Super God Gene - 0530
Bölüm 530 – İkizler
Çevirmen: Zebani
Han Sen, Deli Kalkan’ı geri çekmek istedi fakat ruhun kılıcı aşırı hızlıydı. Deli Kalkan’ı geri alamadan kılıç bir daha parladı.
Katırt!
Bu sefer kule kalkanı tam anlamıyla ikiye bölündü. İnce kılıç, Deli Kalkan’ın uzun gövdesinden şimşek gibi geçti. Bir parıltıyla Deli Kalkan’ın gövdesinde bir çizgi belirdi.
Boom!
Deli Kalkan’ın vücudu kalkanı gibi ikiye bölündü. Ruh aynen böyle öldürüldü.
Kazanalı üzerinden çok zaman geçmemiş yeni aristokrat ruhunu kaybeden Han Sen’in pişmanlık duyacak vakti dahi yoktu. Tüm gücüyle heykele doğru koştu.
Han Sen sonunda Bulut Yürüyüşü ayak hareketini kullanmaya başladı. Heykele bir kasırga gibi uçtu.
Ancak peşinden gelen gümüş saçlı ruh ondan çok daha hızlıydı. Bi anda yetişip kılıcını Han Sen’in sırtına fırlattı.
Han Sen ardına bakmadan arkasında kırmızı zırhla kaplı bir altın solucan belirdi ve kızın kılıcını engelledi. Fırsattan istifade eden Han Sen sıçradı ve kâbus kanatlarını açarak heykelin alnındaki ışıldayan ruh taşına uçtu.
Ding! Ding! Ding!
Arka arkaya gelen üç vuruş altın kaya solucanı kralının kırmızı zırhını kesmeyi başardı. Solucan kralın kabuğu bile kırılmıştı ve altın kanı dökülüyordu.
Neyse ki bir çılgın süper canavar ruhuna dönüşen evcil hayvan zırhı, kule kalkanından çok daha sertti. Altın kaya solucan kralı üç vuruştan sonra bile öldürülmedi.
Han Sen, altın kaya solucan kralını hemen geri aldı. Ruh taşı tam önündeydi. Gümüş saçlı kadın o anda ne yaparsa yapsın Han Sen’in ruh taşını almasına engel olamazdı.
Ancak Han Sen’in parmakları ruh taşına dokunmak üzereyken aniden yoğun bir endişe hissi vücudunu sardı. Sırtından şarıl şarıl ter akıyormuş gibi hissetti.
“Bi sorun var..” Han Sen bunu hisseder hissetmez, heykelin def kafasının ardından kendisine doğru gelen altın bir figür gördü. Aynı anda Han Sen’in göğsüne doğru ilerleyen altın bir kılıç belirdi.
Kılıç çok hızlıydı ve Han Sen’in bu mesafeden kaçması için zamanı yoktu.
Vuşş!
Altın kılıç, altın zırhın tam göğüs bölgesine saplandı. Han Sen o anda kendisini bıçaklayan kişiyi gördü. Dalgalı sarı saçlara ve aynı renk altın gibi parıldayan gözlere sahip olan altın ince kılıçlı bir kadındı.
Vücudundaki her şeyin altın renginde olması dışında gümüş saçlı kızın birebir kopyası gibiydi. Zırhlarının ve saçlarının rengi farklı olması dışında aynı kalıpta yapılmış iki oyuncak bebeğe benziyorlardı.
Boom!
Sarışın ruh, Han Sen’i yere fırlattı. Sert düşüşten sonra Han Sen heykelin arkasında başka bir yüzün olduğunu gördü. Heykel iki yüzlüydü ve arkadaki heykelin altın parıltılar saçan başka bir ruh taşı vardı.
“İkiz ruhlar mı?!” Han Sen gümüş saçlı ruhun neden canavarlardan yardım almak yerine onunla birebir dövüşecek kadar rahat olduğunu şimdi anladı.
Zaten canavarlardan destek almaya gerek yoktu. Ruh sığınağı ender bir vaka olan çift ruhlu bir sığınaktı. Gümüş saçlı kadınla birlikte aynı kuvvete sahip sarışın bir kadın daha vardı.
Han Sen, ikisini bırak daha birini bile yenemiyordu.
Han Sen, yere düştüğü anda tereddüt dahi etmeden ayağa kalkıp dışarıya fırladı. Vücudunu güdüleyip kemiklerini kıran Han Sen, potansiyelinin sınırlarını zorladı.
İkiz ruhlar Han Sen’in gidişini izlemeye niyetli değildi. İki güzel ve ölümcül figür, yıldırım hızıyla Han Sen’e doğru koştu.
Kan, yağmur gibi yağdı. Han Sen uçurtma becerilerinin sınırlarını zorluyordu ancak sadece hayati kısımlarını koruyabiliyordu. Gümüş ve altın ince kılıçlar vücudunda birbiri ardına yaralar bırakıyordu.
Sarışın kadınla gümüşi kadının kılıç becerileri uyumluydu. Birbirlerini tamamlayarak tek başlarınayken olduklarından çok daha güçlü olmalarını sağlıyordu. Han Sen artık savaşmak bile istemiyordu. En başından beri yanlış hesapladığı için tekrar kazanma şansı yoktu. Yapabileceği tek şey hayatta kalabilmek için olabildiğince hızlı bir şekilde topuklamaktı.
Vücudu kanla kaplı olmasına rağmen son derece berrak hissediyordu. Kaçış yolunu hesaplarken gözleri soğukça parlıyordu. Han Sen’in tek bir hedefi vardı. İkiz kraliyet ruhlarının saldırıları altında ruh taşlarını alma imkanı yoktu.
Attığı her adım karşılığında bir yara aldı. Adımı adımına hesaplamıştı ama bu hesaplar onu yaralanmaktan kurtaramazdı.
Bu noktada, hayatta kalmak için yara almaktan başka seçeneği yoktu. Taş kapıya ulaştığında kan revan içindeydi.
Han Sen zırha ve kabartmaya sahip olduğu için şansına şükrediyordu. Aksi takdirde, Yeşimderi’ye rağmen milyonlarca kez ölürdü.
Zırh ve kabartmanın savunması, ruhların kılıçları üzerindeki kuvvetin çoğunu engelledi. Kılıçlar ona vurduğunda, kalan kuvvet %30’dan azdı ve bu kadar güç sadece yüzeysel izler bırakıyordu.
Korkutucu görünseler de ölümcül değildi ve Han Sen’in kaçmasına imkan tanıyordu.
Ancak, binanın dışında kara yılan gibi kutsal yaratıkların başı çektiği zibilyon tane yaratık onu bekliyordu.
Han Sen’in başka seçeneği yoktu. Dışarı çıkamazsa hayatta kalamazdı. Dışarıdaki Kutsal-kanlı canavarlar ruhlardan daha zayıf ve daha salaklardı ki bu Han Sen’in onları avucunun içinde oynatması için yeterliydi.
Boom!
Kapının önünde duran envai çeşit canavarı gören Han Sen bir saniye bile duraksamadı.
Uçan boğa, Han Sen’i boynuzlamak için hücuma geçti. Ancak bi sonraki saniyede gökten devasa bir altın canavar düştü ve çevredeki yaratıkları paramparça etti.
“Tabana kuvvet!” Han Sen tepe büyüklüğündeki altın aslanın üzerine atladı ve yelesinden tutundu.
Altın aslan kükredi ve deli gibi canavar sürüsüne hücum etti. Canavarları yarıp ana kapıya doğru koştu.