacaktı. Duvarı siper almak ya da gizlenmek için kullanamayacaklardı. Üstelik duvarla binanın arasında on beş metre açık alan vardı. Duvarı geçer geçmez goblinler onları fark edeceklerinden emindi.

Haruhiro Shihoru’ya yaklaştı. Tatlı bir şeyin hafif kokusu burnunu doldurdu. Shihoru’nun kulağına eğilerek “Shihoru, parfüm kullanıyor musun?” diye fısıldadı.

“…Ha? Neden bahsediyorsun?” dedi Shihoru.

“Huh, boşver. Affedersin. Biraz uzakta ama buradan hedefini vurabilir misin?”

 

“Gerçekten emin değilim… Ama deneyeceğim.”

Shihoru elini göğsüne bastırdı ve sakin, derin bir nefes aldı. Yume yayını ve okunu son bir kez sınadı. Goblinlerin hiçbiri oldukları tarafa bakmıyordu. Yume ve Shihoru aynı anda duvarın arkasından adım attılar ve Shihoru, büyücü asasıyla temel bir glif çizdi.

“Oom rel eckt vel darsh!”

Kıvırcık, siyah, top benzeri bir gölge elementi, bir anda büyücü asasının ucundan patlayıverdi. Aynı zamanda Yume de okunu serbest bıraktı. Ok, plaka zırhlı goblinin kafasının üzerinden uçtu ve şaşırtıcı şekilde, gölge elementi plaka zırhlı gobline değil de solundaki hobgobline çarptı. Hobgoblin, tüm vücudu titremeye başladığında homurdandı.

Plaka zırhlı goblin, onlara bakmak için döndü.

“Bizi fark ettiler!” diye bağırdı Haruhiro.

“Hadi gidelim!” Manato emretti.

Manato’nun bağırışıyla beraber Plaka zırhlı goblin elindeki silahla hobgobline sertçe vurdu. Hobgoblin, daha önce düşürdüğü ayaklarının yanındaki devasa çivili sopayı aldı. [GÖLGE ÇARPMASI] büyüsü işini iyi yapmıştı ama artık bunun onlara bir faydası olmayacaktı.

Plaka zırhlı goblin de elinde bir şey tutuyordu. Bu neydi? Bir çeşit silaha benziyordu. Ucuna sabitlenmiş yay benzeri bir namluya bağlı olarak çalışıyora benzeyen mekanik bir silah gibi duruyordu. Ve plaka zırhlı goblin, onu doğrudan Haruhiro ve diğerlerine doğru işaret ediyordu.

Haruhiro Yume ve Shihoru’nun omuzlarını tuttu ve siperlerine geri dönmeleri konusunda uyarmak için ağzını açtı. Fakat kelimeler ağzından çıkmadan önce onlara bir ok uçmuştu bile. Neyse ki Haruhiro Yume ve Shihoru’yu aşağı çekebilmişti. Haruhiro homurdanarak yere düştü.

Sonra acı onu şiddetle sarstı. Sağ kolundaydı. Sadece bir oktu ama… Nihayetinde sağ kolundan bir ok çıkıyordu ve yaralanmıştı. Acıtıyor, canını yakıyordu. Eğildi, topukları üzerine çömeldi. Hareket ettiğinde acıyor, durduğu zaman acıyor. Çok acı çekiyordu, zor nefes alıyordu.

Shihoru görünce bir şok geçirdi.

“Haru!” Yume elini sırtına nazikçe koydu.

Haruhiro acı içinde inledi. Bana dokunma. Lütfen bana dokunma. Çünkü acıtıyor. Bu kötüydü. Ölecek miydi? Ölecekti, değil mi? Ölüm. Olmaz. Ölmek istemiyordu. Ama acı. ACI. Yardım et… Birisi… Bu kötüydü. Bunu böyle olmayacaktı.

“Haruhiro!”

Bağıran Manato’ydu. Manato onun için gelmişti. Ve hiçbir uyarı yapmadan oku Haruhiro’nun kolundan çıkardı. Ok yaradan çıktıkça, Haruhiro sanki kendinden başka birbirinden büyük bir parça çıkarılmış gibi hissetti. Hızlı ve kalın bir ip gibi yaradan kan akıyordu. Manato, öleceğim. Beni öldürecek, böyle bir şey yapacaksan en azından…

Ama Manato hemen eliyle bir altıgen oluşturup “Lord Luminous’un ilahi zarafeti altında korun [Tedavi]…” diye başladığı için hiçbir şeye dikkat etmedi.

Manato’nun elinden dökülen ışık Haruhiro’nun yarasını bağlamaya başladı. Muhtemelen iyileşiyordu ama acı hiç azalmamıştı. Haruhiro nefes nefese soluklandı. O kadar kötü acı çekti ki son seferde nefesini veremedi.

Sonunda, acı çekilmeye başladı. Sonunda bir kez daha normal nefes alabildi ve sağ koluna dokundu, kanlıydı ama artık acımıyordu.

“Manato!” Ranta çağırıyordu. “Acele edin! Bu pislikleri sonsuza kadar durduramam!”

“İyi olacak mısın?!” Manato Haruhiro’ya baktı ve Haruhiro başını salladı ama Manato çoktan uzaklaşmıştı bile.

Ah, doğru. Manato Haruhiro’yu iyileştirirken diğerleri hala savaşıyordu. Haruhiro binaya baktı ve Moguzo’nun hobgoblinle savaştığını gördü, Ranta ve Yume ise plaka zırhlı goblini meşgul ediyordu. Manato, Ranta ve Yume’yi güçlendirmeyi düşündü mü? Shihoru [BÜYÜ KÜRESİ] ile hobgoblini vurdu ama saldırı onu etkilemiyordu bile.

Haruhiro panik içinde ayağa kalktı. Manato, Ranta ve Yume’ye katılacak olsaydı, muhtemelen plaka zırhlı goblini alabilirlerdi. Ama hobgoblin görmezden gelinemeyecek bir sorun gibi görünüyordu.

“Orada dur Moguzo!” Haruhiro hobgoblinin sırtını hedef alırken cesaretle bağırdı.

Hobgoblin sadece Moguzo’ya odaklanmış olmalıydı çünkü Haruhiro’yu dikkate bile almamıştı. Durum böyleyse [ARKADAN VURMA] daha kolay olmalıydı ancak ufak bir sorundan dolayı, beceriyi kullanacak kadar yakın duramazdı. Hobgoblin, Haruhiro’dan biraz daha uzun, Moguzo’dan kısaydı ancak bu farkı geniş yapılı bedeniyle kapatıyordu.

Kullandığı çivili sopa tahtadan yapılmıştı ama ağır ve kalındı. Eğer onunla bir vuruş yaparsa zırhlı Moguzo bile ufak bir ezikle kurtulamazdı. Üstelik hobgoblin’in giydiği zincir-zırh bir problemdi. Korunan sadece üst bedeni değildi; zincir-zırh gömleği zincir-zırhlı pantolonuna bağlıydı ve başındaysa bir miğfer vardı. Haruhiro’nun hedefleyebileceği bir nokta yoktu, tüm vücudu zırhlıydı.

“TEŞEKKÜRLER!” Moguzo, [PARÇALAYICI GAZAP]‘ı savaş narasıyla salıverdi.

Ani bir tezahürat neredeyse Haruhiro’nun ağzından çıkıyordu ama çıktığı gibi sona erdi. Moguzo’nun devasa kılıcı goblinin sol omzunu açığa çıkarmıştı ama hobgoblin acemi şansıyla da olsa darbenin yıkıcı etkisinden zorlukla kaçtı ve anında karşı saldırıya geçti. Moguzo, gelen sopa darbesini zar zor saptırılabildi. Hayır, aslında Moguzo saldırıyı saptıramamıştı; darbe onu geriye doğru ittirmişti. Onun dövüş duruşu tamamen darmadağın olmuştu. Bu kötüydü. Moguzo düşmek üzereydi.

Haruhiro kendini tam bir vücut mücadelesiyle hobgoblinin sırtına yapıştırdı ve hançerini el çabukluğuyla zırha sapladı. Bıçak metale sürtünerek korkunç bir ses çıkardı. Yararı yoktu. Hançer zırhı delemedi. Ama en azından Haruhiro hobgoblinin dikkatini Moguzo’dan başka yere çekmeye başarmıştı ve şimdi hobgoblin sopasını ona sallıyordu. Yere atladı, gelen darbeden kaçtı sadece zar zor değil, kıl payıyla kaçabilmişti.

Durum kötüydü. Korkmuştu. Tüm iç organlarının büzüldüğünü hissetti. Zaten yarı ölü gibiydi. Bu his ona hiç yardımcı olmuyordu, geri geri adım attı ve sonunda kıç üstü oturup kaldı.

“Bunu yapamam…” diye fısıldadı kendi kendine.

“Oom rel eckt vel darsh!” Shihoru büyü okuyor olmalıydı. Gölge elementi hobgoblinin sırtına çarptı ve hob şiddetle titremeye başladı.

Moguzo’nun devasa kılıcı bir anlığına göründü ve sonraki anda kılıç hobgoblin’in kafasını yarıyordu. Kılıç miğferine çarpıp geride boydan boya bir yara bırakırken kıvılcımlar uçuştu. Koca Hob geriye sendeledi.

“Şimdi!” diye bağırdı Haruhiro, bir sıçramayla ona doğru koştu.

Hobgoblin korkutucuydu ama indirebileceklerse… Haruhiro ayağa kalkmadan Manato bağırdı. “Haruhiro, buraya! Ranta’nın yerine!..”

“Ne?!” Haruhiro, Ranta’nın kanının boynundan durmaksızın aktığını gördü. “Boyundan mı kesildi!?”

Manato, Ranta’nın yarasıyla ilgilenirken Yume tek başına plaka zırhlı goblinle yüzleşmek zorunda kaldı. Goblin Yume’nin kukrisini saptırdı, Yume geri çekilmek zorunda kaldı. Bu kötüydü. Haruhiro goblinin dikkatini çekti ve Yume’yle goblinin arasına geçti.

“Hey, goblin! Buraya!”

Haruhiro’nun istediği gibi plaka zırhlı goblinin dikkati artık tamamen onun üzerindeydi. Ama bu aynı zamanda goblinin bitmeyen darbe sağanağına göğüs germek zorunda kalacağı anlamına geliyordu. Hayır, aslında bunu yapmasına gerek yoktu. Plaka zırhlı goblinin kılıcı, Ranta’nın uzun kılıcıyla aynı uzunluktaydı. Saldırılarından kaçması yeterli olacaktı. Bir hırsız olarak yapması gereken şey engellemek, savuşturmak ve kaçmaktı.- Neyse ki bu üçü Haruhiro’nun iyi bildiği şeylerdi.-

Bu goblin, daha önce karşılaştıkları diğer goblinlerden farklıydı. Hızlı ve çevikti ve Haruhiro, kılıcını oldukça ustalıkla kullandığı için silahlarla ciddi bir eğitim aldığını hissetti. Böyle bir rakip karşısında kendini sadece bir hançerle savunmak… Eğer dikkatsiz bir hamle yaparsa… Ne olacağını bilmiyordu.

Moguzo tek başına iyi miydi? Haruhiro endişeliydi ama gözlerini bakmak için plaka zırhlı goblinden ayırma lüksüne sahip değildi.

“[SÜZÜLEN SÜPÜRME]!” Yume plaka zırhlı gobline arkadan saldırdı.

[SÜZÜLEN SÜPÜRME] Kukri kullanarak yapılan güçlü bir yatay süpürme saldırısıydı ancak goblin hareketlerini okumuştu. Saldırısını karşılamak için döndü, sonra kukriyi Yume’nin elinden çıkaran bir darbeyle karşı hamle yaptı. Plaka zırhlı goblin, son bir darbe ile onu bitirmeye hazırlandı.

“Sana izin vermeyeceğim!” Haruhiro kendini goblinin üzerine attı ancak goblin hamlesini öngörmüştü.

Haruhiro’ya dönerken, kılıcını kaldırdı. Olamaz, diye düşündü Haruhiro. Gelen saldırıyı karşılamak için hançerini kaldırdı ama rakibinin kılıcını durdurmak için çok geçti. Goblinin kılıcı hançerin kenarı boyunca metal üzerindeki metalin acı çığlığıyla kaydı.

Goblinin kılıcı sağ kolunu kesmişti. Haruhiro acı içinde bağırdı. Haruhiro’nun hançeri elinden düştü. Goblin saldırıya geçerek kılıcını saplamak için ileri atıldı. Haruhiro, işinin bittiğini düşündü.

“[HİDDETLİ DARBE]!” Gelen Ranta’ydı. Plaka zırhlı goblinin saldırısı Haruhiro’yu bir kıl payı kaçırdı.

Ranta, kılıcın ucunu gobline saplamak için yandan saldırmıştı ama plaka zırhlı goblin kılıcın yolundan çekildi, Ranta’nın saldırısından kaçındı ve nefes almayı bile fırsat vermeden karşı saldırıya geçti. Ranta karşı saldırıdan kaçınmak için yana doğru geri çekilmek zorunda kaldı.

“Bok! Lanet olası demir sidik torbası, zengin piçi!” Ranta artık gelişine küfrediyordu.

Ranta’nın yüzü soluktu ve çok terliyordu. Yarası iyileşmişti ama bu kaybettiği kanın geri yerine döndüğü anlamına gelmiyordu. Ancak pervasızlığı Haruhiro’yu kurtarmıştı. Haruhiro hala yaşıyordu. Kolu çok acıyor. Goblinin kılıcı çok derin kesmişti. Acı sağ kolunu hareket ettirmeyi imkansız hale getirdi, bu yüzden hançerini ne kadar hoşlanmasa da soluyla kullanmak zorundaydı.

“Haruhiro!” Manato koşarak gelmişti ve hemen ışık sihrini hazırladı. “Ey ışık, Lord Luminous’un ilahi lütfu altında… [Tedavi].”

Haruhiro dişlerini acıya karşı sıkı sıkı tuttu. Yara iyileştikçe kapanan yaranın gerginliği vücudunun ne kadar bitkin düştüğünü hatırlattı. Moguzo bir şekilde hobgoblinin saldırılarına karşı ayakta kalmayı başarmıştı ancak zar zor dayanıyordu. Ayakları uzaktan bile dermanının kesildiğini ilan ediyordu. Shihoruysa çömelmiş hızlı hızlı nefes alıyordu, muhtemelen büyüsünü aşırı kullanmaktan tükenmişti. Ondan daha fazla yardım beklemek mümkün değildi.

Her ne kadar becerikli bir şekilde atlatsa da Ranta’nın plaka zırhlı goblini daha ne kadar atlatmaya devam edebileceğini tahmin etmekse çok zordu. Beş ya da üç dakika? Aslında o kadar bile değil. Bu esnada Yume’yi gördüler. Yume’nin kolu kesilmişti ve durmaksızın kanıyordu.

“Tamam, hazırsın.” dedi Manato. Haruhiro iyileştiğini doğrulamak için koluna dokundu ve bakışlarını Yume’ye çevirdi.

“Yume! Buraya! Manato seni iyileştirecek!” diye bağırdı Haruhiro.

“Yume iyi!” Yume’un yanıtı geldi. “Yume hala devam edebilir!”

“Haruhiro, onunla yer değiştirin! Yume, buraya gel!” Manato sesi emrediciydi.

Fakat itaat ederken bile Haruhiro’nun içindeki huzursuzluk dinmiyordu. Manato’nun nefesinin biraz düzensizleştiğini fark etti. Işık sihrini çok mu kullanıyordu? Haruhiro’nun sınıfı Hırsızdı, bu yüzden büyü ve ışık sihrinin kuralları hakkında hiçbir fikri yoktu. Bu, kendi kararına daha çok güvendiği bir meseleydi, kendi veya Manato’nun. Tabii ki Manato’ya daha fazla güveniyordu. Yani iyi olmalıydı. Hala iyi olmak zorundaydı. Hepsinden önce herhangi bir sorun bile olmamalıydı.

Haruhiro, Yume’yle yer değiştirdi. Plaka zırhlı gobline baskı yapmak istedi ancak tereddüt etmeden duramıyordu. Saldırırsa cevap veremeyeceği bir karşı saldırıya uğrayacağından korkuyordu. Ranta da aynı düşünüyor muydu acaba? Bu goblin ortalama bir insan savaşçı için bile çok yetenekliydi. Savunmasında açıklık bile yoktu.

Üstelik, goblinin bir miğferi vardı. Sorun bununla da bitmiyordu. Miğferine ek olarak plaka zırhlıydı. Olamaz. Haruhiro hançeriyle isabet edebilse bile zırh saldırısını sadece saptırırdı o kadar. Ranta’nın uzun kılıcı için de daha iyi bir ihtimal yoktu. Moguzo’nun devasa kılıcı nasıl olurdu? Ama Moguzo hobgoblinle meşguldü, aynı anda iki hedefle eşleşemezdi. Bu yüzden şimdilik bu ihtimal dışındaydı.

Şah ve mat. Haruhiro aniden iliklerine kadar dondu. Şah-mat olmuşlardı. Bu savaşı kazanamazlardı. bu savaşta kazanabilecekleri bir yol yoktu. Ama zaten biliyordu. Bir süre önce kaybettiklerini hissetmişti. Kaybetseler ne olurdu? Eğer yenilirlerse ölecekler miydi? Hepsi ölecek miydi?

Haruhiro, Yume’nin tedavisini neredeyse bitiren Manato’ya baktı. Her ikisi de Haruhiro’nun yanına geldi.

“Haruhiro, Moguzo’ya yardım et!” dedi Manato ve Haruhiro refleks olarak başını salladı.

Onları terk etmenin iyi bir fikir olup olmadığından emin değildi, ama Moguzo’nun yardıma ihtiyacı vardı. Haruhiro hobgoblinin arkasında konuşlandı.

İşte o zaman başladı. Bozgun. Hobgoblin korkunç bir şekilde haykırdı ve çivili sopasını Moguzo’ya salladı. Devasa kılıcını engellemek için kaldırdı ama hobgoblinin saldırısını durduramadı.

Hobgoblin tekrar tekrar saldırdı. Moguzo’nun üzerine adeta darbelerden oluşan bir yağmur yağdı. Sopa tahtadan yapılmıştı, ama kırılma belirtisi bile göstermiyordu. Moguzo, kendi sınırını dayanmak üzereydi, hobgoblinin saldırılarından kurtulmak için kılıcını iki eliyle, bir eliyle kabzasından ve diğer eliyle de keskin ucundan tuttu. Saldırılar bunaltıcıydı ve kısa süre sonra bir dizine isabet almıştı bile. Sopanın üzerindeki sivri uçlardan birinin onu vurduğu yerden kan akıyordu.

Hobgoblin, Moguzo’yu tekmeledi. İşinin bitirmek için üzerine çıkmaya çalıştı. Haruhiro bunun olmasına izin verirse… Bu kötüydü. Çok kötü. Olabilecek kötü şeylerin en kötüsü… Kendini düşünmeden Haruhiro kendini hobgoblin sırtına kilitledi. Kollarını da sabitlemeyi isterdi ama bu mümkün değildi.

Hobgoblin, Haruhiro’yu sırtından atmak için mücadele etti ama Haruhiro umutsuzca yapışmıştı. Hem Haruhiro hem hobgoblin değer verdikleri yaşamları için çılgın bir dayanıklılık mücadelesine giriştiler.

“Böyle devam et Haruhiro! Dikkatiniz dağılmasın!” diye bağırdı Manato, bir yandan da Moguzo’yu iyileştirirken.

Olmaz. Haruhiro’nun daha uzun süre dayanması mümkün değildi. Hobgoblin kaburgalarına o kadar sert vuruyordu ki sadece acıtmıyordu neredeyse Haruhiro’nun bilincini kaybetmesine neden oldu. Bu kötü. Eğer bayılırsa onun için bitecekti. Düşerse kesinlikle ölecekti.

O zaman gerçekten korkutucu bir şey oldu. Neyin gerçek olduğunu idrak edemedi, anlayabildiği tek şey düşmüştü ve sırtı feci bir hızla yere çarpmıştı. Hobgoblin ayağa kalkamadan onu tekmeledi.  Bir an nefes alamadı.

“Y-Yar …Yardım et…” Yardım için kime başvurduğunu bilmiyordu ama yardım hızla gelmişti.

Manato kısa asasıyla hobgoblinin kafasına [PARÇALAMA] indirdi. Hobgoblin, miğfere sahipti, buna rağmen Manato’nun tekniği hobgobline küçük bir sarsıntı verecek kadar hasar vermiş gibi görünüyordu.

“Acele et!” diye bağırdı Manato. “Haruhiro, kalk! Hazır olmalısın! Herkes koşmaya başlayacak!”

Evet, Haruhiro ayakları yere basar basmaz kaçmak için hazırlandı. Koşmalıydılar, evet. Kaçmaktan başka seçenekleri yoktu. Koşmak için döndü, sonra aniden durdu. “Ya sen?!”

Manato hobgobline saldırmaya devam ederken geri çekilmeye çalışıyordu. “Tabii ki geliyorum! Acele et ve sadece koş!”

Başındaki yarası iyileşmiş olan Moguzo, dikkatini plaka zırhlı gobline odakladı ve “TEŞEKKÜRLER!” diye bağırdı. [PARÇALAYICI GAZAP]’la saldırmıştı. Hamlesi boşa çıktı ama plaka zırhlı goblin geri çekildi.

Ranta ve Yume kaçmak için sırtlarını döndü ve Shihoru da onlarla beraberdi. Plaka zırhlı goblin, Moguzo’yu kılıcıyla geriye iterek kesti ancak Moguzo zincir zırhı sayesinde yaralanmadı. Haruhiro tam arkasındaydı ve koşarken geriye dönüp bakıyordu.

“Manato, herkes toplandı!” Haruhiro’nun karnında garip bir his vardı. “Hemen çık oradan!”

“Biliyorum!” Manato’nun yanıtı geldi ve geri dönen hobgoblinnin göğsüne iki ardışık saldırıyla vurdu.

Hobgoblin kısa bir süreğiline teklerken Manato hızla döndü ve koştu. Plaka zırhlı goblin kılıcını kılıfına koydu, ardından nispeten daha küçük olan bir başkasını çıkardı, sonra hızla peşlerine düştü. Plaka zırhlı goblinle aralarında daha mesafe olduğundan henüz tehlike altında değillerdi. Haruhiro mesafeyi açmak için koşmaya odaklandı. O anda, plaka zırhlı goblin onlara bir şey fırlattı. En arkadaki Manato’ya çarpmadan önce goblinin fırlattığı nesne bir anlığına güneşin altında soğuk bir parıltıyla gözlerini kamaştırdı.

Zayıf ve ani bir homurdanma Manato’nun dudaklarından süzüldü. Manato gücü kesilmiş gibi hafifçe öne doğru eğildi.

“Manato!” diye bağırdı Haruhiro.

Manato bacaklarındaki gücü zar zor geri kazansa bile anında cevap verdi. “İyiyim!”

Ayakları şimdi yere daha sağlam basıyordu, bu yüzden yaralanma muhtemelen küçüktü. Hem hobgoblin hem de plaka zırhlı goblin şimdi peşlerine düşmüştü. Kaçmak zorundaydılar. Sadece kaçmak. Harita yapmış olmaları iyi bir şeydi, çünkü Damroww’un yerleşim düzeni bilgisi şu an ellerindeki güvenebilecekleri tek şeydi. Kaçarken kaybolmadılar ve diğer goblinlerin uğrak yerlerinden uzak durdular.

Haruhiro ve diğerleri koşmaya devam ettiler. Nefesleri düzensizleşse, yorgunluktan bitap düşseler ve hatta ölmek üzereymiş gibi hissetseler bile koştular. Artık takipçilerini göremeseler bile çılgınlar gibi koştular. Koşmayı ilk bırakan Manato oldu.

Hayır. Aslında, koşmayı bırakmamıştı. Aniden yere yığılmıştı.

“M-Ma–” Haruhiro Manato’nun adını söylemeye çalıştı ama ağzından hiçbir kelime çıkmadı.

Sırtı kanıyordu. Manato’yu yüzüstü çevirdiler. Sırtında bir bıçak saplanmıştı. Bıçak kavisliydi ve şeklinden hareketle fırlatma bıçağı olduğu söylenebilirdi. Kimse tek kelime etmedi. Herkes ona bakıyordu ama kimse tek kelime etmedi. Hiç kimsenin diyecek sözü yoktu. Zaten ne söylenebilirdi ki?

Manato ayağa kalkmaya çalıştı ama o kadar bile takati kalmamıştı. Yapabileceği en iyi şey eski pozisyonuna dönmekti. “Bence… Herkes iyiyse… Bu… O kadarda… Gitmeliyiz…”

“Manato!” Haruhiro Manato’nun yanına diz çöktü. Ona dokunmak uygun muydu? Yoksa değil miydi? Bilmiyordu. “Manato… Yaran… Işık sihri! Kendinizi iyileştirmek için sihrini kullanmalısın…”

“T-tamam.” sağ eli alnına götürdü, sonra eli onu hareket ettiren güç ondan boşalmış gibi toprağa düştü. “Büyüm?.. Kullanamıyorum…”

“Konuşma!” diye bağırdı Ranta, “Sakin ol, konuşmaya çalışma! Biz ne yaptık!?” diye sordu diğerlerine.

Shihoru Manato’nun yanına doğru sendeledi ve Haruhiro’nun karşısında yere çöktü. Manato’nun sırtına uzandı. Titreyen parmakları sırtındaki fırlatma bıçağına temas ettiğinde, elini hızla geri çekti. Yüzü bir anda solmuştu.

Manato’nun yüzüyse sadece solgun değildi, adeta kefen beyazıydı. Moguzo’nun bedeniyse, Manato’nun biraz uzağında büyük bir heykel gibi hiçbir şey yapamasa da her bir ayrıntıyı takip ediyordu.

“N-ne…” Yume’nin saçları çekiştirmekten karmakarışıktı. “Biz ne yaptık?”

“Ne… ne demek istiyorsun…” Haruhiro içinde bir şey kopmuş gibi hissetti.

Ne yapacaklardı? Düşünün! Ne yapabilirlerdi? Yapabilecekleri bir şey olmalıydı! Orada öylece oturamazlardı, “Lütfen bize söyle… Lütfen… Bize ne yapacağımızı söyle… Manato…”. Ama Manato’nun cevap vermeyi bırak gözünü açmaya bile takati yoktu. Manato’nun solunumu sığ ve düzensizdi.

Haruhiro, “İyi olacaksın,” dedi. “İyi olacaksın, sadece burada dinlen… Orada dur, tamam mı?”

Manato, Haruhiro’ya baktı. “…Haru… Hiro…”

“Efendim? Manato, ne anlatmak istiyorsun?”

“Ben… Ben… üzgünüm…”

“Ne? Neden? Niçin?”

“Ben… Artık… Yapamam… Herkesi… Haru… Hiro… Lütfen…”

“Lütfen? Lütfen ne? Benden ne yapmamı istiyorsun? Hayır… hayır, böyle şeyler söyleme Manato… Hala sana yardım edebiliriz!”

 

“Ben… Göremiyorum… Herkes… Burada mı?”

 

“Burada! Hepimiz buradayız! Manato, herkes burada, bizimle kal!”

Manato iç çekiyormuş gibi derin bir nefes verdi.

“Hayır! Gitme! Manato! Gidemezsin! Gitme Manato! Lütfen… gitme…”

Yavaşça nefes alıp verdi, ardından son bir kez nefesini uzun bir hırıltıyla verdi. Baktıklarında Manato’nun gözleri cama dönüşüyormuş gibi donuk donuk parlıyordu.

Shihoru titreyen elini göğsüne koydu. “Kalbi durdu…”

“C-CPR! Ona CPR yapılmalı!” Ranta, Haruhiro’da kabul ettiğine göre bunun iyi bir fikir olduğunu söyledi.

ç.n./ Ranta ben senin kafanı …

CPR’yi her şeyi çözecekmiş gibi hevesle başladılar, herkes ne yapacakları hakkında bir şey söyledi ve çabucak müdahaleye başladılar. Önce bıçağı çıkardılar . Ardından Manato’yu sırtüstü yatırıp CPR ve ağızdan ağıza solunum yaptılar. Başta saniyelerle yarışıyorlardı, sonra dakikalar dakikaları kovaladı, sonunda durduklarında bir saatten fazla zaman geçmişti.

“A-artık… Durmalı mıyız?” Moguzo sanki ağlamak üzereydi. “Zavallı Manato… Bunu ona yapmamalıyız…”

“O zaman ne yapmamızı istiyorsun?!” Haruhiro ayarlayamadan önce sesi öfkeyle çıktı. Kendini toparlayabildiğinde sesini daha yumuşak bir tonla devam ettirdi. “…Ne yapmalıyız? Onu burada bırakamayız. Manato burada bırakılmayı hak etmiyor.”

“Sihirle.” Shihoru başını kaldırdı. Gözleri ağlamaktan kanlanmış ve şişmişti. “Onu sihirle kurtarmanın bir yolu olabilir. Işık sihri onu geri getirebilir.”

“Doğru,” dedi Yume hızla başını sallayarak. “Shihoru haklı. Sihir işe yarayacak. İşe yaramak zorunda. Onu Rahipler loncasına ve tapınağına götürebiliriz.”

“Işık Tanrısı’nın Tapınağına mı?” Ranta gözlerinin kenarındaki her an çıkmaya hazır göz yaşlarını sildi. “Oraya gidebilir miyim? Kara Tanrı Skulheill’in bir hizmetkarının düşman topraklarına girmesi mümkün mü?”

Moguzo, Manato’yu kollarına aldı. “Onu götüreceğim.”

“Gidelim,” dedi Haruhiro başını sallayarak.

Ranta ve Haruhiro, Moguzo’ya sırayla taşımayı önerdiler ancak Moguzo onları sadece görmezden gelip ara sıra fırçaladı. Manato’yu Işık Tanrısı’nın Tapınağı’na ulaşana kadar Altana’nın kuzey ucu boyunca ara vermeksizin tek başına taşıdı. Tapınağın içine ayak bastıklarında, hepsi Manato’nun giydiği gibi maviyle süslenmiş beyaz cüppeler giyen bir grup adam onları durdurdu.

Aralarında Manato’yu tanıyan biri vardı. Diğerlerinin ona dediğine göre adı Usta Honnen’di. Usta hemen yanlarına geldi. Bir rahipten çok bir savaşçıya benzeyen taş gibi ifadesiz bir surata sahip şahin gibi delici bakışları olan bir adamdı.

Onları görür görmez dediği ilk şey, “Ne oldu?”

Sesi oldukça farklıydı, Haruhiro’ya bir zamanlar Manato’nun söylediği bir şeyi hatırlattı. Lonca ustasının sesinin kulaklarına zarar verecek kadar yüksek olduğunu söylemişti. Anılar ve duygular artık bir sele döndüğünde, Haruhiro artık kendini tutamadı. Üstat Honnen’den önce kendini dizlerinin üstüne attı.

“Lütfen! Lütfen Manato’ya yardım edin! İstediğiniz her şeyi yapacağım! Lütfen kurtarın onu!” Haruhiro yalvardı.

“Aptal çocuk!” Üstat Honnen gürledi. “Aydınlatan merhametin Ulu tanrısı Luminous bile bir kişiyi ölümden döndüremez! Manato, aptal çocuk! Böyle umut verici bir geleceği olan çok genç bir kişi nadiren görülürdü. Seni büyük umutlarla aldık, sana bu kadar özenle bildiklerimizi öğrettik ama sen ne yaptın? Hayatını bir anda hiçliğe attın!”

“Seni dazlak piç!” Ranta Üstat Honnen’in üzerine yürüdü. Yume onu zar zor durdurdu, “Hayır, yapma!”

Ranta belki Yume onu tuttuğu için belki de Üstat Honnen artık tutamadığı gözyaşlarını gördüğü için uzatmadı. Shihoru soğuk tapınak tabanına yıkıldı, Moguzo kadim bir heykel gibi donup kaldı yine de Manato’yu hala kollarında tutuyordu.

“Onun için yapabileceğimiz tek şey,” dedi Üstat Honenen’in sesi, kaya kadar sabitse de gözyaşları henüz akmayı durdurmamıştı, “Onu düzgünce defnetmek. Burada sınırda, uygun bir cenaze töreni yapılmayanlar Ölümsüz Kralın Laneti’ne girer ve onun hizmetkarı olurlar. En fazla, bir ölümsüze/zombiye dönüşüm beş gün sürer. En erken dönüşüm üç günde gerçekleşir.”

Aniden Haruhiro, gülmenin ne yeri ne zamanı olmadığını bilse de gülmek istedi. “Yani onu yakmak mı istiyorsun?” diye sordu Haruhiro.

“Evet. Cesetleri yaktığımız krematoryum Altana’nın hemen dışında. Vücudun lanete kapılmasını önlemek için alevle arındırıldıktan sonra kalıntılar tepenin üstüne gömülür.”

“Bir şey daha var,” dedi Haruhiro, “Eğer sormamda sorun yoksa…”

“Evet seni dinliyorum?”

 

“Para ödememiz gerekecek mi?”

 

“Ödeyemeyecek durumdaysanız parasını ödeyeceğim.”

“Hayır.” Haruhiro içini çekti. Kızgın olmak işe yaramaz ve aptalca hissettiriyordu. Buna rağmen, öfke dolu derin bir iç geçirdi. “Ödeyeceğiz. Paramız olduğu için değil. Yeterince sahip olmasak bile, ödeyeceğiz. Manato sadece bir arkadaştan daha fazlasıydı, o bizim takım arkadaşımız ve değerli yoldaşımızdı. Ona en azından bu kadarını borçluyuz.”

Prev
Next

Comments for chapter "C1 Bölüm 11"

MANGA DISCUSSION

Discord

BELKİ BUNLARI DA BEĞENİRSİN

takasugi_result
Takasugi-san no Chibiyan Hero
26 Eylül 2022
images (1)
Tensei Shitara Slime Datta Ken
14 Mayıs 2021
Zen
Zen Martial Arts Academy
9 Kasım 2020
22104
Saikyou no Shokugyou wa Yuusha demo Kenja demo naku Kanteishi (Kari) rashii desu yo?
4 Mayıs 2021
Tags:
Novel

©2020 ArazNovel Tüm Hakları saklıdır.

Sign in

Lost your password?

← Back to ArazNovel

Sign Up

Register For This Site.

Leave the field below empty!

Log in | Lost your password?

← Back to ArazNovel

Lost your password?

Please enter your username or email address. You will receive a link to create a new password via email.

← Back to ArazNovel