Sono Mono, Nochi Ni… - Bölüm141
Çevirmen: Kylerxy Düzenleyen: Reira
İnsanların Çoğu Yakalandı
Uçurduğum kapı boyunca ilerleyerek kalenin avlusuna girdik. Tıpkı dışarıdan görebildiğim gibi içerisi o kadar da geniş görünmüyordu.
Büyük, orta ve küçük üç katlı silindirik binalar çevreyi destekliyordu, ayrıca merkezde daha yüksek bir kule de vardı.
Daha sonra kule ve merkez binadan canavar adamları yanlarında getiren askerler birbiri ardına çıktı.
“Oh, bu ne? Uzun bir zaman sonra sonunda savaşabileceğimizi düşündüğümde sadece bir velet ve kadınlardan oluşan bir grup ile karşılaştım.”
“Ama kadınlar nadir görülen bir seviyede. Pekala, daha sonra onları oyun eşyalarımızın arasına katalım!”
“Oh, bu iyi bir fikir. Sizi hayvanlar! Harekete geçin ve bu veleti öldürün!!”
Böyle bir şeyler söylerken askerler kölelik tasması takmış canavar adamları bizimle savaşmaları için yolluyorlardı.
Canavar adamlar isteksiz görünmelerine rağmen kölelik tasmalarının etkisinden dolayı karşı koyamadılar. Bize saldırmadan önce mızrak, kılıç ve diğer silahları aldılar.
“Sanırım herkes çoktan anladı ama… Canavar adamları yaralamayın!” (Wazu)
“Anlaşıldı!”
Herkes bana cevap verdikten sonra savaş alanına koşmaya başladı.
Nasıl söylemeliyim tam da onlardan beklediğim gibi? Sarona, Narrellina, ve Haosui savaş alanında koşarken tek bir saldırıda canavar adamları bayıltıyorlardı.
Diğer taraftan Tata ve Narellina bariyer büyülerini yapıyor, saldırı takımına yardımcı olmak için canavar adamların hareketlerini kısıtlıyorlardı.
Sanırım aynı zamanda ben de canavar adamlar krallığındaki askerler karşı savaşırken aynı şeyi yapıyordum. Ancak hareketlerinin çok doğal olmasına yine de şaşırdım.
Sarona, Narrellina ve Haosui’nin savaşma sahnesini izlerken sanırım üçü açısından bir sorun yoktu. Ama Tata bu kadar ileri gidebilmek için gerçekten çok çalıştı.
Tam Tata’ya dikkatimi vermişken…
“Pardon… Lütfen bana o kadar dik bakma. Mutluyum ama ayrıca utanıyorum da, bu şekilde savaşmaya odaklanamıyorum…” (Tata)
Bakışlarımı fark mı etti? Tata utanmış gibi görünüyordu, yüzü kızardı. Oops, lütfen beni affet! Bakış açımı Tata’dan çektim ama daha sonra…
Diğer üyelerin hareketleri hızlanıyordu. Akrobatik hareketler de eklenmişti. Belki de dikkatimi çekmek için böyle bir hareket yapıyorlardı ama lütfen biraz daha fazla savaşa konsantre olun!
O anda aniden hiçbir yerde görünmeyen Kagane’nin figürünü fark ettim. Gözlerimi o tarafa çevirdiğim zaman Kagane’nin hala yanımda olduğunu gördüm.
“Gitmeyecek misin, Kagane?” (Wazu)
“Bir şekilde arkada kaldım.” (Kagane)
“Biliyorum… Ben de ona benzer bir şeyler hissediyorum.” (Wazu)
“Herkes sonuçta Onii-chan’a iyi yanlarını göstermek istiyor.” (Kagane)
“Dürüst olmak gerekirse, onların hislerinden mutluyum ama… Ne zaman benim sıram gelecek?” (Wazu)
“Oh, bundan sonra senin sıran olmalı!” (Kagane)
Bundan sonra, huh? Acaba?
Böyle şeyler düşünürken, Kagane önüme hareket etti ve daha sonra bedenini muazzam miktarda büyü gücü kapladı. Dikkatimi ona odakladığım an Kagane bir büyü söylemeye başladı.
“Meteor (Kayan Yıldızlar).” (Kagane)
Kagane cennete doğru asasını yükseltti, asanın ucundan altın renkli bir ışık topu çıktı. Havaya asteroit parçaları fırladı ve arkada canavar adamları izleyen askerlerin kafasına doğru yüksek hızda düştü.
“Gyaaaaaaaaa!!”
Bu büyü saldırısının darbesi ile tüm askerler yere serildi. Diğer üyeler de bu arada etraftaki tüm canavar adamları etkisiz hale getirdi.
Kagane böyle bir büyüyü tek bir büyü sözü ile mi aktive etti? Bu bahsettiği “hile” mi? Daha da önemlisi, eh? Benim sıram ne oldu?
“Umm… Kagane az önce ne yaptın?” (Wazu)
“Bu nasıldı, Onii-chan? Harikaydı değil mi?” (Kagane)
Kagane *ehheh* diyerek arkasını döndü ve göğsünü kabarttı.
Hayır, bekle, benim sırama ne oldu? Huh? Bu? Demek istediğim diğer kadın üyeler köle canavar adamları düzgün bir şekilde bastırıyor değil mi? Ama ben burada işe yaramazım değil mi?
Hala dilimi yutmuşken kızlar ben fark etmeden önce benim yanıma geri döndü. Gözleri sanki bir şeyler bekliyormuş gibi parlıyordu ve bakış açılarını bana doğrultmuşlardı.
Umm… Acaba bir şeyler söylememi mi bekliyorlar…?
“..Harikaydı!” (Wazu)
“Bu değil!”
Eeh…
“O zaman bu havalıydı?” (Wazu)
“Bu yanlış!!!”
Bu yanlış mı?
“Bu çok sevimli ?” (Wazu)
“Daha başka?!”
Bundan başka, ne olabilir ki..?
“…Bu size aşık olmamı sağladı?”
“Eveeeet!!!”
Hiçbiri benim sözlerimin neden olduğu mutluluğu gizleyemedi. Her biri bedenini sağa sola sallıyordu, utangaçlıklarını saklamaya çalışıyordu.
Hayır, bu… Bunu söylemem için beni zorladınız değil mi? Şey, tamamen yalan değil, herkes çok harika ve sevimli.
Bundan sonra kaleye girdik. Görünen o ki dışarı çıkan ve aşağı indirdiğimiz askerler bu kalenin içindeki tüm askerlerdi. İlerlememizi engelleyecek hiçbir şey yoktu. Hiç hizmetçi de göremiyordum. Şey, kimse böyle bir ülkeye hizmet etmek istemezdi.
İnsan varlığı ararken hedefimize doğru ilerliyorduk.
Sonunda en üst kattaydık, muhtemelen bu ülkenin kralının olacağı odaya ulaşmıştık. Önümdeki görkemli kapının arkasındaki insanların varlığını kesinlikle hissedebiliyordum. Kafa salladık ve sertçe kapıyı açtık.
Kapının diğer tarafında kral için uygun bir uçtan diğer uca sağlam bir yapı sütunlar aracılığı ile duruyordu. Tahta giden yola yüksek sınıf bir halı yere serilmişti.
Tahtın üzerinde bize bakarken genç bir adam oturuyordu. Kulaklarını örten sarı saçları, çizgi gözler ve korkusuz yüz ifadesini destekleyen iyi şekilli bir burun. Beyaz temelli aristokrat kıyafetlerinin üzerine kırmızı bir pelerin giymişti.
Tahtın iki yanında tahta oturan genç adamı korumak için birisi kadın diğeri erkek iki kişi duruyordu.
Adamın yüzünü kaplayan beyaz maskeden dolayı yüzünü görememiştim. Boyu kadar uzun büyük bir kılıç beline asılıyken tamamen siyah bir kostüm giymişti.
Kadının beline kadar uzanan uzun ve dağınık saçları vardı. Gözlerinin birisinin üzerine tek taraflı bir gözlük takmıştı ve ufak bedenini beyaz bir elbise ile örtmüştü. O da kendinden uzun bir asa tutuyordu.
Tahttaki adamın yüzünde zafer kazanmış bir gülümseme vardı. Maskeli adamı bilmiyorum ama kadının bize karşı hoş bir gülümsemesi vardı.
“Kaçırma olayından sorumlu bu ülkenin kralı sen misin?” (Wazu)
Tahta oturan adam ifadesini değiştirmeden sorumu yanıtladı.
“Genelde halktan olan insanlar için sözlerimi boşa harcamazdım ama bu sefer bu yere kadar ulaşmana ödül olarak sana cevap vereceğim. Aptal insanları kendi çıkarlarım için kullanmakta özgürüm. Çünkü ben bu dünyanın kralıyım!!”
Dünyanın kralı? Aptal mısın?
“Aptal insanlar aptal insanlar gibi davranmalıdır. Onları yok etmediğim için bana minnettar olmalılar!”
Bu adam gerçekten salaklığın özü. Yeterli, hadi onun kıçını tekmeleyelim ve bunu bitirelim.
Odanın içerisinde bir adım ileriye attım.
Ayakta durduğum zemin çöktü ve onun oluşturduğu boşluğa düştüm.
Eh?