No Game No Life - C5Bölüm 03-7
Çevirmen: sBa Düzenleyen: Arda
“…Senpai, sonunda ayıldınız mı?”
– Vücudumu kaldıramıyorum, çok ağır. Azrael’in ayıldığında düşündüğü ilk şeydi.
Kanatlarımı oynatamıyorum ve güç kullanamayacağa benziyorum – Hayır!
Kendi vücudu için güç kullanması gerektiğinin nasıl bir his olduğunu bilmediğini fark etti.
Vücudum nasıl hareket eder? Bu ışınlanmakgibi bir şey, değil mi?
Bu yapmacık Dünya – Bu varoluşumun limitleri mi?
Kaya gibi ağır hissettiği kafasını kaldırdı. Azrael, kendi gölgesine baktı.
Ve ona bakan Jibril’di – Ve iki Imanity, Sora ve Shiro.
「On Altı Irk」’da en düşük sıraya sahip, en düşük sıradaki tür taa yukardan bakıp dedi ki:
“「En güçlü benim」’in mevkisi için bir oyun oynamaya çalıştın. Sonra bir yenilgiden sonra bunun, rezil bir oyun olduğuna karar verdin. Şimdi bu, gerçekten rezalet.”
Shiro da Sora’nın bu kelimelerini duyunca güldü – Ne var ki Azrael, ne demek istediklerini anlayamıyordu –
“Şimdi aynı oyunu tekrarlayacaksın 「En Güçsüz」mevkisi için ve eğer hâlâ rezil bir oyun diye düşünürsen -“
“…Sizinle oynayacağız… ne kadar gerekirse…”
Onun üstünde kullanılan 「Kelime Ruhu」’nun – yeteneklerini Imanity’ninkine limitlediğini anlıyordu.
Gülümseyen kardeşler ona şunu söyledi – Azrael kafasını eğdi ve acı bir şekilde gülümsedi.
– Öyleyse uçamıyordu. Büyüsü ve ruhları görm yetisi bile yoktu.
Uzaklık, yer çekimi, bütün bu konseptler, ki bunu daha önce hiç tecrübe etmemişti, onu aşağı çekiyordu.
Yana döndü, kısıtlı kollarına enerjisini odakladı ve gökyüzüne doğru gerildi.
– Çok yüksek. Gökyüzü çok yüksek ve dünya çok geniş.
Bir güç ki sanki görünmeyen bir duvar örülmüştü gökyüzü ve yer ile onun arasında.
Artık 「Uçmak」 neydi, onu bile hayal edemiyordu.
Biri ona uçabileceğini bile söylese, hiç niyeti yoktu ve bu onu korkuttu.
Bu iki Imanity, onunla aynı sınırlamaya sahip olmasına rağmen – Sanki gök yüzünde uçarmış gibi güldüler ve onu kandırdıklarını söylediler.
“… Toprağın tadı… o kadar da kötü değil… değil mi?”
“Eğer yere çarpmazsan, asla tekrar uçmak hevesin olmaz.”
Gökyüzünde serbestçe süzülüyorlardı ve hâlâ bir defa çarpmak o kadar da kötü değil, diyebiliyorlardı.
“- Di mi? Düştükten sonra tekrar tırmanabilirsin. Öyleyse başka sefer de var, değil mi?”
Sora gülümsedi ve ellerini ona doğru gerdi – Bu zamana kadar yaptıkları şey olduğu için.
– En sonunda Azrael’in aklında, her şey sorunsuz bir şekilde birleşmişti ve gülmeyi durduramıyordu.
Çok geç, çok geç kalmıştı. Ona neden aptal dedikleri belliydi. Azrael ona uzanan eli kavradı.
“… Senpai’nin beyni sadece çok inatçı.”
Jibril, yarı açık gözlerle, bi’ o kadar şefkatli ona baktı ve Azrael’i karşıladı ayağa kaldırırken.
Artosh’un son işi – Kusursuz takım. O 「Özel Takım」ve 「Son Takım」’dı.
Onun kusursuzluğu sadece demekti ki – Mükemmel olmaya çabalayacaktı.
Çünkü kusursuzdu. Doğal olarak, bilinmez için, gelecek için ve umut için çabalayacaktı.
– Azrael sonunda anladı – Neden Jibril’in ısrarla tek başına kalmak istediğini.
“… Jii-chan’ın beyini çok çalışıyor-nyan…”
O, emir almamasına rağmen, Elves’ların şehrini yok etmişti ve bütün kitapları koca bir gülümseme ile getirmişti.
İmkânsız denmesine rağmen, diğer üstün ırkları tek başına fethetmişti ve her seferinde ölümün eşiğinden dönmüştü.
Konsülü terk etmişti, memleketini terk etmişti ve hatta döndüğünde yeni Efendiler getirmişti –
Bunun sebebi onun kusursuz olmasındandı – İşte bu yüzden, yapabilirdi – Herkesten güçlü olabilirdi.
“… Anladım, öyleyse bazı şeyler sadece okuyarak anlaşılamaz-nyan…”
Bu sözde anlaşılma, sadece bilgiyi arttırıp ve ezber yaparak olmazdı.
Bu hareketlendirme ve kişisel tecrübe ile bu, ancak ruhuna işlenmesiyle anlaşılabilecek bir şeydi.
Ne Artosh ne de Azrael’in anlaymadığı şey –「Bilinmez」.
「İhtimal」’di – imkânsızı imkânlıya dönüştürebilmenin karakteri idi.
Kesinlikle güçlü oldukları için, kesinlikle başarasız olamayacakları için, kesinlikle, çünkü kaybedemeyecekleri için – Bundan ötürü bunu, anlayamıyorlardı.
Hâl bu ki–
“Biri kaybeden olunca aşikardır ki artık o, mükemmel değildir… Fakat ben… Bundan her zaman korktum-nyan.”
Sadece Jibril, yenilmeye yaklaştığı her an bunu yavaşça anlamıştı.
– Her ne zaman kaybettiler, Flügel veya Avant Heim olması fark etmez, onlar bu kusursuz olmayı yakalayamayacaklardı.
Hâl bu ki – hiçbir zaman adımlarında sendelemeyen Jibril’in, ayrılmış olması sürpriz değildi.
Flügel – Azrael ve öbürleri sadece bilgiyi toplayabilirlerdi.
Sadece Jibril, özgürce merakının peşinden gitti, bilgi yarattı ve bilmesi gereken her şeyi geride bıraktı.
O, gerçekten de güçlü biriydi. Buna rağmen, her zaman daha büyük hedefleri amaçlardı – 「Bilinmez」’e karşı bile bir saygı duyardı.
– Bu, bir tek şeyin anlamı olabilirdi.
“Nyahaha, nyahahahaha… ne kadar sıkıcı. Anladıktan sonra hiç bu kadar sıkıcı olabileceğini düşünmemiştim.”
Aşağı doğru baktı ve sadece gülebiliyordu – Bunun anlamı…
“En sonunda anladın mı?”
“Evet, şimdi anladım – Özellikle anlaşılmayacak bir şey yok-nyan.”
– Nasıl olur da buna gülmezdi?
Altı bini aşkın senedir aradıkları cevap – En nihayetinde sonuç,「Hiç bir cevap yok」 –
“Bilinmez, kesinlikle asla bilgiye çevrilemeyecek. Çünkü eninde sonunda bizim bilgimiz bilinmeze dönüşecek, dünün genel bilgisi bugünün genel bilgisi olmayabilir. Bunun bir sonu yok.”
Bu, çünkü onun daha önce hiç kaybetmemiş olmasındandı. İlk yenilgisinden sonra, tam anlamıyla korkmaya başlamıştı – Bilinmezden.
Ne kadar çok anlamaya çalışırsa, o kadar uzaklaşıyordu ondan.
“Bundan dolayı önemli olan 「Hafızaya Almak」 değil, önemli olan 「Öğrenmek」 – ve hatta duruma adapte olurken gelen risklerden bile eğlenmek.”
Böylece – bir tek yol var; o da ileriye doğru gayret etmek –
“Büyük Savaşı kaybetmemizdeki tek sebep, bunu kavrayamamış olmamız. Azrael-senpai, Efendilerime kaybettiğim zaman ve onlara itaatimi göstermek için diz çöktüğümde, Artosh’un son emri – tamamlanmıştı.”
Azrael başını eğdi ve mırıldandı:
“… Artosh-sama… ben de sizin son emrinizi yerine getirebildim mi?”
– Artık yalan söylemek zorunda değil miydi?
Göz yaşlarını silerken uzak gökyüzüne bir kez daha baktı.
Gözyaşları dökebilme kabiliyeti olduğunun hiç farkı varmamıştı – Artosh-sama’nın gönlünü almak için bu, yeterli miydi?
Sora yüzüne baktı.
“… Ne yapmaya çalıştığından gerçekten de emin değilim ama bu ifade hiç fena değil.”
En sonunda – Azrael ile Sora yüzünde gülümseme ile konuştu.
“… Sana dört soru sorabilir miyim? Imanity – Hayır, So-chan, Shi-chan.”
– En başından beri bir cevap yoktu. Sadece birinci meydana geri gittiler – Bunun anlamı, doğrulaması gereken bazı şeyler olduğuydu.
“Siz ikiniz… ne için yaşıyorsunuz?”
“Shiro için, tabii ki de.”
“… Nii için.”
“Biriniz ölecek olursa?”
“Eğer ölürsek beraber ölürüz, bundan dolayı çok da önemli değil.”
“… Birlikte.”
“Neden… sizi hayata bağlayan ne?”
“Hiç bir fikrim yok!”
“… Tanrı bilir!”
“Biz böyle şeylere kafa yormuyoruz. Biz senden farklıyız nasıl olsa, hayat kısa.”
“… Yoğun…”
– Hiç tereddüt etmediler, baştan sona. Sora yüzünde gülümseme ile cevap verirken Shiro, daha ciddi şekilde cevaplıyordu.
Ama – bu cevaplar onun aradığı cevaplar değildi – ancak örnek alabilirdi.
Böylece en sonunda – Azrael sordu:
“Ben de… ben de senin gibi olabilir miyim Jii-chan?”
“Bu imkânsız, sen ancak kendin gibi olabilirsin.”
– Beklendiği gibi, hiç terettüt etmeden cevapladılar.
Uzun zamandan beri biliyordu ama Azrael gitgide depresyona girmeye başlamıştı. Onun yerine Sora –
“Ama nesi yanlış ki bunun?”
Tamamen neşe dolu – onun gülüşü, hiç şüphe yoktu –
“Şu an ki ifaden şimdi harika, böyle olduğun, böyle olduğun zamanlar seni seviyorum.”
– Gökyüzü kadar açık bir gülümseme ile konuştu.
…
… Nyahahaha.
“Uzun zamandır aradığımız cevap 「Birinci alana geri dönmek」’e dönüştü. Buna dayanamam. Sonsuza kadar yaşayan insanlar için bile yorucu biliyorsun di mi-nyan?”
Evet – Kendi kedine düşünen biri için, onların verdiği – cevap.
Kendi kendine bakmak zorundaydı ve kendisine sadece kendisine ait olan cevabı bulmalıydı, tıpkı Jibril’in yaptığı gibi.
– Yapabileceğini bildiği sürece – Bu, yeterliydi.
Azrael, yorgun bir şekilde söyledi fakat –
Aniden, Jibril’in Sora’dan özür dileyişini duydu.
“… Efendilerim, canımı kendi başıma ortaya koydum ve hatta en sonunda bile sizin gücünüze güvenerek… Sizden en derin dileklerimle özür -“
“Ah~ bu konu hakkında, Jibril.”
Sora kafasını karıştırdı, nereden başlayacağını bilmez bir şekildeydi ve dedi ki:
“Burada ki bu yoldaşınız, bütün Flügel’lerin intihar etmelerini emretme hakkına sahip değil!”
“——-Ne!?”
Dilini yutmuş Jibril’i kâle almadan, Azrael keskin bir şekilde dedi ki:
“Huh? Kedi çantadan çıktı!”
Dilini şeytanca çıkarttı ve güldü.
“İzinsiz intihar etmeyi yasaklamak – benim size intihar etmeyi emredebilmem anlamına gelmez! Hmm~ Altı bin yılı aşkın süre boyunca bu yalanın fark edilemeyeceğini hiç tahmin etmezdim, nyahahaha ♪”
Shiro daha da direkt devam etti–
“… Ve yapmış olsa bile… Jibril aittir… Nii ve Shiro’ya…”
–
O efendilerini sürüklemişti ve ölmeye hazırdı –
Sora, Jibril’in omuzlarının öfkeden titrediğini fark ettiğinde içini çekti ve dedi ki:
“- Ama sadece Azrael ise, o yapabilir.”
Jibril bunu duyduğunda keskince içini çekti. Azrael aniden gülümsemeyi kestiğinde,
“Burada ki bu yoldaşınız, sadece ve sadece kendi bahse koydu. Sonucu ne olursa olsun ölmeye hazırdı. Ne çeşit bir kız kardeş kendi kardeşine ölmesini söyler? En nihayetinde o, Jibril’in güvenilir kardeşi!”
– Azrael sessizliğini korudu; sonra içini çekti ve cevapladı.
Ve onun cevabı, şu ana kadar yaptığı her çeşit itirazdan daha inandırıcıydı.
Eğer bir 「Cevap」varsa ve Flügel cevabı bulamıyorsa, eğer bütün haklarını intihar etmeleri için bile kullansa, hiç kimse ölmeyi istemezdi. Hiç bir cevap olmasa bile, başlarında Jibril ile eğer yaşamaya devam etmeleri için bir sebep bulurlarsa, zaten kendilerini öldürmek istemezlerdi.
– Bu sırada Azrael, ki yaşama amacı herhangi birinin intihar etmesini engellemek olan, görevini tamamlamış olurdu.
“… So-chan, kendi işlerine bakmayan insanlara gıcık olduğun oldu mu hiç?”
“Tabii, bir çok defa ve onları da ben çok gıcık ettim. Ne var ki, çok uzun zaman önce karar verdim. Bu Dünya’da (oyunda) kimsenin ölmesine izin vermeyeceğim. Öyleyse -“
– Tek bir alkış duydu.
“Haydi oyun oynayalım.”
Sora ellerini çırptı ve gülerek konuştu.
“Başlangıç çizgisinden başlarsak baya bi’ acı olur, huh?”
– Hiç şüphe yok, öyleyse haydi oyun oynayalım.
“Öyleyse şimdi işler kolay. Her neyse, haydi ilk önce oyunu değiştirelim.”
– Kesinlikle son derece ilginç bir oyun olacak.
“Biz, bu Dünya’yı – daha da ilginç yapmak istiyoruz.”
– Bir oyun ki hiç sıkılınmayacak.
“Olsun veya olmasın bunu yapabiliriz gibi – Öyleyse, hangi tarafa bahis yapacaksın?”
…
-…..
“Nyaha… nyahahah, nyahahahahahhahahahah!!”
Altı bin senedir, hayır, büyük ihtimalle hayatında ilk defa, candan güldü.
Belki de Imanity tarafından kısıtlanan vücudu, buna sebep olmuştu – O kadar çok gülmüştü ki artık ağırıyan karnını işaret ediyordu.
Azrael, o kadar duygusal güldü ki hatta ağlamaya başladı ve kafasını kaldırdı – ve sonra –
– Sora’yı kavradı ve onu öptü.
“Ugh!?”
“…!?”
“Ne – E, Efendim!? A-Azrael-senpai!!”
… Tam bir kaç saniye için Azrael, Sora’ya dilli-öpüş yaptı ve durdu.
“Nyahaha~ Eğer iki tarafta 「Mümkün」diye bahis ederse, bu bahis geçerli olmaz ♥”
”…”
Sora kaybolmuşa benzedi. Herkes onları öldürecek gibi bakarken ve Azrael konuştu, onları kâle almadan:
“Biz… ölmek isteyen benim için, hepinizle eğlenmem için bana bir şans verdiniz ve ben teklifinizle inanılmaz mutlu oldum-nyan. Ama – So-chan’ın yanında yürümeye, Jii-chan gibi hakkım yok.”
El salladı ve ayrılmaya durdu… Üzerinde yer çekiminin ağırlığını hissederek yürümeye devam etti.
Kardeşleri onun için endişelendiler. Imanity onun için endişelendi, onu avuttular ve hatta onun intihar etmeye çalışmasını önlediler.
Ne söylerseniz söyleyin – Eğer böyle giderse, onlara çok fazla güveniyor olacağım. Keskin bir şekilde gülümsedi.
“Ama bu da fena değil. Ben de「Mümkün」 diye bahse girdiğimden beri-nyan? Sonuçlar anlaşılmadan – Elimden geleni yapacağım beklemek için, Jii-chan bana inandığından beri-nyan, umarım beni biraz daha bekleyebilirsiniz.”