Tensei Shitara Slime Datta Ken - Bölüm 105
Çevirmen: Uchuujin
Bölüm- 105 – Ön Eleme Turu
Jura ormanında yaşayan canavarlarla görüşmeler, peşi sıra devam etti. Komşu ülkelerin temsilcileri tebriklerini sorunsuz bir biçimde sundular. Temsilciler alışa gelmemiş kıyafetler içinde toplanmalarına rağmen, ziyafet bir durum olmaksızın sona ermişti. Bu iyiydi. İşin gerçeği, temsilcilerden tebrik dışında bir şeyler almamıştım. Müzakere ve talep meseleleri çoğunlukla, sonradan bana detayları anlatan, Myormiles ve Rigurdo tarafından halledilmişti. İnsanların bu konularla ilgili rahatsızlık duymamaları için sözlü bir anlaşma yaptıkları anlaşılabiliyordu. Gerçekten beklentilerimi aşıyorlardı. Açıkçası, birisi benim onayımı istese bile, “Ah.. Öyle mi?” diye cevap verirdim. Şahsen, gelecekteki ilişkilerimiz uğruna destek isteyen herkesi desteklememiz gerektiğini düşünüyordum, ama bu adamlar muhtemelen benin konumumu ve göz alıcı bir halka yol gösterdiğimi anlamışlardı. “Boş vaatler vermeyin!” ya da onun gibi bir şeyler. Gerçekten, yapabileceğimiz bir şey olsun ya da olmasın, bu mevzuat politikasını uygulamak için gerekli insan gücümüz yoktu. İş gücünü düşüncesizce arttırmak muhtemelen benim için kontrolü zorlaştırabilir. Demek istediğim, her zaman işler yolunda gidiyor- Benim için, son zamanlarda çok rahat davranmaya başladım. Bu yüzden, Cücelerin Kahraman Kralı ve Brumund Kralı hariç, diğer temsilciler benimle konuşmaya çekiniyorlarmış gibi görünüyordu. Dün, Burmund kralı toplantı teklifinde bulunmaya geldiğinde, aynı zamanda Elflere olanlar dolayı özür diledi. Resmi bir şey değildi— sadece basit bir özürdü. Gelecekte idaresini güçlendireceğini vaat ediyordu, sözleşmelerin yapıldığından emin olmak onun için dolaylı bir özür dileme biçimiydi. Küçük bir krallık olmalarına rağmen, kral kendini davete gelmek zorunda hissetti. Bu bile özür için yeterli olurdu.
Cücelerin Kralı dün öğleden sonra gelmişti. Şehrin gelişimini incelmek için bütün bir gün gezmiş gibi görünüyor. Kanalizasyon ve drenaj sistemlerimizi oldukça hevesli bir şekilde gözlemledi. Ayrıca yapım aşamasındaki tesislerden bahsederken, demiryolu sistemini anlattığımda oldukça heyecanlanmıştı. Teknolojik gelişmeleri konuşmaya çok fazla zaman ayırdığımız için, ana konuları konuşmaya çok fazla zamanımız kalmamıştı. Ancak, geçen gece ziyafette süs gibi durduğumu görünce, benimle konuşmaya karar vermişti.
“Uzun zaman oldu Slime Rimuru… Hayır, Rimuru-Dono. Bu arada, bira harikaydı. Bana nasıl üreteceğimi öğretmelisiniz, ahahah!”
Benimle bir noktada konuşmasını bekliyordum, ama aramızdaki buzları kırmak için alkolü kullanmasına şaşırmıştım…. Sanırım bir cüceye göreydi, ancak onun amacı alkol değildi. Çok fazla içmişti, ama kesinlikle gözlerinde bir damla sarhoşluk yoktu. Başka ülkelerde orada olduğu için, herkesin içinde bunu söyleyemezdi. Muhtemelen daha sonra tekrar gelecekti, bu yüzden bende ona bunun için baskı yapmadım. Diğer temsilciler benimle konuşmaktan çekiniyorlar mıydı? Kimse bana yanaşmıyordu, bu yüzden Cücelerin Kralıyla konuşmaktan zevk alıyordum.
Temsilcilerin çoğu Bakan sınıfındaydı. Bir kralın sözünü yarıda kesmek gibi bir şeyi yapmaları olası bile değildi. Dahası, bazıları sadece benimle konuşmaktan korkuyordu. Farmas Krallığının ordusunun imhasından çok geçmemesine rağmen herkes tarafından duyulmuştu. Artık gücüm hakkından herhangi bir şüphe duyulmuyor ve bir ulusu kolayca ele geçirebileceğimi öğrenmişlerdi. Durum böyle olunca, bir konuşma başlatmanın büyük bir cesaret gerektireceğinin düşündüm. Tüccarlara gelince—onlar sadece halktan tabakasından kimselerdi. Aralarında soylular olsa bile, konuşabilecek bir mevkide değillerdi. Yani bütün temsilcilerin önünde değil. Sonuçta, benim teşebbüsüm olmadan benimle konuşabilecek tek kişi, Cücelerin Kralıymış gibi görünüyordu. Böylece, konuşma bitene kadar anlamsız konularda sohbet ettik. Cücelerin Kralı, şüphesiz iki ülke arasındaki dostluğu diğer temsilcilere göstermek istedi. Sonucunda, bu kurnaz fırsatçılar, başka bir İblis Lorduyla çalışmak yerine benimle çalışmak isteyeceklerdi. Cücelerin Kralının desteği buydu. Şey, muhtemelen Tempest geliştiğinde Cüce Krallığının kazanacağı servet için yapmıştı, ama yine ona müteşekkirim. Dün önemli konuları yeterince konuşamamıştık, ama güzel zaman geçirmiştik.
Şimdi, gece geçti ve gökyüzü açık ve masmavi. Dünkü yağmur bulutları, bugün sahip olduğumuz mükemmel havayı oluşturmak için uzaklaştırılmışlardı.
Kolezyum tamamlanmıştı. Kıtanın her yerinden turnuvayı seyretmek için on bin seyirci gelmişti.
Tribünlere güneş ışığını engellemek amacıyla çıkıntılı çatı mekanizması takılmıştı. Tribünlerdeki çatılar, üzerine ince film geçirilmiş yarı daire iskelet çerçevelerden oluşuyordu. Fazla ayrıntılı düşünülmüş süslü fikirler ürkütücü bir ortam yaratır. Eğer ben söylemezsem, kimse onların güneş ışığını engellemek amacıyla yapıldıklarını düşünmeyecektir. Muhtemelen bu manzara yüzünden, şaşkın çığlıklar yükseliyordu.
Onların arasında, korkmak yerine heyecanlanan bazı tuhaf kimselerde yok değildi.
Tribünler çoktan dolmuştu. Myormiles tüm hazırlıkları halletmişti, hiçbir pot kırmadan ve nezaketsizlik yapmadan seyircileri davet ettim.
Eğer savaşlar erkenden biterse, ikici bir etkinlik olarak zindan turu tertip etmiştik. On bin kişiye rehberlik etmek can sıkıcı bir işti, ama bu iş Tempest’in sakinleri arasında dağıtılabilirdi.
Bunu bana bırakın.
Sahne arkasında, türlü şekillerde ciddi bir şekilde çalışıyordum. Kolezyumun dışındaki mağazalar açılmıştı, şiş et ve *yakisoba gibi klasik menüler satışa çıkmıştı. (Japon mutfağında kızarmış karabuğday) Bazı dükkanlarda tıraşlanmış buz bile satılıyordu. Bu kadar hazırlık yapmalarına şaşırmış ve hayran kalmıştım.
Aah, Yakisoba yemek istiyordum. Eskileri hatırlamaya başladım, ama bunun nasıl olduğunu merak ediyorum.
Şey, sanırım şöyle. Çeşitli aşçılar ve insanlarla yaptığım sohbetler sırasında, düşünce aktarımı kullanarak çeşitli yemekler ile ilgili anılarımı aktarmıştım, fakat bir tadın yeniden üretilmesi oldukça zordur. Hayır, eğer analiz becerilerimi kullanırsam, onun ruhunu yeniden üretebilirim. Buğdayı toz haline getirebildiğimizden beri, yeniden üretim beklenmedik şekilde kolaylaştı.
Sushiyi bile başarılı bir biçimde yeniden ürettik, bunda korkacak bir şey yok.
Seyirciler arenanın alt bölümünü sardılar. Girişe büyük taşlar döşenmişti. İki metrelik kareleri işlemesi zor işti, ama dikkatlice dama tahtasına benzer bir şekilde yerleştirildiler. Bu büyük taş levhaların, boşlukları yapışkan özelliğe sahip darbe emici bir malzemeyle dolduruldu.
Üzerine büyülü ince bir film serdiğimiz için, dayanıklılığı arttı. Sıradan sert bir kaya bile olsa, betondan 300 kat daha sert. 2m kalınlığındaydı. Dayanıklılığı nükleer barınaklarla kapışabilecek düzeydeydi.
Bunu test etmemize bile gerek yoktu, doğrudan isabet edecek nükleer bir saldırıya dayanabileceğinden emindim, özelliklede belli bir kötü aşçı onu kırmayı denedikten sonra. İkisi arasında çok bir fark olduğunu düşünmüyorum artık…
Büyü yardımıyla dayanıklılığını arttırılabildiğimizden beri, yok etmesi zor yapılar inşa edebiliyoruz.
Zemine bir büyü halkası çizildi ve savaş alanı oluştu. Gelecekte eğitim için kullanılacağından, oldukça geniş bir alanı kapsıyordu. Büyü halkası tribünlere kadar uzanıyordu, geçekten büyük ölçekli bir büyüydü. Bu halkanın içine, 500 metrelik daha küçük bir çember daha çizilmişti. Bu, dövüş turnuvasının sahnesiydi.
Görünen bu çifte bariyerlerin içinde, dövüş turnuvası yapılacaktı. Bu kez, Kutsal Şövalyeler ile işbirliği yapmıştık ve kutsal bir bariyer inşa etmiştik.
Seyircilerin sahneye girmesini engellemek için, daha önceden düşündüğüm bir şeydi bu.
Engelleme bariyeri koymamıza rağmen, güç sınırlanmıyordu. Büyü gücü mühürlenmediği için, yüksek büyü çıkışı rahatsızlık hissi veriyordu, ama bu benim bariyerlerimin biri tarafından engellendi.
Benim nihai yeteneğim, Antlaşma Kralı Uriel’in, Mutlak bariyeri.
Aslında, o tek başına yeterli olurdu, ama göstermek istemediğim için kutsal bariyeri paravan olarak kullanmaya karar verdim.
Bence fark etmediler.
Aktivasyon süresi kısa olduğu için, kutsal bariyeri yok edebilecek bir saldırı serbest bırakıldığı anda, bariyer aktive edilebilir. Bu sadece bir önlemdi, yani herhangi bir sorun olmayacaktır.
Böyle bir şey beklemiyorduk, ama kutsal tipteki saldırılara karşı bile önlem almıştık.
Tüm arena ağzına kadar coşku ile doldu.
Bu beklediğim bir şeydi, sonuçta bunu dikkatlice planlamıştım.
Bu dünyada başka turnuvalarda varmış gibi gözüküyor, ama tabi ki bu kadar büyüğü yok. Ingrasia Krallığı her yıl bir tane turnuvaya ev sahipliği yaptığını duydum, kazanana kademesine bağlı olarak çeşitli ödüller veriyorlarmış. Katılımcılar maceracı statülerine göre sıralanıyorlarmış.
Farklı bir çağdan geldiğim için fark etmekte başarısız olmuştum, ancak böyle şeyler genellikle kraliyet işleri için kullanılıyordu, yani sadece bir tür içkili eğlence gibi şeydi.
Peki, sonuçta arenadaki koltukların sayısı sınırlıydı. Koltukları havada durmasını sağlayacak bir yöntem veya bir ekran sistemine sahip olmadığım için, sıradan seyirciler çatılardan, çeşitli izleme noktalarında veya arenanın sütunlarına tırmanıp izleyebilirler.
Dört tarafa ekranlar koyulduğu için, savaşları yakından izlemek mümkün olacak. Optik bir büyü kullanımıyla, bir görüntüyü büyütmek kolay bir işti.
Büyülü araçları kullandığım için, sorun değildi. Aynı zamanda iyi bir tanıtımdı.
Böyle bir fırsatı kaçıracak biri değilim, doğam gereği gerçek bir iş adamıydım.
Peki, bu zamanla ilgili.
Ayağa kalktım ve elindeki mikrofona konuştum.
(Rimuru ‘ezik’)
“Hepinizle tanıştığıma memnun oldum, Ben Slime İblis Lordu olarak bilinen, Rimuru Tempest.”
… …. …
Ah, unut gitsin, hava atmaya çalışmak çok zahmetli. Merhaba, Sekiz Köşeli Yıldız İblis Lordlarındanım, sizinle tanıştığıma memnun oldum.
Bugün, ülkemizin davetine cevap vermeye zaman ayırdığınız için minnettarım. Gelecekte, bunun gibi çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapmayı planlıyorum, bu yüzden lütfen ziyaretinizden keyif almaya bakın.
Hepinizle birlikte huzur ve uyum içinde yaşamak isterim, bu yüzden lütfen gelecekte bir sıkıntıya neden olmaktan kaçının. İnsanlar ve canavarların sürekli mücadelede içinde olması yerine, daha karlı ilişkiler için iş birliği yapabilecekleri bir gelecek olduğunu düşünüyorum.
Sekiz Köşeli Yıldız iblis Lortlarından biri olduğum için birçok kişinin bana karşı ihtiyatlı olduğunun farkındayım, gördüğünüz gibi iyi bir izlenim yaratmak için çok fazla düşünüyorum. Hiç kimseyi zorlamak istemiyorum. Canavarlarla olan çatışmalarınızı kesebilirseniz eğer, kesinlikle memnun olurum.
Eğer istemiyorsanız, sanırım size yardım edemem. Bu gibi konuları halletmek ulusunuzun görevidir.
İş birliği yapmayan bir ulusa saldırmak için bir neden göremiyorum, ama tabi ki yapanların geleceği daha parlak görünüyor. Sadece canavar olduğumuz için bize yapılan akılsız ayrımcılığı kabullenmemiz için herhangi bir sebep yok. Herhangi bir ırkla aramızda bir fark yok. Canavarları zapt etmek adına bir savaş başlatırsanız, lütfen tek bir hayatın bile bağışlanmayacağını unutmayın. Yeryüzü cama dönüşür ve ulusunun hükümdarı işlediği ağır suçlarının cezasını çekene kadar senelerce işkenceye maruz kalabilir.
Lütfen barış adamı olduğumu bilin. Bu sözler tehdit olarak algılanabilir, ama bunlar sadece kalıcı bir barış için hakiki hislerim. Savaşlardan gerçekten nefret ediyorum, onlar hızlı ve şiddetli, ama ihtiyaç yüzünden ortaya çıktığımdan asla tereddüt etmeyeceğim. Sonsuza kadar barış içinde yaşamak istiyorum.
Bu sözler kendi düşüncelerim.
Bugün bu turnuvada, umarım çeşitli milletlerin savaş güçlerini anlarsanız. Bu turnuva uğruna bölüm şeflerimi ve personellerini görevlendirdim, çeşitli ulus ve kuruluşların temsilcileri de katıldı.
Bugünkü ana amacım size bu sözleri iletmekti.
Hepinizin bilgece bir karar vermeniz ve uyarımı dikkate almanız için dua edeceğim.
Çok basit değil mi?
Her neyse…?
Sonuçta, yükselişimden sonra soyluları ve kraliyet ailesini selamlamalıydım. Ancak, yine de…. Az da olsa alkış aldım. Sadece benim astlarım değildi, nüfuzlu insanlar, tüccarlar ve bu karışıklık içinde tanımadığım kişilerde vardı.
Bu beni mutlu etmişti, ilk başta bu konuşmanın biraz keyif kaçırıcı olduğunu düşünüyordum. Niyetimi iletebilmiştim.
İnsanlar bu sözlere nasıl bir tepki göstereceklerdi, konuşmam burada bitmişti.
Böylece, tüm arena olmasa da, turnuva seyircilerin alkışlarıyla beraber başladı.
——–
Turnuvanın formatı alan savaşı(Battle Royale) olarak belirlenmişti.
Toplam katılımcı sayısı yüz elliydi.
Ana maç için, bu 150 kişi arasından seçilecek olan 3 katılımcı gerekiyordu. Bu durumda, katılımcılar 3 kümeye ayrılacaklar. Böylece 3 kümenin her birinden gelen 3 şampiyon kendilerini final maçına katılmaya hak kazanacaklar.
Bir oyun sabah ve kalan ikisi öğleden sonrasında yapılmak için planlanmıştı.
Onlara oyun desem de, aslında hepsi bir alan savaşıydı. Şans önemli bir faktördü. Kayıt süresini olabildiğince uzun tuttum, katılımcılar arasında işbirliği mümkün, ama sadece bir kişi finale çıkabilir.
O zaman şimdi, ne olacak?
Heyecan dolu, ilk maç başladı.
Yarışmacılar merkeze doğru ilerlediler.
Herkesin kuvvetinin baskısı hissedilebiliyordu.
Grupta iki tane tanıdık yüz vardı. Gozu ve Mezu. Her nasılsa, birbirlerinden zıt taraflarda olsalar da, kendilerini aynı grupta bulmuşlardı. Şey, bu ikisine karşı zaten hiçbir zaman zafer kazanamayacaklardı, ama oldukça güçlüydüler, ikisinin arasından kazananı 30. Kat patronu(Boss) olarak kullanalım. Eğer isterlerse, bunu bir vardiya sistemi gibi de yapabilirim.
Eh, bu da o kişinin gücüne bağlı olacak.
İkisi çevrelerinde bulunan bütün canavarları yendiler ve eşsiz bir durumdu. Aralarında birkaç A sınıfı canavarda vardı, tabi daha yüksek ırklarda vardı. Yüzleri yansıtıldı.
Böylece, etraflarındaki tüm canavarları temizledikten sonra, sadece ikisi kalmıştı. 10 dakika bile olmamıştı.
Seyirciler canavarlar arasındaki bu şiddetli müsabakadan çok heyecanlanmışlardı. Sonuçta, canavarların dövüşünü yakından izlemek için nadir bir fırsattı.
Mezu ve Gozu birbirlerine baktılar ve birbirlerini aşağılamaya başladılar.
“Oh oynak Mezu, sen ve ben aramızda birinciyi belirlemeliyiz. Son olarak, uzun alın yazımız bugün son bulacak, kendini hazırlasan iyi olur!” (Gozu)
“Böyle aptalca sözleri sadece bir Gozu edebilirdi zaten, Rimuru-sama altında çalışan bizler olacağız, Mezular! İnzivaya çekilebilir ve pişmanlık duymadan yaşayabilirsiniz! ” (Mezu)
Ve aniden savaşmaya başladılar.
Böylelikle, başlangıç bölümü bitti ve ikisinin savaşı bu bölüm en önemli kısmı oldu.
Her ikisi de güç tipindeydi, balta ve mızrak arasında şiddetli bir mücadele geçiyordu, ikisinin de diğer elinde kalkan vardı. Büyü kullanmaktansa, fiziksel bir savaşa daha uygundular.
Baltayı tüm gücüyle salladı ve kalkan tarafından engellendi. Duruşları bozulduğunda, hızlıca bir mızrak saldırısı yapıldı ve geri çekildi. Sadece ikisinin kalması için 10 dakika gerekmişti, ama yirmi dakika olmasına rağmen sadece darbe ve blok değişimi oluyordu.
Bu yüzyıllık savaşı hiç bitiremeyecekmiş gibi görünüyor.
Seyirciler bu ikisi arasındaki savaştan sıkılmaya başlamıştı. Şey, bu beklenen bir şeydi, normalde iki A sıralaması arasındaki savaşı ömürleri boyunca asla göremezlerdi.
Mükemmel bir dövüştü ve birbirine çok benzeyen yetenekleri yüzünden savaş uzamıştı.
Bu ilginç bir savaştı, ama maç ani bir şaşırtmaca ile sona erdi.
“Bu son!” (Gozu)
Sonuç ise.
Gozu tüm gücüyle büyük baltasını fırlattı. Rakibini alaşağı etmek için kırılmış bir taş parçasını kullandı.
Ancak Mezu korkusuzca güldü.
Saldırıdan önce, bir anlığına duraklamıştı. Büyük balta ve büyük baltanın saplandığı şey rüzgarda dans ediyordu, yani sol koluyla beraber.
Ancak, Mezu Gozu’nun göğsüne yapıştı, kaçınılmaz akciğer duruşuna geçti. (Güreş hareketi)
Zafer karşılığında sol kolunu feda etmişti. Mezu zaferinden emin olduğu sırada,
“Ne kadar da safça! Yakan Boynuz”(Gozu)
Bunları söyledikten sonra, başının üzerinde bulunan boynuzlar aniden Mezunun başının sağ tarafına saplandı. Boynuzların uzunluğu ikiye katlandı, Mezunun sağ gözünü ve kolunu deldi.
Bu sonucu belirleyen faktör oldu. Sağdan saldırması beklenen bir şeydi.
Dahası, boynuz saldırısına maruz kalmıştı, ek bir yakma hasarı ekliyordu, kanı kaynıyordu.
Gozu galipti.
Yani, demek istediğim bundan sonra Mezu hala yaşıyor muydu? Aşırı büyük ve şüpheli bu boynuzlardan durmalıyım diye düşündüm, Mezu bunun için kendini suçluyordu.
Ve elbette, Mezu kurtulmuştu.
Bir dahaki sefere ben kazanacağım! Diye tehditkar bir biçimde bağırdı. İyi gibi görünüyordu, ancak oyunun sonucu zaten belli olmuştu.
İlk maçın kazananı Gozu’ydu.
İlk kazanan olmayı hak etmişti, harika bir maçtı.
Öğlenden sonra ikinci maç başlayacaktı.
Yemek tezgahları iyi tepkiler almıştı.
Şehirde at arabalarında yemek yiyenlerde vardı, her birey birbirinden farklıdır sonuçta.
İkinci maçın katılımcıları arenaya girdiler.
….?
Ah?
Bu maçın bir anda biteceğini anladığım anda, nerdeyse yüksek sesle bağıracaktım.
3 kişilik bir grup görmüştüm.
Uzun boylu ve sağlam kaslara sahip ince biri.
Zırh gibi büyük kasları olan, hantal biri.
Şişmandan çok geniş diye adlandırılması gerek biri.
Onlar Walpurgis ziyafetinde gördüğüm, Dagruel’in oğularıydı. (Rgn: Dev olan vardı ya, o)
Eski İblis Lordlarıyla karşılaştırılabilecek kadar çok büyü güçleri vardı. Gerçi Teknikleri ortalamanın altındaydı, Shion tarafından kolayca ağızlarının payı verilmişti, ancak bu ön eleme için aşırıydılar.
Aşırı olma konusunda Gozu ve Mezu onlarla karşılaştırılamazlardı bile.
Aksine bunlar ana maç seviyesindeydi.
Daha önceden eğitim almamış olsalar da, eğer eğitim alırlarsa onlara karşı dikkatli olmalıyım. Bunun gibi şeyler tehlikeli olabilir.
Kısa süre geçmiş olmasına rağmen güçlenmişler gibi görünüyordu. Sanırım giydikleri kıyafetlerle ilgili bir durum vardı, ama-
“Bizler Shion’un korumalarıyız!” (İblis Üçlü)
Siz neler saçmalıyorsunuz? Çünkü *
Siz iyi misiniz? Onları iyice sorgulamak istiyorum, ancak entelektüel/ güzeller güzeli sekreterim Shion hakkında hiçbir şey bilmiyorlarmış gibi görünüyor. Muhtemelen görünüşüne kanmışlardır. Ya da belki de, dövüldükten sonra mazoşist doğaları açığa çıkmıştır.
Eğer burum buysa, daha fazla öğrenmek istemiyorum.
Sonuç beklediğim gibiydi.
5 dakika rahat verin, 1 dakikada diğer herkesi yendiler. En yaşlıları kazandı. Üçünün arasında en güçlü oymuş gibi görünüyor.
Bu şekilde, ikinci maç herhangi bir önemli an olmadan bitmiş oldu ama…
Seyirciler için öyle değildi. Arenada coşkulu, heyecanlı bir atmosfer vardı. A sınıfını bırakın, İblis Lordu seviyesinde dövüş güçleri vardı.
Çeşitli ülkelerden gelen tüccarlar ve temsilciler büyü gücü ve fiziksel güç seviyesini değerlendirebilirdi. Kendi uzmanlıkları için yetenekli bir göze ihtiyaç duyuyordu. Muhtemelen çoğu bunun için herhangi bir özel yetenek bile kullanmıyordu.
Bir ağızdan coşkulu bağırışlar duydum. Bu kadar bağırdıktan sonra, bu geceki biranın tadı harika olacaktı.
Büyük bir başarıya dönüşen turnuvanın heyecanından sonra, sonunda final maçının zamanı gelmişti.
Katılımcılara baktım.
Dikkat çeken insanlar vardı, ama… Onlar kutsal Şövalyeler, iyi olacaklar mı acaba?
“Oy, aşağıda insanlar görüyorum, onlar iyi olacaklar mı?” (Rimuru)
Yan tarafta duran Myormiles’İ dinledim,
“Ah, Şey, sanırım onlar ünlü maceracılar. Görünüşe göre, Ingrasia Krallığında düzenlenen turnuvaya katılan A sınıfı maceracılardan bazıları. İblis Lordu zapt etmekle ilgili bir şey söyleyen, partisi ile beraber batıdan gelen bir savaşçı….” (Myormiles)
“Hoooh, ve buradaki İblis Lordu ben oluyorum sanırım?” (Rimuru)
“Eh? Olabilir mi?
Her halükarda, aslında turnuvayı neden kazanmaları gerektiğini söylememişlerdi, ancak sadece katılmaları gerektiğini belirtmişlerdi…
İnsanları katılmasını engellemek için herhangi bir sebep olmadığı için bende onları kabul etmiştim. Her biri giriş ücreti olan 20 gümüş sikkeyi ödemişti..
Onun işinin erbabı olup olmadığını bilmiyorum, ama onun hakkında kahraman ve güçlü biri diye bahsediyorlar. Belki de, onu Kutsal Şövalyelerin lideriyle karşılaştırabiliriz? “ (Myormiles)
Lideri, Hinata ile karşılaştırmak?
O genç olan mı? Bu imkânsız.
Altın bir zırh, beyaz bedeninin her yerini sarıyordu.
Arkasından altın renkli örgülü saçları sarkıyordu, o gerçekten popülermiş gibi görünüyor. 5 kişi onu çevrelemiş koruyordu. Bir kahramanın partisine benziyorlardı. Eğer bu gerçek olsaydı, gerçekten ilginç olurdu.
Maç başladı.
Kahramanın böyle bir partiye sahip olması büyük bir şanstı, mükemmel saldırılar yaparak ezici bir üstünlük sağlıyorlardı.
Tribünlere doğru baktım,
“Hey, bu batının kahramanı değil mi?” (Kabalık #1)
“Oh! Masayuki-sama! Batının kahramanı, Masayuki-sama!” (Kabalık #2)
“Zarif bir kılıç ustasından da beklendiği gibi, ne kadarda güzel bir dövüşme biçimi…” (Kabalık #3)
Böyle şeyler duydum.
Eh?
Masayuki?
Bu isim Japonca gibi geliyordu…
Ona dikkatlice baktım ve bir şey fark ettim. Bir peruk…O altın saçları bir peruktu!
Şuan doğru bir zaman değildi….
Zarif kılıç ustası henüz kendisi savaşmamıştı. Onu çevreleyen insanlar çok aktiftiler, ancak o henüz bir şey yapmamıştı.
Bu arada, maç sonuçlanmıştı.
Kahraman hiçbir şey yapmadan kazanmıştı…
Arkadaşları Masayuki’nin önünde diz çöktüler ve onu bir finalist yaptılar.
İyi misin? Blöf yapan bir çocuk değil misin sen… Bu asil veletin hiçbir şey yapmadan final maçına çıkmasından memnun olmasam da….
Kalabalık tezahürat yapıyordu.
Bu popülerlik biraz can sıkıcıydı…
Hiçbir şey yapmama rağmen, onu değerlendirdim ve bu savaş onun için tehlikeli olabilirdi. İyi olacak mıydı? Kahraman Masayuki için birazcık endişelendim.
Sonunda ön eleme turu bitmişti ve ana turnuva için üç yarışmacı toplanmıştı.